Lenin’in Katkısı: Tamamlanmayacak Bir Teori İçin Eskizler

Metin Çulhaoğlu24 Ağustos 2024
Editör Notu: Metin Çulhaoğlu’nun aramızdan ayrılmasının üzerinden iki yıl geçti. 
Sadece büyük emekler verdiği ve kurucusu olduğu Türkiye İşçi Partisi ve yoldaşları değil, sosyalist düşünce dünyamız da son iki yılda Metin Çulhaoğlu’nun yokluğunu derinden hissetti.

Marksist-Leninist kurama hakimiyet, tarihsel ve güncel süreçleri izleyip çözümlemekte gösterdiği aydın ustalığı, en zor zamanlarda umut ve heyecan üretmeyi beceren duru akıl, yürüyüşünü asla duraksatmayan militan irade, kendi ifadeleriyle “iddialı ama mütevazı” devrimcilik; Metin Çulhaoğlu’nda cisimleşen tüm bu özellikler şimdi onun yazıları, eserleri, düşünceleri ile bize yol göstermeye devam ediyor.
Ayrım olarak, aramızdan ayrılışının ikinci yılında Metin Çulhaoğlu’nu her biri son derece önemli yazılarından hazırladığımız ve bir hafta boyunca yayınlayacağımız bir seçki ile anıyoruz.

Biliyoruz ki, Metin Çulhaoğlu’nun mirası, en başta da onun zengin ve yol gösteren düşüncesi okurları, yoldaşları, yol arkadaşları tarafından yaşatılacak.

***

Başlarken, yazının ana temasını oluşturan soruları sıralayalım:

Marksizm söz konusu olduğunda Lenin’in bu öğretiye katkıda bulunduğu söylenebilir mi? Söylenebilirse, bu katkı nerede, hangi alandadır? Konuya bu açıdan bakıldığında Lenin’in düşüncesinin ve pratiğinin günümüz dünyasındaki geçerliliğini test etmek için nerelere, hangi başlıklara bakılmalıdır?

Yazıda bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.

Yanıt arayışından önce netlik gerektiren bir başka konu ya da soru var: (Bilimsel) sosyalist düşüncenin ortaya çıkışında ve gelişiminde Marx’ı (Engels’le birlikte) ve Lenin’i hangi mevkilere oturtmak gerekir?

Bu konuda katıldığımız bir görüş şu: Marx (ve Engels) kurucudur; Lenin ise kurucu değil şekillendiricidir. Bu tespitten hareketle bir vurgu daha: Kurucu olmama, kurulmuş olana katkıda bulunmayı engelleyici bir “eksiklik” durumu değildir. Lenin’in Marksizm’e bu yazıda ortaya koymaya çalışacağımız katkıları olmuştur ve bu katkıların Marksizm’i yeniden şekillendirdiği söylenebilir; ancak Lenin bu açıdan, yani Marksist düşünce açısından bir “yeniden kurucu” değildir.[1]

Yeniden kuruculuk, belirli bir bütünlük taşıyan önceki sistemin ana bileşenleriyle ilgili radikal birtakım tasarrufları (çıkarma, yerini değiştirme, öncekilerden kimilerini geçersizleştirecek yeni bileşenler ekleme, vb.) gerektirir. Lenin bunların hiçbirini yapmadığı gibi özgün Marksist düşünceden görece uzağa düştüğü yerlerde bile Marksizm’in ortodoks yorumuna bağlılığını özellikle vurgulama gereği duymuştur.

Katkı Başlıkları ve Kaynakları

Lenin’in Marksizm’e katkıda bulunduğunu söylüyorsak, bu katkıların neler olduğu ve hangi kaynaklarda bulunabileceği de ortaya konulmalıdır.

