Türkiye´nin yoksul ve emekçi kesimlerine yönelik saldırılar geçtiğimiz on senede öylesine yaygınlaşıp derinleşti ki Mart İsyanı´nı yalnızca temsil hakkının gaspına değil, yabancılaşmaya karşı bir isyan olarak okumak yanlış olmaz. İster otoriter neoliberalizm, ister hibrid-faşizm ya da ahbap-çavuş kapitalizmi olarak nitelensin, oligarşik Saray Rejimi´nin en temel görevi dili, dini, rengi fark etmeksizin emeğin ve emekçilerin baskı altında tutulmasıdır.
Rejimin uluslararası ölçekte bazen sadece idare etmeye ama daha çok statükoyu korumaya dönük kabulünün, ülke içinde geçerliliğini kaybetmiş olması, emekçiler açısından büyük bir girdap anlamına geliyor. TÜİK’in güncel verilerine göre, Şubat ayında 15-24 yaş aralığındaki gençler arasında işsizlik oranı %15’e ulaştı. DİSK-AR’ın geniş tanımlı işsizlik hesaplamaları genç nüfusa uygulandığında ise, işsiz sayısı çalışabilir nüfus içinde dört milyonun üzerine çıkıyor. Türkiye, geçim kaynaklı ruhsal sorunlar yaşadığını bildiren bireylerin sayısı bakımından dünya genelinde üst sıralarda yer alırken (1); emekçilerin çok büyük çoğunluğu aşırı çalışma temposu, yorgunluk, patron baskısı, üretim yetiştirme stresi ve işini kaybetme korkusuyla yaşamını sürdürmek zorunda kalıyor. Neredeyse tüm uluslararası verilerin de ortaya koyduğu gibi uzun süreli ve güvencesiz çalıştırma, Saray oligarşisinin bir normu haline gelmiş durumda. Aynı sebeplerden ötürü son on yılda iş cinayetlerinin sayısı sekiz kata yakın artış gösterdi (2). Bu nitelikleriyle birlikte düşünüldüğünde Saray rejimine karşı yürütülen mücadele bugün aynı zamanda yabancılaşmaya karşı verilen mücadelenin de bir parçası haline gelmiştir.
Sağın Bilişsel Kodu
Mart İsyanı’nın politik anlamını derinlemesine kavrayabilmek için Türkiye tablosunu, direnişin sürekliliği ve kesintileri ekseninde yeniden değerlendirmek gerekiyor. Gezi sonrası Türkiye’sinde sendikalar, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, medya kurumları ve entelektüel çevreler, şiddeti giderek artan topyekûn saldırılar karşısında, “kamu yararı”, “ortak refah”, “toplumsal güvence”, “kolektif gelecek vizyonu” gibi talepleri birleştirici bir direniş hattına dönüştüremedi. Ortak bir direniş cephesinin eksikliği, özellikle güvencesizliğin derinleştiği toplum kesimlerinde ve yoksul gençler arasında yer yer distopik ve nihilist biçimler alan genel bir bilişsel haritasızlığa (Fredric Jameson) evrildi. Zihinsel haritasızlık, sistemin nasıl işlediğini kavrayamamaktan kaynaklanan oryantasyon kaybı, yani sınıfın geniş kesimlerinin kolektif olanla bağının kopması kadar, öznelleşme biçimlerinin, siyasetin ve ekonomik taleplerin askıya alındığı bir zemini ifade etti.
Nasihat ve telkinlerle iç içe geçmiş, algoritmalar tarafından desteklenen dijital söylem; özellikle ekonomik ve sosyal sermayeden yoksun genç kuşakların kırılganlıklarını hedef alarak, bir tür sanal katalizatör işlevi görmektedir. Bu durum, yalnızca yukarıdan aşağıya işleyen klasik bir tahakküm ilişkisini yeniden üretmekle kalmaz; aynı zamanda güvencesizlikten beslenen istikrar arayışının yarattığı talepleri biçimlendirir ve doğrudan alıcısına iletir. İnceci, Zaferci, Mansurcu ya da Meralci sağ popülizmler bu nedenle sadece hegemonik projelerin bir uzantısı olarak değil; aynı zamanda prekaryalaşmış gençliğin ve alt sınıfların statükoya tutunma yönündeki taleplerine verilen popülist yanıtlar olarak ortaya çıkmıştır.
