Suriye’deki Bölünmüşlüğün Kısa Vadede Ortadan Kaldırılması Mümkün Görünmüyor

Ayrım13 Aralık 2024

Suriye’de HTŞ güçlerinin İdlib’ten başlattığı yürüyüş şimşek hızıyla Şam’a ulaşarak Esad rejimini devirdi. Suriye ordusunun neredeyse hiçbir direniş göstermeyip geri çekildiği bu yürüyüş hem hızı hem de gelişme tarzı ile hayli şaşırtıcı özellikler taşıyor. Ortada bir anlaşma olduğu, en azından İran ve Rusya gibi güçlerin zımnen rıza gösterdiği, Beşar Esad’ın ise daha fazla direnmek yerine ülkeyi terk etmeyi tercih ettiği söyleniyor.

Suriye’de yaşanan gelişmeler elbette sadece bu kadarla sınırlı değil. Bir yandan İsrail, Gazze halkına yönelik soykırımını sürdürmek, Lübnan’a ve Hizbullah’a karşı başlattığı savaşı büyütmek açısından büyük bir fırsat yakaladı. Hatta hemen Suriye güneyindeki stratejik noktaları ele geçirerek bölgede uzun vadeli bir askeri hegemonya kurmanın ilk adımlarını attı. Öte yandan Türkiye, bilhassa Kuzey ve Doğu’daki Kürt güçlerini tehdit olarak görerek Suriye’nin içine doğru müdahalelerini yoğunlaştırdı. Türkiye, her ne kadar Suriye’de rejimin yıkılışını kendi başarısı olarak lanse etmeye çalışsa da desteklediği SMO’nun değil de terör örgütü olarak kabul ettiği HTŞ’nin iktidarı alması birçok sorun yaratmış görünüyor. 

Hala çokça belirsizlik ve çelişkili görünüm arz eden Suriye’deki gelişmeleri Dr. Erhan Keleşoğlu ile konuştuk. Suriye’de yaşanan gelişmeleri bir yandan ABD, İsrail, Türkiye, diğer yanda İran, Rusya gibi güçlerin içinde olduğu çok boyutlu bir süreç olarak değerlendirmek gerektiğini ileri süren Keleşoğlu, hem Suriye’deki muhalefet güçlerinin çok parçalı yapısı hem de ülkeye yönelik çok yönlü dış müdahaleler nedeniyle suların yakın vadede durulmayacağını da ekliyor. Herkesin merak ettiği sorulara verdiği öğretici yanıtlar nedeniyle Erhan Keleşoğlu’na teşekkür ediyoruz.

***

Ayrım: Herkesin sorduğu o soruyla başlayalım. Suriye’de gerçekte ne oldu?

Erhan Keleşoğlu: 2013 yılından beri suni teneffüsle hayatını sürdürmeye çalışan Esad rejimi çöktü. Rıza devşirme mekanizmalarını çoktan yitirmiş, yolsuzluk ve nepotizm batağındaki rejim, 2011 yılında ayaklanmaların başlamasıyla sarsılmış, 2013 yılında İran ve Hizbullah’ın destek göndermesiyle hayat bulmuştu. 2015 yılında Rusya’nın da devreye girmesi ile bugüne kadar yaşamını sürdürmeyi başarmıştı ancak 2023 yılında Gazze’de başlayan savaş ve sonrasında İran ile Hizbullah’ın İsrail karşısında oldukça zayıf düşecekleri bir çatışmaya girmeleri, Suriye içerisindeki İran yanlısı milislerin ve Hizbullah’ın askeri güçlerinin nicel ve nitel olarak azalmasına, takatten düşmesine yol açmıştı. Rusya da Ukrayna savaşı nedeniyle başta hava kuvvetleri olmak üzere vermiş olduğu askeri desteği oldukça kısıtlı tutmak zorunda kalmıştı. Suriye rejiminin kendi ordusu da on seneyi aşkın bir süredir süren bu savaştan oldukça yorulmuş, yıpranmıştı. İşte 27 Kasım’da HTŞ’nin İdlip’ten Halep ve çevresine yönelik başlattığı taarruz, bu şartlar altında ordunun önce Halep’te çözülmesiyle, sonra da HTŞ’nin güneye yönelmesiyle başlayan harekât sırasında direniş gösterilememesi ile sonuçlandı.

HTŞ güçlerinin çok hızlı ve neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan Şam’a kadar ilerlemesi ve nihayetinde Esad rejimini devirmesi herkesi şaşırttı ve adeta “eşyanın tabiatına aykırı” bulunan özellikler taşıyor. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Ortada bir anlaşma olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer öyleyse bu anlaşma neleri içeriyor ve tarafları kimler?

