***Can Atalay’ın bu yazısı daha önce aylık Çark Başak dergisinin Mart 2025 sayısında yayımlanmıştır.
“Eşitlik ve özgürlük hareketi”nin kitleselleşmesinin ana siyasi başlıkları üzerine yazıyor, konuşuyoruz. Önceki yazımda kitlesel bir hareket için “sınıfsal yaklaşım ile ‘farklı öncelikler’ arasındaki bağlantı”yı yazdım. Bu yazımda kitlesel hareketin sınıfsal analizinin yanısıra “farklı öncelikler”i de gözeten analizleri de dikkate alarak siyaset oluşturmasına dikkat çekmeye çalışacağım. Çünkü bu başlık, oluşturmak istediğimiz “hareketin”, “içte” yapısı ve kapsamını etkilediği kadar “dışta” izleyeceğimiz ortaklaşmaların, işbirliklerinin yapısını ve kapsamını da etkileyecektir. Özcesi, “nasıl bir hareket, nasıl bir siyaset üzerine konuşuyoruz” başlığına notlar düşmek amaçlanmaktadır.
Açıklamaya çalışayım…
***
Behice Boran, teorik analizlerini, Doğu’da, alanda sürdürdüğü uzun bir siyasal çalışma ve Kürt halkıyla yüz yüze konuşmalarının sonuçlarını toparlayarak şöyle yazar (1968 yılı):
“Benim görebildiğim kadarıyla bugün Doğu ve Güneydoğu’daki halk ve aydın tabaka indinde manevi baskı ve eziyet, yani ayrı bir yurttaş kategorisindeymiş gibi muamele görme, ana dili başka olduğu için suçlanma, horlanma ve dilini serbestçe kullanamama durumu, yoksulluktan, geçim sıkıntısından daha da ağır basmaktadır…” ve de “yaşadığı sorunların nedeni olarak görülmektedir”. (Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları, Yordam Kitap)
Yukarıdaki alıntıyı Kürt Sorunu üzerine bir girizgâh olarak almadım. Elbette Kürt Sorunu üzerine yazarken/konuşurken önemle dikkate almayı düşünüyorum. Burada yaşamını sınıf analizi, sınıf mücadelesi ve sınıfın bağımsız örgütlenmesine adamış bir Marksist aydının, toplumsal sorunları analiz ederken ve sonuçları üzerine siyaset kurarken yalnızca sınıfsal analizle yetinilemeyeceğine, başkaca eşitsizlik ilişkilerini, kimlik, yaşam tarzı sorunlarını da mutlaka dikkate almak gerekliliğine dikkat çekmesine vurgu yapmak istiyorum.
“Farklı bakışlar”ın etkinliğini örneklemek için Boran, Siirt’te bir kahvedeki sohbeti aktarıyor. (Dikkat yıl 1967-68) Kahvedekilerin önemli bir bölümünün Batının “güllük gülistanlık, asfalt yolları, pırıl pırıl elektrikleri, hastaneleri, okulları, refahı, her şeyi tamam” olarak düşündüğünü fark edince “ama oralarda da gecekondular var, yolsuz, okulsuz, hastanesiz” diyor. Hayran kaldığı bir yanıt alıyor: “Herhal o gecekondularda oturanlar da buralardan, Doğu’dan gidenlerdir.” Ne kadar sınıfsal nedenlerle durumun böyle olduğunu anlatsanız da “eğer gecekondudakiler Doğu’dan gidenler olmasaydı bir yolu bulunurdu” düşüncesi ağır basıyor. Çünkü bir sosyalist nasıl dünyaya “sınıfsal bakış” merceğinden bakıyorsa “farklı olan” da dünyaya “kendi merceğinden” bakıyor. Çünkü farklı olan bakışını da haklı görüyor.
Sonuç olarak Boran, toplumsal yapı analizini dikey(sınıfsal) ve yatay(bölgesel, “Doğu Sorunu”) olarak düzenliyor ve bu esas üzerinden sosyalist siyasetin mücadele hedeflerini belirlemeye çalışıyor.
Elbette her toplumsal ve siyasal hareketin bir önceliği, ağırlık noktası vardır. Sosyalist hareket için sınıfsal yaklaşım, sorunlara emek eksenli çözümler yaşamsaldır. Ancak “yeni toplum için, eşitlik ve özgürlük için” yol yürürken bütün eşitsizlik kaynaklarını ve bunlarla mücadeleyi birleştirdiği ölçüde başarılı olunabileceği açıktır. Bu “birleştirme”, “farklı bakışlar”ı sınıfsal yaklaşıma ikna etmekle -indirgemekle- değil, “farklılıkları” dönüştürücü bir program etrafında birleştirerek -daha uygun söyleyişle birleşmelerine destek olarak- başarabilir. Bir önceki sayıdaki Gramsci’den alıntıladığım “ulusal-popüler hegemonyanın kuruluşu”nu hatırlatıp, yinelemeyeceğim.