Sağ popülizm, ideolojik düzlemde bireysel ve kolektif eylem kapasitesini bastırarak bireyi nihayetinde yalnızca kendini korumaya — başka bir deyişle, dış dünyaya kapanmaya — yönlendirmeyi hedefler. Bu bağlamda, kendisini muhafazakâr-sağcı “eski” siyasetçilere karşı “yenilikçi” ve “sistem dışı” olarak konumlandıran sağ popülist aktörlerin dünyaya dair önerdiği kod temelde farklı değildir: İnsanların yaşamlarına yön verme arzusunun bastırılması ve bu yöndeki inisiyatiflerin sistematik biçimde engellenmesi. Bu arzunun ete kemiğe büründüğü Türkiye´deki genç kuşaklar, sağın sınırlarını aşan bir siyasal tahayyüle dün olduğu gibi bugün de açıktır. Gezi’de ifadesini bulan taleplerle günümüz gençliğinin ihtiyaçlarını ortak bir zeminde buluşturmak, ancak Mart İsyanı’nın taşıdığı politik taleplerin güçlendirilmesi ve çoğaltılmasıyla mümkün hâle gelebilir.
Talepten Direnişe, Direnişten İsyana
Gezi sonrası dönemde dizi platformları, şans oyunları ve sosyal medyanın görsel estetiğiyle beslenen sanal dünya büyük bir genişleme yaşasa da, gerçek ile dijital olan arasında kesin bir yalıtılmışlıktan söz edilemez. TikTok, Twitch, Reddit ve X gibi platformlardaki on binlerce takipçili içerik üreticileri, günü geldiğinde sandıkları savunmaktan ve adaletsizlikler karşısında ses çıkarmaktan geri durmadılar. Fakat ana muhalefetteki tutukluktan beslenen arta kalanı savunmaya dayalı yaklaşım, son birkaç yılda özellikle gençler arasında farklı bir talebin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Dijital müzik platformlarında binlerden yüz binlere ulaşan dinleyici kitlelerine sahip bazı müzik grupları; yoksullaşma, polis şiddeti, hayvanlara yönelik zulüm, ekolojik yıkım (#Susamam) ve sendika bürokrasileri ve örgütlenme (örneğin Second, Zombiler, Derbas, Ultimatom) gibi çok çeşitli toplumsal meseleleri konu edinen şarkı sözleriyle, çoğu zaman CHP muhalefetinin dile getirdiğinden daha fazlasını talep etti. Benzer biçimde, Duman’ın “Kufi” şarkısındaki saray karşıtı sözlerin, geleneksel marşlara oranla daha az ilgi gördüğünü varsaymak pek gerçekçi görünmüyor.
Hatırda tutulmalıdır ki; kriz, afet, pandemi, yangın gibi çok boyutlu toplumsal travmalar ile sistemik nitelik taşıyan şiddet biçimleri — örneğin “yenidoğan çetesi”, kadın cinayetleri ya da çocuklara yönelik kurumsallaşmış ihmal ve istismar vakaları — geçen on yıllara oranla çok daha yoğun, art arda ve birbirini kesintisiz biçimde takip edecek şekilde ortaya çıktı. Bu süreklilik arz eden olağanüstülük hâli, genç kuşakların dikkatini yalnızca tekil olaylara değil, bu olayların ardında yatan yapısal eşitsizliklere yönlendirerek, “eskisi gibi yönetilmek istememe” arzusunu nesnel ve kolektif bir siyasal eğilim olarak da belirledi. Ulaşımda, şantiyelerde, günlük alışverişlerde, yurtlarda ve kültürel alışkanlıklarda; kolektif etkileri geçirgen ve sarsılmaya açık bir zeminde kabarcıklanan onlarca eylemden beslenen gençler, tam da bu sayede “en geniş muhalefetin bir parçası” olarak hareket ederken, aynı zamanda bu muhalefetin sınırlarını aşan taleplerle sahneye çıkarak muhalefet zeminini yeniden inşa etmenin yolunu göstermiştir. Türkiye solu, bu cesaretten ilham alıp gereken dersleri çıkarabilirse, Pandora’nın kutusunu kapatma konusunda önemli bir yol katedebilir.