Yukarıda açıkladığım üzere, Esad rejiminin başlıca müttefikleri olan Rusya ve İran’ın Suriye sahasında zayıflaması, HTŞ güçlerinin bu denli hızlı ilerlemesinin önünü açmış görünüyor. Ötesinde basına yansıyan bilgilere göre, HTŞ’nin bazı dış güçlerden de yardım aldığını söyleyebiliriz. Örneğin Ukrayna’nın İdlib’e drone eğitmenleri gönderdiği ve bunların bir süre HTŞ unsurlarını eğittiği, 3D yazıcılarla drone yapımı konusunda HTŞ’nin kabiliyet kazandığı anlaşılıyor. Ayrıca yine sahadan gelen bilgilere göre HTŞ’nin saldırısı sırasında yoğun bir elektronik harp yürütüldüğü, bunun ordunun haberleşmesini engellediği, emir-komuta zincirinin çökmesine neden olduğu ve astlar arasında büyük moral bozukluğuna yol açtığı bildiriliyor. Elektronik harp yürütme kabiliyetinin ancak bu teknolojiye sahip devletlerin elinde olduğu düşünüldüğünde HTŞ’ye bazı devletlerin yardım etmiş olduğunu anlayabiliyoruz. Türkiye ise HTŞ’den ziyade kendisinin vekil güçleri olan Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurlarına doğrudan destek verdi.

Ortada bir anlaşma olduğunu da söyleyebiliriz, Beşşar Esat, Rusya ve İran’ın arkasında duramayacağını, Irak ve Lübnan’dan da yeterince destek alamayacağını anlayınca Rusya’ya sığınma anlaşmasıyla tüm destekçilerini bir anda yarı yolda bıraktı. HTŞ liderliğinin harekât sırasında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çatışmaması, Tel Rıfat’tan çekilmeleri için koridor açılması o cenahta da bir anlaşma yapıldığının göstergesi. ABD’nin de HTŞ’ye sahada destek verdiği, SDG ile çatışmaması karşılığında üstü örtülü bir onay verdiği anlaşılıyor.

Suriye daha şimdiden 3 büyük silahlı gücün kontrol ettiği 3 bölgeye bölünmüş durumda ve bu güçler arasında da uzun süreli bir statükonun beklenemeyeceği görünüyor. Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

HTŞ’nin Şam’ı almasından sonra İsrail’in Suriye ordusunun stratejik tesislerine yapmış olduğu saldırılar, düzenli bir ordunun tesisi ve merkezi bir hükümetin yeniden kurulmasını çok zorlaştırdı. HTŞ’nin ılımlı politikalar izlemeye yönelik hamlelerini ve açıklamalarını görüyoruz. Hem içeriye hem dışarıya yönelik bu açıklamalarla doğrudan İsrail’i ve batıyı hedef almayacaklarını, içeride de etnik ve dini çeşitliliğe saygı göstererek radikal bir İslamcı düzen hedeflemediklerini göstermeye çalışıyorlar. Bu HTŞ’nin rıza devşirmek için zamana ihtiyacı olduğunun işareti. Maddi ve manevi kısıtlarının, zayıflıklarının farkında olarak siyaset üretmeye çalışıyorlar. Bu arada HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerden ikisini de bu bölünmüşlük içerisinde sayabiliriz. Bunlardan birincisi Arap Alevilerinin yoğun şekilde ikamet ettiği Tartus ve Lazkiye arası sahil bölgesi, ikincisi güneyde Dürzilerin bulunduğu Süveyda bölgesi. Bu bölgelerin doğrudan HTŞ eliyle yönetilmesi çok sıkıntılı olabilir. Son tahlilde, Suriye’deki bölünmüşlüğün kısa vadede ortadan kaldırılması mümkün görünmüyor; bunun en temel nedenlerinden bir tanesi de Suriye dışından güçlerin doğrudan sahaya müdahale ediyor olması. İsrail, Türkiye, ABD, Rusya doğrudan Suriye içerisinde asker bulunduran devletler. Ayrıca Suudi Arabistan, Katar, BAE vb. başka devletlerin de Suriye siyasetine müdahil olduğunu görüyoruz. Bu da Suriye içerisindeki siyasetin kaotik bir görünüm göstermesine neden oluyor. Bu koşullar altında sorunlar, kısa ve orta vadede çözülebilecek gibi durmuyor.