Bizce Lenin’in Marksizm’e temel katkıları üç alanda ortaya çıkar: 1) Siyasetin kendi özerk alanına yapılan özel vurgu, 2) ideoloji kavramının içinin Marx’ın yaptığının çok ötesinde ve farklı biçimde doldurulması ve 3) ilk ikisiyle bağlantılı olmak üzere özne-nesne diyalektiğinin Marx sonrası Avrupalı Marksist çevrelerin yaptığından daha farklı biçimde ele alınması…

Burada da bir sıralama meselesi gündeme geliyor: Örgüt “teorisini” nereye koyacağız? Ya “dışarıdan bilinç” ve “kendiliğindenliğe tapınmama” gibi vurgulara ne diyeceğiz? “İşçi-köylü ittifakı” nerede duruyor? Lenin’in özellikle 1917 yılında devlet kurumu-aygıtı konusunda söylediklerinin Marx’tan çok anarşistlere yakın düşmesini nasıl açıklayacağız?[2]

Siyasetin kendi özerk alanına yapılan vurgunun, ideoloji kavramına verilen içeriğin ve özne-nesne diyalektiğine farklı yaklaşımın ön plana çıkarılması ya da en başa konulması halinde bu soruların yanıtını bulacağını düşünüyoruz. Öbür türlüsü kaş yapayım derken göz çıkarmak, Leninizm’i savunacağım derken Lenin’i eskitmek olur. Örneğin, gizlilik koşullarında çalışan, dar tutulmuş ve ağırlığı profesyonel devrimcilerin oluşturduğu bir örgüte bugün “işte budur, başka yerde aramayın” demek mümkün müdür?

Devam edersek, günümüzde işçi-köylü ittifakının bir devrimin can alıcı noktasını oluşturacağı kaç ülke gösterebiliriz?  Ya da Lenin’in devlete ilişkin olarak 1917 yılı Ağustos ayında söylediklerini (Devlet ve İhtilal) bugün fiilen gerçekleşen bir devrim sonrasında tatbik etmeye kalkışmanın devrimin devirdiklerine teslim olması dışında bir anlamı olabilir mi?

“Dışarıdan bilinç” ve “kendiliğindenliğe tapınmama” temalarına gelince; bunlar da kendi başına birer çıkış noktası olmaktan çok, bir kez daha ideoloji kavramına yüklenen gerçekliğin ve siyasetin kendi özerk alanına sahip oluşunun doğal uzantıları sayılmalıdır.

Devam etmeden önce “katkı kaynakları” olarak gördüğümüz yapıtları da sıralayalım: Ne Yapmalı? ile birlikte (Lenin’in 1914-1915 yıllarındaki felsefe okumalarıyla ilişkilendirilebilecek) özellikle “Uzaktan Mektuplar” ve “Nisan Tezleri” başta olmak üzere 1917 yılı yazıları…

Ne Yapmalı?

Ne Yapmalı? genellikle sanılanın aksine Marksistlerin üzerinde çok tartıştıkları, kimi Marksistlerin ise pek önem vermedikleri bir çalışmadır.

Bizden, Türkiye’den Mihri Belli ve Mehmet Ali Aybar gibi “eskilerin” bu çalışmaya, özellikle “dışarıdan bilinç” temasına sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Batıdan bir örnek verecek olursak “karşı taraftan” Lars L. Tih şöyle diyor:

Nadezhda Krupskaya, Grigori Zinoviev ve Lev Kamenev savaş öncesinde Lenin’in en yakın çalışma arkadaşları, aynı zamanda ilk parti tarihçileriydi. Lenin’in kariyerinin ilk on yılı ile ilgili değerlendirmelerinde en büyük önemi Lenin’in 1894’teki ilk yayınına vermişlerdir ve bunu temel bakışının ve ölünceye kadar hep benimsemiş olduğu görüşlerin ifadesi saymışlardır. Ne Yapmalı’yı ise tarihsel olarak önemli, Lenin’in coşkulu devrimci mizacını gösteren, ancak kesinlikle büyük bir açılımı temsil etmeyen ya da Lenin’in bakışının anahtarı sayılamayacak bir kitap olarak değerlendirmişlerdir.[3]

Sözü edilen 1894 tarihli ilk yayın Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlarla Nasıl Savaşırlar?’dır.  Lenin’in 24 yaşındayken Narodnik-kırsalcı sosyalistlere karşı kaleme aldığı bu çalışmayı temel Marksist duruşunu ve bu duruşun sağlamlığını göstermesi açısından önemli bulabiliriz. Ama Lenin’in “bu olduğu” ve hep “bununla yaşadığı”, kim demiş olursa olsun saçma bir iddiadır.