Bu bağlamda, spekülatif hipotezler üretmektense, tartışma başlıklarını bir araya getirerek Gezi’nin mirasını ve Mart İsyanı’nın işaret ettiği siyasal yönelimi birlikte ele almak; Saray rejiminin sonlandırılması yönünde yarım kalmış olan demokratik mücadele hattının yeniden inşasına anlamlı bir katkı sağlayabilir.
Dağınık ama birbirine temas eden biçimlerde ortaya çıkan aşağıdaki tartışma başlıkları, olası müdahale kanallarına ve ucu açık ihtimallere işaret etmektedir:
- Sınıfın geçmiş deneyimlerinden ders çıkarma yetisinin zayıflaması, bu becerisinin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Tarihsizleşme olarak yabancılaşmaya karşı mücadele, kolektif travmatik deneyimlerin bağlam kazanmadığı durumlarda çoğu zaman anakronik bir nitelik barındırır. Ancak bu anakroni, biçimde -yani yüzeyde- kalmaya devam etse dahi, içerik olarak güncelden beslenmesi itibariyle “ileri atılmaya”, biçimi kırmaya da yardımcı olabilir. Mart İsyanı´nı omuzlayan genç kitlelerin, eylemlerinin tarihsel referansını kendi mücadelelerinde hemen kurmaları kuşkusuz beklenemezdi. Kolektif deneyimlerle bağ kurma, kendisi gibi olan başkalarının mücadelesiyle bağ kurmak anlamına gelir ki bağlar, elin altında hazır bulunanla, organik olarak kurulur. Gençlerin bayrağa ve AKP’nin yıkamadığı sembolik kalelere sarılmaları, başka sembollerin ya da önceki mücadelelerle doğrudan ilişki kurabilecekleri yaygın bir politik hattın yokluğunda anlaşılır bir durumdur ve bu eğilim tek başına sağcı bir haritaya yorulmamalıdır.
- Sanal mecraların kolektif kimlik inşasının laboratuvarları haline geldiğini bilerek hareket etmek, içerikleri yalnızca bir olaya aitmiş gibi orada o anda bırakmama ve platformlara göre adapte etme görevini beraberinde getirir. Özellikle yazılı içeriklerin ağırlık taşıdığı (X, Reddit, vb.) platformlarda geçmiş ile şimdi arasında bağ kurarken, patlama anı olan olaylar ve gündelik yaşamın içinden çıkan kabarcıkları ilişkilendirmek; eylemlere ilişkin fikir alışverişinde bulunan, katkı sunmak isteyen gençlere ulaşarak, onlara mahallelerde ve yerellerde gerçekleştirilebilir, somut hedeflere yönlendirerek mümkündür.
Ancak sol, dijital alanlarda yalnızca “dışarısı”nı, yani sokağı referans göstererek varlık kazanamaz. Örneğin, X platformuna entegre edilen ve gençler tarafından yoğun biçimde kullanılan yapay zekâ uygulaması Grok, yalnızca bilgi iletimi veya doğrulama işleviyle sınırlı kalmamakta; aynı zamanda nesne, olgu ve olayların geçmişle bağını yeniden kuran yanıtlar üretmektedir. Bununla birlikte, bu tür yapay zekâ uygulamalarının hangi veri setleriyle çalıştığı çoğu zaman belirsizdir ve içerik üretim süreçlerinin ideolojik yönelimi şeffaf değildir. Bu noktada, gerçek verilere dayalı ve solun etik ilkeleriyle uyumlu biçimde geliştirilecek, muhalefet söyleminde de karşılığı bulunan “Tartışma Botu” gibi uygulamalar (3); tarihsel referanslarla donatılmış yanıtlar üretmeyi mümkün kılarak, dijital dünyada da eleştirel diyalog ve tartışma kanallarının açılmasına önemli bir katkı sunabilir.