HTŞ El Kaide ve IŞİD ile ilişkisini bitirdiğini ileri sürüyor ancak hem bu söylemler bir rahatlama yaratacak nitelikte değil hem de kapsadığı çok sayıda küçük cihatçı gruptan söz ediliyor. HTŞ nasıl bir örgüt, neyi hedefliyor ve önümüzdeki süreci nasıl yönetmeyi tasarlıyor?

HTŞ kökenleri El Kaide’ye dayanan selefi cihatçılardan oluşan bir yapılanma. Bir koalisyon oluşturarak içerisine yabancı savaşçılardan Suriyeli İhvan çizgisine uzanan vasıflara sahip grupları da katmayı başardılar. Hedefleri küresel cihatçı bir eylem gündeminden ziyade Suriye’ye odaklanıp bu ülkede İslami bir düzen kurmak. IŞİD, Irak, Afganistan pratiklerinden çok şey öğrenmiş siyasal kadrolara sahipler. O sebeple içeride ve dışarıda kendilerine tehdit olabilecek hasımlarını doğrudan karşılarına almadan zaman kazanmak, askeri-finansal-siyasi güç devşirmek, destekçi kitlelerini artırmak, siyaseten kendilerini kanıtlayarak model teşkil etmek gibi hedefleri olduğunu söyleyebiliriz.

İsrail Lübnan’a ve Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı hemen Suriye topraklarına kadar taşıdı. İsrail’in önümüzdeki günlerde ne tür adımlar atmasını beklemeliyiz?

İsrail 1974 yılında yapılan ateşkes antlaşmasının hükümlerine aykırı olarak Golan tepelerinin yanı başında yeni bir tampon bölge oluşturdu. Daha da önemlisi Lübnan-Suriye sınırında bulunan Haramun veya diğer adıyla Şeyh Dağı’nı ve çevresini işgal etti, burada kalıcı üstler oluşturmak istiyor. Bu dağın çok büyük bir stratejik önemi var. 2800 metre ile bölgenin en yüksek dağı olan Haramun Dağı üzerine yerleştirilecek radarlar ile İsrail, hem Lübnan hem de Suriye üzerinde uçacak tüm hava araçlarını görecek kabiliyete erişiyor, ayrıca buraya yerleştirilecek hava savunma sistemleri ile İsrail’i kuzeyden tehdit edecek tüm hava araçları da önlenebilecek. Yine bu yüksek mevkilere konuşlandırılacak topçu bataryaları ve karadan karaya füze sistemleri rahatlıkla Şam’ı ve çevresini vurabilir. İsrail böylece oldu bitti ile tüm kuzey ve kuzeydoğu cephesini teminat altına alıyor.

En önemlisi Filistin. Filistin’i, Gazze’yi ne bekliyor?

Ne yazık ki İran ile Hizbullah’ın Suriye ve Lübnan’da nüfuzunun kırılması Filistin açısından çok olumsuz bir tablonun ortaya çıkmasına yol açtı. Hamas’ın önümüzdeki günlerde bir ateşkes antlaşmasına imza atması bekleniyor. Kısa vadede İsrail soykırım suçu işlemesine rağmen üstünlük kazanmış gibi görünse de bu sömürgeci-apartheid rejiminin orta ve uzun vadede sebatlarıyla, sabırlarıyla tanınan Filistinlilerin farklı düzeylerde direnişi ile yüzleşmeye devam edeceği kesindir.

ABD liderliğindeki emperyalist blokun bölgedeki statükoyu kendi lehine ciddi bir biçimde değiştirdiğini söyleyebiliriz herhalde. İran’ın başını çektiği ve Rusya’nın da desteklediği Şii direniş hattı yok edildi denebilir mi? Bölgede emperyalizmin muhtemel adımları ve buna karşılık gelişecek direnç ne olabilir?

 “Direniş Ekseni” diye tabir edilen İran’ın başını çektiği bölgesel ittifakın Esad Rejimi’nin düşüşüyle birlikte tümüyle yok edilemese de önemli bir güç kaybettiği açık. Bu ittifakın İran’daki molla rejimini ayakta tutabilmek için de örülen bir hat olduğu unutulmamalı. İttifakın zayıflaması ve hatta ortadan kalkmasıyla birlikte İsrail ve ABD emperyalizminin İran’a yöneleceği birçok çevre tarafından iddia ediliyor. Yeni oluşacak Trump kabinesinin İran karşıtı Evanjelist ve Siyonizme yakın isimlerden oluştuğu düşünüldüğünde, Trump Hükümeti’nin 20 Ocak’ta görevi devralmasından sonra mevcut İsrail hükümeti ile birlikte İran’a karşı yeni hamleler beklenmeli.