Kanımızca bu iddia, Batı Marksizmi’nin pek “kendinden” saymayacağı yaklaşımlar içeren Ne Yapmalı?’yı ikinci plana iterek Lenin’i batılı Marksistlerin gözünde bir tür rehabilite etmeye yönelik bir çabanın ürünüdür.

Batılılarla devam edersek Tih’le taban tabana zıt görüşte olanlar da vardır. Örneğin:

Kişisel tezim odur ki Lenin Ne Yapmalı?’da modern proletarya içinden Komünistlerin ortaya çıkmasının kendiliğinden karakteri ile ilgili olarak Marx ve Engels tarafından Komünist Manifesto’da (1848) ileri sürülen tezden kopmuştur (…) Gerilimin kaynağında Marx’ın Komünistlerin ortaya çıkışını işçilerin bir sınıf olarak varlığına içsel bir olgu sayması vardır. Lenin ise kendiliğinden bilinç adını verdiği duruma ilişkin eleştirisiyle bu teze mesafe koyar. (Ona göre) devrimci bilinç, devrimci militanların ortaya çıkışı, kendiliğinden bir olgu değildir.[4]

Bu ikinci görüş bizce ilkine göre gerçeği çok daha fazla yansıtmaktadır.

Lenin, Marx ve Engels’in özellikle Manifesto’da görülen “kendiliğindenlik” temasından gerçekten kopmuştur. Ancak, hemen belirtirsek, bu kopuş ve ardından önerilen kendiliğinden ve ancak ekonomik düzeyde kalabilecek bilinç/ancak dışarıdan kazandırılabilecek siyasal ve devrimci bilinç ikiliği Marksizm’e katkıdır; onun yeniden inşası değil. Ayrıca, işçi sınıfının içinden “kendiliğinden” komünist unsurların çıkması olmayacak bir şey değildir ve olmuştur da… Burada kopulması gereken, sınıfa mensup bireylerin değil işçi sınıfı kitlesinin komünist ve devrimci bilince kendiliğinden ulaşabileceği tezi ya da beklentisidir.

İyi, güzel de neden?

Bu işin temelinde ne var?

Bizce bu sorunun yanıtı iki açıdan olmak üzere ideoloji kavramında yatmaktadır.

Birincisi: İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi, en canlı olduğu uğraklarda bile burjuva ideolojisi-egemen ideoloji-resmi ideoloji kutsal üçlüsünden oluşan bir döngü içine hapsolur, bu sınırlar içinde devinip durmaya başlar. Kendiliğinden hareketin çok daha ötelere geçme potansiyeli taşıyan dinamiğinin önüne bu ideoloji üçlüsü dikilir ve onu belirli sınırlar içinde tutar.

Burada söz konusu olan, ideolojinin negatif tezahürüdür.

İkincisi: Bu negatif durumun aşılması ise, maddi gerçeklerin kendilerini saran her tür mistik tülü sıyırıp atmasıyla, gerçekliğin ayan beyan ortaya çıkmasıyla değil, başka bir ideolojinin, sosyalist ideolojinin benimsenmesiyle mümkündür. Marx ve Engels’de hiç olmayan sosyalist ideoloji kavramının Lenin’de olması bizce buna işaret etmektedir.

Marx’ta ideoloji en kötüsünden bir “yanılsama”, en iyisinden ise insanları maddi gerçekliğin net biçimde bilince çıkarılacağı uğrağa kadar taşıdıktan sonra kendisine ihtiyaç kalmayan bir dolayımdır. Lenin’de ise olumsuzun hakkından onunla aynı zeminde kavgaya tutuşarak gelecek olan bir araç, bir silahtır.

Bu da ideolojinin pozitif tezahürü sayılmalıdır.

Lenin’in Marx ve Engels’le mesafeyi belirli ölçüde açtığı nokta, kendiliğindenlik eleştirisi, siyasal bilinç ve sosyalist ideoloji vurgusunda ortaya çıkar. Örgüt modeli ise, bu mesafenin açıldığı yerin başlangıcı değil, az önce sözü edilen eleştirinin ve vurgunun sonucudur.