Sosyalistlerin dijital mecralarda deneysel ve yenilikçi araçlar geliştirmesi, elindeki verileri ve tarihsel birikimi daha geniş kitlelerle buluşturması bu bağlamda yalnızca bir potansiyel değil, bir zorunluluktur. 2013’ten bu yana güncellenerek genişleyen mülksüzleştirme haritaları (mulksuzlestirme.org) gibi, Otto Neurath’ın “konuşan işaretler” yaklaşımını andıran örnekler bu alanda önemli bir imkân taşımaktadır. Sayıca sınırlı da olsa, “Democratic Socialism Simulator” ve “Play.Half.Earth” gibi sosyalist oyun projeleri, Batı´da içeriklerinin fazlasıyla spesifik oluşu nedeniyle pek bir başarı elde edememişti. Türkiye’de ise daha sade, erişilebilir ve katılımı teşvik eden benzer projelerin geliştirilmesi (“Nasıl Başkan Olunur?” vb.), geçmiş ile bugünü buluşturan bir politik farkındalık hattı kurmak açısından faydalı olabilir.
- Mart İsyanı’nda, Gezi Direnişi’ni karakterize eden kolektif neşe ve yaratıcı coşkunun yerini öfke merkezli bir duygulanımsal yoğunluk alırken; bu dönüşüm, örgütlü ve örgütsüz kitleler arasındaki geçişkenliği genişletmiş, ancak aynı zamanda sağ ideolojik reflekslerin bir tür siyasal tampon işlevi görmesine de zemin hazırlamıştır. Bu bakımdan, kitlelerle duygu siyaseti ve sloganların ötesine geçen bağlar kurmak ve doğrudan demokratik katılım mekanizmaları inşa etmeye yönelmek, yan yana gelişlerin “karşılaşma” düzeyini aşarak süreklilik kazanmasının önkoşulu olarak öne çıkıyor. Nihayetinde bilinç taşıma, eylem hâlindeki genç ve emekçi kitlelerin yeni taleplerle sahneye çıkmasına katkı sunarak; yeni bir kolektif aidiyetin inşası sürecinde deneyim ve sorumlulukların paylaşımını mümkün kılacak kanalların açılmasıyla somutlaşır.
- Hedefleri belirgin, etkileşim kanalları yatay ağlar şeklinde örgütlenen ancak merkezi unsurları da etkin biçimde çalışan; bir partiden ziyade kampanya mantığıyla işleyen bir muhalefet cephesi, Türkiye genelinde — on iki yıl öncesine kıyasla — çok daha geniş bir zemine sahiptir. Eylemlerin geriliğine, taşıdığı tonlara ilişkin yapılan eleştiriler önemli olmakla birlikte, sosyalist solun varlık amacı, sınıfın mücadele birliği ve bu birliğin yeni talepler ve araçlarla öne taşınmasıdır. İleriki zamanlarda da birbirlerinden yalıtılmış farklı isyan potansiyellerini birleştirecek stratejiler ve araçlar geliştirilmesi (Lezita grevini hatırlayalım) bu açıdan yaşamsal önemdedir.
- Gezi Direnişi’nde, çevreciler, kadınlar, sosyalistler, komünistler, Aleviler ve Kürt demokratları gibi halkın en ileri kesimleri, eylemlerin başında ve sonunda belirleyici bir rol oynarken; direnişin en yoğun ve kitlesel biçimde yaşandığı orta evrede ise halkın geniş kesimlerinin öne çıktığı görülüyordu. Mart İsyanı’nda ise halkın, bilincin ileri bir aşamasını temsil eden kolektif eylem düzeyine geçmiş olması bakımından, kendi tarihsel imkânları içerisinde mümkün olan en ileri biçimiyle sahneye çıktığını söylemek mümkündür. Tutuklamaların hedefi hâline gelen örgütsüz gençleri çıkartmak, güçlendirmek, seslerini duyurmalarına yardımcı olmak bu açıdan bir olanak olarak düşünülmelidir.