Türkiye’ye de bir parantez açmak durumundayız. Türkiye, özellikle de Erdoğan bu başlığın kazananı oldu mu? Yoksa Türkiye’nin desteklediği SMO/ÖSO yerine HTŞ’nin iktidara yürümesi Türkiye açısından bir kayıp mı?

Esat rejiminin düşmesi ile birlikte Erdoğan’ın İran ve Rusya’nın da Suriye’den ayrılmasına paralel olarak buradan doğan boşluktan yararlanmak ve doldurmak isteyeceği aşikar. 12 Aralık Perşembe günü MİT başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’a ziyareti de Türkiye’nin nüfuzunu derinleştirme faaliyeti olarak okunmalı. Türkiye’nin Suriye’deki vekil gücü SMO’nun yerine temkin ve mesafeyle yaklaştığı HTŞ’nin iktidara yürümesi Ankara’da büyük bir sınama olarak değerlendiriliyor. Bunun sebebi daha önce İdlip’te tarafların birbiriyle kurmuş olduğu ilişkinin ittifaktan ziyade birbirine tahammül üstünden şekillenmesiydi. Türkiye ile selefi-cihatçı HTŞ’nin gündemleri birbiriyle örtüşmüyordu. Türkiye tabii ki SMO’nun iktidara yürümesini tercih ederdi.

Türkiye açısından konunun en önemli boyutu Kuzey Suriye’deki Kürt güçlerinin durumu. Türkiye’nin bu konuda ne gibi hedefleri olduğunu düşünüyorsunuz? Bu hedeflere ulaşılması mümkün mü?

Türkiye’nin hedefi aslında çok açık. Sahadaki vekili SMO güçleri aracılığıyla ve doğrudan ve dolaylı TSK desteğiyle Kuzey Suriye’de PYD’nin öncülük ettiği siyasal yapının dağıtılması. Türkiye bu yapıyı varoluşsal bir tehdit olarak algılıyor. Özellikle de doğrudan ABD, dolaylı olarak da İsrail desteği Türkiye’nin bu tehdit algısını büyütüyor.

Bir önceki soruyla da bağlantılı şekilde tüm Suriye sahasındaki güç ilişkilerinin mevcut durumuna baktığınızda Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ve burada Kürt hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetimi, yeni Şam yönetimi ile görüşmelerde bulunuyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi tüm kamu kurumlarında yeni özgür Suriye bayrağının kullanılacağını açıkladı. Kulislere yansıyan bilgilere göre, Fırat’ın doğusunda yarı özerk bir yapı konuşuluyor. Bunun nedeni, özerk bölgenin homojen olmayan demografik yapısı. Özellikle Sünni Arap aşiretlerinin merkezi idare ile olan geleneksel ilişkileri düşünüldüğünde Kürtlerin ağır basacağı bir yapılanmanın, ABD ve İsrail’in de sürekli desteğiyle ayakta tutulmaya çalışılmasının içeride büyük bir basınç ve muhalefet yaratması muhtemel. Suriye’nin doğusunda bulunan petrolden ve diğer kaynaklardan gelen gelirin eşitlikçi bir biçimde dağıtılması özerk bölge içerisinde rıza devşirilmesini kolaylaştırabilir; Şam yönetimi ile özerk yönetim arasında da kaynakların paylaşımı merkezi önemde olacaktır. Şam’da kurulacak yeni rejimin Suriye’nin kalanına güven telkin etmesinin de kilit önemde olacağını hatırdan çıkarmamalı.

Son olarak, Suriye halkı açısından baktığımızda ne tür bir gelecek öngörüyorsunuz? Suriye kurtuldu mu, yoksa yeni ve belki de daha karanlık bir esarete mi düşüyor? 

Suriye halkı yozlaşmış, polisiye yöntemlerle ayakta kalabilmiş, halkına refah ve kalkınma sunamamış bir yönetimden kurtuldu. Ancak yeni gelen yönetimin daha baskıcı ve totaliter olma riski de mevcut. Suriye’de geleceğin nasıl olacağına geniş halk kitleleri karar verecek. Halk kitlelerinin geniş bir şekilde doğrudan siyasete katılımı daha önce başarılamamıştı. Kitlelerin eşitlik ve özgürlük talebiyle örgütlü şekilde siyasete katılımı becerilebilirse daha aydınlık bir gelecek ihtimali düşük de olsa mevcut. Her şeyin ötesinde emperyalizmin ve bölgesel güçlerin bu kadar müdahil olduğu bir coğrafyada tüm belirleyiciliğin Suriye halkında olmadığını da zihinlerden çıkarmamak gerekiyor.