Örgütle devam edersek, işçi sınıfına “dışarıdan” bilinç taşıyacak, kendiliğindenliğin önünde “eğilmeyecek”, yalnızca işçi sınıfının değil toplumun farklı kesimlerinin de muhalefetine yön vermeye çalışacak “öncü örgüt” evrensel bir ihtiyaçtır. Yalnızca 20. yüzyıl başları Çarlık Rusya’sında değil günümüzde de her ülke için geçerlilik taşır. Lenin’in bu örgüte atfettiği kimi özellikler (örneğin darlık, gizlilik ve profesyonel devrimci ağırlığı) ise böyle değildir. Dönemin ve ülkenin koşulları gereğidir.[5]

Lenin ve Siyaset

Lenin’in, Marx’tan farklı olarak siyasete, siyaset alanına tanıdığı özerklik, buraya kadar değindiğimiz “ideoloji”, “bilinç” ve “kendiliğindenlik” temaları dışında daha genel, bir yerde “felsefi” denebilecek temellere de oturur.

Bir adım daha atıp söylenebilecek olan ise şudur:

Örneğin ekonomiye, ideolojiye ve kültüre göre öznelliklerle ve güncellikle daha yüklü bir alan olarak siyaset, maddi süreçlerin temelini oluşturan ekonominin yansıtıcısı olduğu kadar, bu süreçleri köklü biçimde etkileyen, somut mücadele söz konusu olduğunda ise hepsine öncelik kazanabilen bir etkendir…

Bizce Lenin’in temel katkısı bunu görmesi ve bir şekilde ifade etmesidir.

Şimdi, bu söylediğimizi üç alt başlık altında temellendirmeye çalışacağız.

1.Eğilimler öyle gibi, ama hiç olmayabilir de…

Son birkaç on yıldır insanlarda bir “megatrend” merakı var. Okumuş yazmış kişiler, yaşadıkları dünyanın kimi ana eğilimlerinden hareketle hemen her şeyin köklü bir değişime uğradığı bambaşka bir geleceğin bizi beklediğini düşünüyor.

Yaşadığımız son dönemlerde tanık olunan baş döndürücü teknolojik gelişmelerin bunda önemli bir paya sahip olduğu açık. Ancak, bugünküler kadar tahrik edici sayılmasalar bile 20. yüzyıl başlarında da megatrendler üzerinde durulurdu ve bunlardan biri de genellikle Kautsky ile anılan “ultra-emperyalizm” teorisiydi.

Lenin, bir siyasetçi olarak, bu tür “ana” eğilimlere ihtiyatla yaklaşmıştır. 1915 yılı sonlarında Buharin’in “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi” başlığını taşıyan broşürüne yazdığı önsözde önemli uyarılarda bulunmuştur.

Lenin burada özetle şunu vurgulamıştır: Soyut düzlemde bakıldığında pek çok şey “tasavvur edilebilir” durumdadır; üstelik bunları “teorik olarak” çürütemezsiniz de… Ancak, yarın için soyut olarak tasavvur edilebilecek durumları günümüzün gerçeklerinden önceye almak, fiilen gerçekleşmekte olan gelişmeleri gelecekteki olasılıklara kurban etmek yanlış bir yönelimdir…

Lenin kendi dönemindeki küresel gelişmelerin işaret ettiği yönü kabul etmekte, ancak önemli bir ek yapmaktadır:

Ne var ki, bu gelişme öylesine koşullarda, öylesine bir hızla, çelişkilerle, yalnızca ekonomik değil siyasal, ulusal, vb. çatışmalarla ve altüst oluşlarla gerçekleşmektedir ki tek bir dünya tröstü, ulusal finans kapitalin dünya ölçeğindeki kaynaşması gerçekleşmeden çok önce emperyalizm infilak edecek, kapitalizm kendi zıddına dönüşecektir.[6]

“Yani ne demek?” diye sorulursa, güncel ve siyasal olanın, soyut düzlemde teorinin işaret ettiği ve maddi süreçlerin ürünü olan gelişmeleri boşa düşürebileceği düşüncesinin bir örneğidir.