Toplumsal bir hareket olarak Feminist bakış ve bu hareketle karşılaşmamızı düşünelim. Feministler önümüze çok güçlü “paradigma” koydular. “Herhangi bir gerekçe ile kadınların eşitsizliğinin ikincilleştirilmesine razı olmayız.” Ekolojik bakış da sosyalistlerin önüne dikkate alması gereken önemli bir eksen koydu. Kürt Sorunu da böyle… Ertelenemez, ikincilleştirilemez, değişim ve dönüşüm programlarına mutlak dahi edilmesi gereken talepler…
Bugün yaşadığımız üzere çok da etkili oldular. Sorun şu ki bazen -veya çoğunlukla, sıklıkla… ne dersek- “yeni bakışların” etkisiyle durumu içselleştirmeden kabullenilirken ya da “bunlar sınıf işlerine ters” diye azımsanabiliyor, reddedilebiliyor… vb. Ancak daha güçlü bir hareket için yeni bakışları yeni zenginlikler olarak benimseyip hakkını vermeye çaba gösterenler de önemlice bir genişlikte. Sonuç olarak yinelersek günümüzde, farklı eşitsizlikleri birleştiremeyen bir hareketin kitleselleşmesinden, etkili bir toplumsal/politik güç olabilmesinden artık söz edilemiyor.
“Farklı öncelikleri” savunan akımların ve hareketlerin “yerine geçmek”ten söz etmiyoruz. Sosyalist hareketin “onları” “tamamen” içermesi de hem olanaklı değil hem de hatalı. Önemli olan “eşitlik ve özgürlük hareketi” için programatik genellemeler, ortaklaştırmalardır. Güçlü bir “dönüştürücü ortaklık” oluşturmaktır.
***
Boran’ın “yatay/dikey” analizinden ilhamla “siyasal rejime yaklaşım” konusunda da bir yataylık/dikeylik oluşturulabilir mi acaba diye düşünmekteyim. Siyasi terminolojimizde “düzen içi muhalefet veya düzen muhalefeti” kavramlarını sık kullanıyoruz. Böylesi bir genelleme acaba zaman zaman totolojiye dönüşebilir mi diye dikkat çekmek istiyorum.
Esas olarak kapitalizmi savunan veya kapitalizmi kabullenen veya kapitalizmi aşmayı dönüştürmeyi hedeflemeyen toplumsal ve siyasal hareketler dünyanın her yerinde önemlice ağırlıkta ve etkin. Acaba böylesi geniş ve güçlü bir mutabakat aynı zamanda “kapitalizmin nasıl devam edeceği” konusunda da “geniş ve güçlü bir siyasal tarz mutabakatı”na da denk düşüyor mu? Farklı biçimde söylersek “varolan sistemi savunanlar sistemin sürdürülmesi siyasetinde/rejiminde” de aynı programlara ve yöntemlere de mi sahipler?
Soruyu şöyle de sorabiliriz: Faşizm, otoriterlik, seçimli diktatörlükler vb. söz konusu olduğunda neden “ana akım” siyasette de farklılıklar, hatta bazen şiddetli kapışmalar gözlemliyoruz? Bu çatışmalar, karşı karşıya gelişler acaba sahici değil mi?
Demek ki “kapitalizmin sürdürülmesi konusunda anlaşsalar bile nasıl sürdürüleceği konusunda önemli ve sahici ayrılıklar” var. Bu ayrımların ve siyasetlerin her birisinin sınıfsal karşılıkları ve nedenleri var. Ana ayrım, yönetimde “keyfilik mi, kurallar mı” sorusunun yanıtındadır. Önemli bir ayrımdır, altını çizmek isterim.
Ancak “faşizme karşı mücadele” üzerine deneyimlere ve özeleştirilere bakarsak “rejimin nasıl sürdürüleceği” konusundaki farklılıkları atlamanın ve önemsizleştirmenin vahim, yıkıcı sonuçlarını göreceğiz.
***
Marks’ın hareket noktası “her toplum varolan maddi gerçekliği üzerinden dönüştürülebilir” önermesidir. Varolan gerçekliği bütün farklılıklarıyla olduğu gibi görmek, farklılıkları bir program etrafında birleştirmek ve genellemek başlı başına önemli bir hedeftir. Böylece “eşitlik ve özgürlük hareketi”i, ana siyaset akımı içinde görünür olur ve etkinleşir.
Akademik, teorik çalışmalar -ki esas kaynaklarımızdır- üzerine değil bir siyaset zemini oluşturmak üzerine konuştuğumuza göre yine Marks’ın yukarıda alıntıladığımız yaklaşımıyla “dünyayı anlamak” önemlidir, ancak başlangıç noktamızdır. Hedefimiz “değiştirmek, dönüştürmek” olduğuna göre esas olarak “değiştirecek, dönüştürecek” bir gücün, hareketin yaratılmasından söz ediyoruz demektir. Değilse analizlerimiz istediğimiz kadar detaylı olsun, siyaset üzerinde bir etkide bulunamayacaktır. Demek ki analizleri maddi güce dönüştürmek için “birleşik bir eşitlik ve özgürlük hareketi” gerekir. Bu amaçla toplumsal hareketleri destekleyip yaygınlaştırmak ve Parti’yi kitleselleştirerek örgütleyip güçlendirmek gerekir. Parti’nin güçlenmesi ve kitleselleşmesini de “her türden eşitsizliğe karşılık gelen toplumsal gelişme ve değişim öneren bir program”ın savunuculuğu içinde aramaktır.