- Saray Rejimi bugün en güçsüz dönemini yaşıyor ve ondan kurtulma imkânı önceki yıllara göre (en azından ulusal ölçekte) artmış durumda. Gezi´nin başlangıcında etkili olan Kürt demokratlarının ve Kürt sosyalistlerinin Saray´la mücadeleden doğan bu tarihsel fırsatı doğru değerlendirmesi, zaten gidecek olanın kalıcı olacak hiçbir vaat ve sözde bulunamayacağında ısrar etmesi, olası bir erken seçim sürecinde muazzam bir anti oligarşik cephe yaratabilir. Fakat böyle bir cephe ihtimali; Saray karşıtı seçim bloğunu kuracak olan CHP`nin 28 milyon oya ihtiyacı olduğunun unutturulmamasına, Kürt halkının oy vermeyeceği adaylara hiçbir koşulda alan açılmamasına bağlı. Bu açıdan İmamoğlu´nun seçim sürecinden önce hapisten çıkmasını sağlayacak muhalefetin örgütlenmesi, tüm muhalefetin ortak adayı olarak kalmaya devam etmesi, adının sürekli gündemde tutulması kadar, yine en az İmamoğlu kadar geniş kitlelerin sahiplenebileceği bir adayın ortak bir şekilde (iktidarın muhalefeti boşa düşürme hamlesini boşa düşürecek bir B-Planı) hazırlanması önemlidir.
- Sokaktaki hareketliliğin başarılı boykot girişimleriyle evlere kadar ulaştığı, fakat iş yerlerine henüz yansımadığı görülüyor. Türkiye´de emekçilerin bir kısmı geçtiğimiz beş sene içinde deneyimlediği yüzlerce grevden önemli dersler çıkarmış olmalı (4). Buna karşın politik grev ve onun en ileri biçimi olan genel grev pratiği, yalnızca uzun süreçler sonucunda ulaşılabilecek bir deneyim birikimini gerektirir. İşçilerin, kolektif politik deneyimler yaşamadan, deneme yanılma yoluyla küçük politik grev, boykot ve/veya eylemleri zorlamadan böylesi radikal gelişmeleri bir günde kotarmaları beklenemez. Kitleler AKP´ye geri adım attırılabildikleri, boykotlar, kitlesel imzalar, temsili oy kullanımı ve benzeri kolektif politik eylem biçimlerini bilinçli bir biçimde deneyimledikleri ölçüde yığınsal politik grevin koşulları da olgunlaşacaktır. İlerici niteliklerini koruyan sendika yöneticileri, bu nedenle tabandan yükselen talepleri pasif biçimde beklemek yerine, düzenli bir biçimde yoklamalı ve çözümün kendi örgütleri dışından gelmesini beklemekten vazgeç
- Sağın, eski ya da yeni tüm bileşenleriyle kendi içinde uzlaşma ve ittifak kurma kapasitesini daima koruduğu; dün Sinan Oğan’ın üstlendiği rolün, yarın başka bir popüler sağ figür tarafından üstlenilebileceği gerçeği, iktidara biat etmeyen sağ görüşlü gençlere aktarılabilecek iletişim kanallarının inşasını zorunlu kılmaktadır. Bu doğrultuda, değişim arzusunu taşıyan gençler için yalnızca kendilerini ifade edebilecekleri değil; aynı zamanda birlikte düşünebilecekleri, ortak üretimlerde bulunabilecekleri ve dayanışma ilişkileri kurabilecekleri kültürel ve sanatsal alanların—özellikle bu öğeleri bir araya getiren festivallerin—düzenlenmesi, sağın dışında kalan kesişim kümelerinden sola doğru bir siyasal geçişkenliğin ivme kazanmasına olanak sağlayabilir.
1. https://www.gazeteduvar.com.tr/ipsostan-ruh-sagligi-raporu-turkiye-ikinci-sirada-haber-1675866 2. https://ankahaber.net/haber/detay/isig_meclisi_son_on_iki_yilda_en_az_2_bin_664_genc_isci_yasamini_yitirdi_222167 3. Yepisyeniturkiye.com bu açıdan türkçedeki ilk “solcu chat botu” olmuştur. 4. https://www.evrensel.net/haber/517986/turkiye-ve-silinin-grev-karnesi