Yaşadığımız son 30 yıl, özellikle yakın geçmişin “barışın hüküm sürdüğü küresel köy” hayalleri düşünüldüğünde bunun dışında başka hangi düşüncenin doğruluğunu bu kesinlikte teyit etmiştir ki?

2.Ortam kaotik ve belirsizse müdahale et şekillensin…

Gene güncelle başlayıp geriye dönerek devam edelim.

Günümüz dünyasında ve ulus-devletler ölçeğinde yaşanan kaotik süreçlerden, belirsizliklerden ve olumsallıklardan söz etmiyor muyuz?

Lenin’in yaşadığı dönemde işler belki günümüzdeki kadar belirsizlikler içinde gelişmiyordu; ama 20. yüzyılın ilk çeyreği de karmaşık ve kaotik özellikleri açısından yabana atılacak gibi değildir. Belirli bir açıdan bakıldığında bu dönemi mutatis mutandis (gerekli değişikliklerle birlikte) coğrafi ölçeği büyümüş bir Avrupa 1840’ları olarak değerlendirmek mümkündür.

Peki, madem siyaset diyoruz, bu alanın özerkliğinden söz ediyoruz, siyaset ve siyasal özne belirsizlikler ortamında ne yapar, ne yapmalı?

Lenin’in yanıtı, her durumda ve koşulda müdahale etmek şeklindedir: “Lenin’in müdahale kararı, gerekli ödünleri vererek teoriyi gerçekçi taleplere uyarlama anlamında bir pragmatizmi içermez (…) öyle bir radikal konum alınır ki gerçekleştirilen müdahale, durumun koordinatlarında değişikliğe yol açar.”[7]

Bu yazıda yararlandığımız başlıca kaynağa katkıda bulunanlar arasında yer alan bir başka Marksist, Alex Callinicos ise aynı noktaya şöyle değiniyor:

Çağdaş düşüncede geçer akçe sayılan, Merleau-Ponty’nin tarihin muğlaklığı adını verdiği durumun bu şekilde kabullenilmesi tipik olarak siyasal eylemlilikten kaçınmaya ve sonsuz biçimde karmaşık bir toplumsal dünyanın ortaya çıkardığı ironiler üzerinde edilgence düşünmeye götürür. Lenin’de ise durum böyle değildir: tarihin öngörülemez oluşunun tam da kendisi, onu şekillendirmek üzere bizim müdahale etmemizi gerektirir.[8]

Müdahale, başka bir deyişle öznenin akıp giden sürecin içinde onu etkileyecek şekilde yer alması, salt tek taraflı etik bir zorunluluk ve sorumluluk olmanın ötesinde öznenin kendi nesnesini tanımasının ve yeniden tanımlamasının da zorunlu ön koşuludur.

Özne-nesne diyalektiğine yerleşik olana göre farklı bir yaklaşımdan kaynaklanıp siyasetin doğasını belirleyen unsurlardan biri de budur.

3.Doğru halkayı bul ve sımsıkı tut…

Az sonra hepsine birlikte değinmek üzere bu üçüncü alt başlıkta yeniden Lenin’in kendisine başvuralım:

Her soru ‘bir kısır döngü içinde yer alır’; çünkü bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkadan oluşan, sonu belli olmayan bir zincirdir. Siyaset sanatının özü ise, elimizden alınması ihtimali en düşük, verili uğrakta en büyük önemi taşıyan ve en önemlisi onu elinde tutana zincirin bütününü tutma imkânı verecek olan halkayı bulup onu sımsıkı kavramaktır.[9]

***

Kapitalizmin yaşandığı bir dünyada, önce işçi sınıfının kendisinin ve “komünistlerin”, daha sonra ise uluslararası ölçekte örgütlenmelerin ve onların ülke izdüşümlerinin ötesinde bir öznenin, o zamana kadar söylenmiş olanlardan farklı birtakım özelliklere atıfla tanımlanması, Marx’ta ayrıca geliştirilmemiş bir alanın, siyaset teorisinin ilk eskizidir.

Aslında basit denebilecek bir kuraldır: Ait olduğu bütünlük içinde belirli bir özerkliği, göreli bir bağımsızlığı olmayan, o bütünün genel özellikleriyle bire bir ve sonuna kadar belirlenmiş bir alanın ya da olgunun teorisi de olmaz. Marx ve Engels’in siyaseti, siyasal alanı tam tamına böyle gördüklerini söylemek zorlama olur; ancak, nesnel gerçeklik/maddi süreçler ile eylemliliğin/pratiğin arasına aynı anda her iki tarafı da etkileyip dönüştürecek özel bir özne yerleştirmedikleri de açıktır.

Ne var ki, bu söylediklerimizden Marx ve Engels’de olmayan siyaset ve örgüt teorisinin Lenin’de mütekâmil haliyle bulunduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Az önce değindiğimiz gibi, Lenin siyaset teorisinin ilk eskizlerini yapmıştır. Ardından başka eskizler gelecek, bu denemeler ve süreç gene siyaset teorisi zemininde, ancak bu teori “son halini” hiçbir zaman almadan devam edip gidecektir.

***

Önemli bir noktaya daha değinmemiz gerekiyor: Lenin’in siyaset teorisi alanında eskizler yapabilmesi, büyük ölçüde, belirli bir ülkenin (Çarlık Rusya’sı) durumuna ve koşullarına odaklanmasıyla ilişkilidir. Kendi dönemlerinde Marx ve Engels ise siyasal metinlerinde ve çözümlemelerinde ağırlıklı olarak Avrupa ölçeğine odaklanmışlardı.

“Siyaset teorisi” dendiğinde ortaya çıkan farkın önemli kaynaklarından biri de budur.

Az önceki üç başlığa dönersek, bunlardan ilkinde (Eğilimler öyle gibi, ama hiç olmayabilir de…) dünya ölçeğinden hareket edilebilir ve aslında öyle de olması gerekir. Ancak, diğer ikisi söz konusu olduğunda (Ortam kaotik ve belirsizse müdahale et şekillensin ve Doğru halkayı bul ve sımsıkı tut) küresel ölçekten hareket etmek mümkün değildir. Bu ikisi, mutlaka ve mutlaka sınırlı bir coğrafyayı, ağırlıklı olarak da ulus-devlet ölçeğini gerektirecektir.

Nitekim Emperyalizm çalışmasını ayıracak olursak, Lenin’in siyasal pratikle ilgili parlak, derinlikli ve genelleştirilebilir tespit ve çözümlemelerinin hepsi, özel olarak Rusya ve oradaki süreçlerle ilgili gözlemlerinden kaynaklanmıştır.

Özetle, siyasal çözümlemelerde ölçek büyüdükçe soyutun yerini genel alır; genel ile özel bir bütünlüğe ulaşmalarını imkânsız kılacak kadar ayrı yerlerde durur; soyut ile somutun iç içe geçebildiği bütünlük ise ancak daha küçük ölçeklerde sağlanabilir.

Nihai Kopuşa Doğru

Günümüzde pek çok Marksist, Lenin’in kendi düşüncesinin süreklilikler ve kopuşlarla geliştiği kanısındadır.

Bu kanıya biz de katılıyoruz.

Ancak, özellikle “kopuşlar” söz konusu olduğunda bunların arasında pratiğe, belirli süreçlere yaklaşım biçimine, örgüte ve örgütlenme anlayışına ilişkin olanlarla daha “teorik” içerik taşıyanlar arasında bir ayrım gözetmek gerekir.

Bize göre, Lenin’in daha önce başta Almanya olmak üzere Avrupa Marksizmi’nin ve İkinci Enternasyonal’in belirleyici damgasını taşıyan düşüncesindeki ilk “kırılma” ya da “kopuş” 1900’lerin başında gerçekleşmiştir ve bunun kanıtı da Ne Yapmalı?’dır.

Daha sonraki pek çok kopuş ise teorik boyutları sınırlı, siyasal pratikle ilgili konularda ortaya çıkmıştır. Örneğin, partinin “darlığı” ile ilgili ısrarın ve Menşeviklere yönelik katı yaklaşımın yumuşatılması, ilk ortaya çıktığında pek de ciddiye alınmayan Sovyetlerin öneminin daha sonra keşfedilmesi gibi…

Bunları geçersek, bir yanda 1902’nin Ne Yapmalı?’sı ile 1914-1917 döneminin şaşırtıcı çıkışları birer “kopuş” sayılacaksa (ki bizce öyledir), bu iki kopuş arasında her şeye rağmen bir “süreklilik” de olduğunu görmek gerekir. Bu süreklilik, öznellik-nesnellik diyalektiğine ve ideoloji kavramına yönelik yeni yaklaşımlarla ilgilidir.

Ve her ikisi de doğrudan siyasetle ilişkilidir.

Lenin’de süreklilik-kopuş diyalektiğini izleyenlerden Daniel Bensaid, 1902’nin ardından 1917 Ekim’ini önceleyen birkaç yıla rastlayan kopuşu “emperyalizmi ve devleti, sürmekte olan savaşın alacakaranlığında ve Hegelci mantığın izini yeniden sürerek bir kez daha düşünme gereği duyulmasıyla” ilişkilendirmektedir.[10]

Emperyalizmi ve devleti yeniden düşünmek?

Hegelci mantığın izini yeniden sürmek?

Bunlar ne demektir?

Çok açık biçimde, Lenin’in 1917 yılı Nisan ayında yaptığı ve çevresindeki hemen herkesi şaşırtan çıkışının geri planı demektir. Nisan Tezleri’nin en “sıkı” Bolşevikler tarafından bile hayretle karşılandığı, Krupskaya’ya bile “Korkarım Lenin delirmiş gibi görünüyor”[11] dedirttiği bir Lenin uğrağından söz ediyoruz.

Bu kez “Oysa her şey çok açık” demeyeceğiz; doğrusu, biraz karışıktır:

Teori, Menşeviklerle birlikte, Lenin ve birkaç kişi dışında Bolşeviklere “Şubat 1917 ve burjuva demokrasisinin yerleşmesi” dedirtirken, siyaset Lenin’e ve çok az sayıda Bolşevik’e devrim ve işçi-köylü iktidarı dedirtmiştir. Tarih, Menşevikleri 20. yüzyıl başlarının Avrupa’sında tutarken, siyaset bu tarihi gerilere çekerek Bolşevikleri 1848 Avrupa’sına götürmüş[12], orada da Lenin’i diğer Bolşeviklerden (bu kez) ayırmıştır.

O zaman, “Lenin ve siyaset” denildiğinde, siyasetin zaman zaman teoriyi önceleyebileceğini ve tarihi yerine göre geriye kaydırabileceğini hiç unutmamak gerekiyor.

***

Sona yaklaşmışken iki alıntıya başvuralım.

Lenin ve diyalektik mi?

Hegel araştırmalarından hareket eden Lenin’in diyalektik kavramı, “her bir verili durumda her eğilimi hesaba katan bir somut bütünlük (vurgu bize ait) kavramına dayanır.”[13]

Lenin’in ideoloji kavramına farklı yaklaşmasının geri planında neyin yattığı mı?

Engels’den bu yana Marx’ın takipçileri, Marksist bir analizin anahtarının, yüzeydeki görünüşün altına inerek fenomenin orada yatan özüne ulaşmak olduğunu savunmuşlardı. Lenin’in, burada bu özcü (essentialist) düşünce tarzını sorgulamaya başladığını; onun yerine Hegel’in ‘görünüşün de neticede gerçekliğin görünüşü olduğu’ ve bundan ötürü ‘bizatihi kendisinin de önem taşıdığı’ görüşünü izlemeye başladığını görüyoruz.[14]

Bitirirken: İster Gülün İster Kızın

Lenin’le ilgili bir yazıda odaklanılan yer farklı olsa da çelik çekirdekli ve demir disiplinli partiye hiç atıfta bulunulmaması ve bu örgüt “teorisinin” Lenin’in Marksizm’e en önemli katkısı olduğunun görmezden gelinmesi tepkilere yol açabilir.

O zaman onu da söyleyelim, biz de rahatlayalım onlar da:

Disiplinin olmadığı bir (parti) düşünülemez. Yalnızca gücü çelik bir disiplinle pekiştirilmiş bir (parti), yalnızca (merkez kadrolarının) tek ve sarsılmaz idaresiyle yönetilen bir (parti) zafere ulaşma yeteneğine sahip olabilir ve ancak böyle bir (parti) zafere layık olabilir.

Şimdi oldu mu?

“Oldu” diyenlere bunun bir şaka olduğunu hemen hatırlatalım.

İlk kez bundan tam 25 yıl önce, Sosyalist Politika kitap dizisinin Şubat 1995 tarihli 4. sayısında tarafımızdan yapılan bir şakadır. Yukarıdaki alıntıda parantez içinde verilen “parti” sözcüğünün yerine ordu sözcüğünü, “merkez kadrolar” yerine de komutanlar sözcüğünü koyduğunuzda bu sözler aynen söylenmiştir.

Söyleyen de 1917’ye karşı savaşan gerici Çarlık Generali Kornilov’dur.[15]

İster gülün ister kızın; ama gerici bir Generalin söyledikleri birkaç sözcük değiştirilerek tekrarlandığında bunun pekâlâ “Leninizm” sayılabildiği çevrelere ihtiyatla yaklaşmakta yarar olduğunu da unutmayın.

Komünist Sayı: 9, 2020

[1] “Kurma” ve “şekillendirme” ile ilgili söylediklerimizin kaynağı için bkz. Slavoj Zizek: “Repeating Lenin”
https://www.marxists.org/reference/subject/philosophy/works/ot/zizek1.htm
[2] Eski bir yazımızda (Sosyalizmde devlet: Farklı bir yaklaşım denemesi, Gelenek No: 85, Eylül 2005) bunu yazdığımızda pek çok eleştiri almıştık. Oysa Türkiye’de bunu söyleyen ilk kişi biz değildik. Örneğin:  “Lenin’in devrim arifesinde kaleme aldığı Devlet ve İhtilal’in siyasi programının devrimci-demokrat (neredeyse “anarşizan”) içeriği…” için bkz. Korkut Boratav: Marksizm Ve… İmge Yayınları, Ankara, 2003, s. 38.
[3] Lars T. Lih: “Lenin and the Great Awakening”, Sebastian Budgen vd.: Lenin Reloaded içinde,  s. 292
http://left.by/wp-content/uploads/2016/09/Sebastian_Budgen_Stathis_Kouvelakis_Slavoj_ZizeBookZZ.org_.pdf
[4] Sylvain Lazarus: Lenin and the Party, a.g.e. içinde, s. 258-259. 
[5] Lenin ve Ne Yapmalı? ile ilgili bir değerlendirme için bkz. Metin Çulhaoğlu: “Ne Yapmalı?”, Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu içinde, Yordam Kitap, İstanbul, 2013, s. 403-423.
[6] V.I. Lenin: Preface to N. Bukharin’s Pamphlet, Imperialism and the World Economy https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/dec/00.htm
[7] S. Budgen, S. Kouvelakis ve S. Zizek: “Introduction: Repeating Lenin”, Lenin Reloaded içinde, s. 3.
[8] Alex Callinicos: “Leninism in the 21st Century”, a.g.e. içinde  s. 26.
[9] V.I. Lenin: What is to be Done?, Selected Works V:1, s. 219.
[10] Daniel Bensaid: Leaps! Leaps! Leaps!, Lenin Reloaded içinde, s. 151.
[11] Akt. Marcel Liebman: Lenin Döneminde Leninizm – Muhalefet Yılları, Cilt 1, Çev: Osman Akınhay, Belge Yayınları, İstanbul, 1990, s. 157.
[12] Arthur Rosenberg: Bolşevizm Tarihi, Çev: Levent Konca, Habitus Yayınları, İstanbul 2014, s. 44.
[13] Haupt’tan akt. Kevin B. Anderson: Lenin, Hegel ve Batı Marksizmi, Çev: Ertan Günçiner, Yordam Kitap, İstanbul 2014, s. 443 (4. bölüm dipnotları, 2. Dipnot).
[14] Anderson, a.g.e. s. 89.
[15] Akt. Tony Cliff: Bütün İktidar Sovyetlere, Çev: Tarık Kara-Bernar Kutluğ, Z Yayınları, İstanbul, 1994, s. 352-353.