Umudun Seli: Z Kuşağı

Atakan Özsan27 Mart 2025

Hayat hep “akıp giden” bir nehir olarak tarif edilirken, aynı zamanda hep de aynı kaldığı söylenir. Bu iki söylem birbirlerine oldukça zıttır, zira akıp giden bir şeyin değişmeme ihtimali bulunmaz. Bir cisim, dinamik halinde ismen aynı kalabilir; ancak nitelik olarak değişime uğramak zorundadır. Bu durumun en yakın örneği, 19 Mart Beyazıt eylemi ve gençliktir.

Barajın Patladığı An

18 Mart günü gençlik, pek çok kişiye göre halen umut vaat etmeyen, işe yaramaz, tembel bir konumdaydı. 18 Mart günü Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının İstanbul Üniversitesi Üniversite Yönetim Kurulu tarafından iptal edilmesiyle beraber , öğrenciler üniversitelerinin bu kararına tepki olarak 19 Mart gününe eylem çağrısında bulundu. 19 Mart sabahı, İmamoğlu’un gözaltına alınmasıyla beraber iyice belirginleşen sivil darbeye karşı tüm üniversitelerden yüzlerce öğrenci Esnaf yemekhanesi önünde buluştu. Beyazıt meydanına doğru yürüyüşe geçen öğrencilerin önüne kurulan polis barikatı yıkıldı; öğrenciler, yıllar sonra siyaset sahnesine bir özne olarak giriş yaptı.

Bu eylemi takip eden gün, binlerce öğrenci önce Beşiktaş sokaklarında, sonra Kadıköy’de yürüyüşler gerçekleştirip Saraçhane’de buluştu. Artık hiçbir siyasetçi, gençliğe değinmeden konuşmasına başlayamaz hale geldi. Bu eylemleri takip eden 21 Mart Cuma günü, öğrenciler İstanbul’daki bütün üniversitelerden onbinler olup Beyazıt Meydanı’nda “Büyük Öğrenci Mitingi”nde buluştu. Tüm bunlar yaşanırken, polisle çatışmalar devam etti; siyasetçiler öğrencilere hem umut hem de provokatör dedi. Peki, tüm bu karmaşa nereye gidiyor ve nasıl gidiyor?

Akıntıyla Beraber İlerlemek

Bir akıntıya kapıldığınızda nereye sürükleneceğinizi bilemezsiniz. Eğer akıntı güçlüyse, ters yönde yüzmek yalnızca sizi daha çok yorar. Akıntıdan çıkmak isterseniz, yana doğru yüzersiniz; eğer akıntıya teslim olmak isterseniz, kendinizi bırakır gidersiniz.

Ama biz ne akıntıya kapılmak ne de ondan kaçmak istiyoruz. Biz, bu akıntıyla birlikte ilerlemek; ilerlerken ayağımızı basacak bir zemin yaratmak ve o zeminden aldığımız güçle akıntının yönünü değiştirmeyi hedefliyoruz.

Mevcut akıntı, bizzat gençliğin öfkesidir. Gençler, yıllardır kendisine reva görülen hayatın sorumlularından hesap sormak için sokaktadır. Türkçüsünden komünistine, birçok kişi yan yanadır. Bu gençliğin heyecanı kontrolsüz bir şekilde akmakta; akademik boykottan Bozdoğan Kemeri’nde, ODTÜ’de polisle çatışmaya kadar geniş bir yelpazede yeni bir pratiğe dönüşmektedir. Mevcut durumda eylemliliklerde iç içe geçmiş iki olgu hâkimdir: öfke ve heyecan. Yıllardır yaşadığı acılardan, geleceğinin çalınmasından ve uğradığı hayal kırıklıklarından doğan öfke; siyasete etki edebilme, barikat aşabilme, on binler olabilme ihtimalinden doğan heyecan. Bu iki duygu sağlam bir zeminde birleşemediği takdirde, sonu ve amacı belirsiz, histerik eylemliliklere dönüşecektir. Mevzubahis eylemlilikler bir kazanım bu haliyle bir kazanım sağlamamakta, aynı zamanda suni bir “başarmışlık” hissiyatı yaratarak bir nevi gaz alma işlevi görmektedir. Bizim sorumluluğumuz, bu eylemliliklerle kavga etmek değil; en hızlı biçimde bu akıntıda ayağımızı basıp güç alabileceğimiz zeminleri yaratmaktır.

Biriken Parçalardan Zemin Yaratmak

Bir akıntı — bir dere — hiçbir zaman sadece sudan oluşmaz. Su ile birlikte çakıl, toprak ve dere yatağını oluşturan diğer maddeler de taşınır. Bu maddeler, bazı noktalarda birikerek akıntının yönünü yeniden şekillendirir. Eğer biz akıntıyı şekillendirmek istiyorsak, önce onun neleri taşıdığına dikkat etmeliyiz.

19 Mart tarihinden bugüne gördüğümüz en net olgulardan biri, gençliğin örgütsüzlüğü ve örgütlenmeye duyduğu ihtiyaçtır. Eylem gruplarının kalabalığı ve iletişim gruplarının kapatıldığı anlarda gelen tepkiler, bu durumun en somut örnekleridir. Bu örgütlenme ihtiyacı, kitlenin sahipleneceği gündemlerle sağlamlaştırılmalıdır.

Kabaca ifade etmek gerekirse:

  1. Halkın siyasetten tasfiye edildiği ve düzen muhalefetinin kitleleri etkisizleştirdiği bir zeminde, Erdoğan’a duyulan öfkeyle şekillenen hareket, örgütsüz kaldığı sürece savrulacak ve tıkanacaktır.
  2. Bu hareketi sağlam bir zemine oturtmak amacıyla merkezine Erdoğan karşıtlığını koyan ve çevresindeki siyaseti kitleselleşme amacıyla genişleten bir strateji izlenmelidir.
  3. Bu stratejide ortaya konan söylemler, beraberinde birtakım araçlar da doğuracaktır. Bu araçlar, birer mevzi olarak değerlendirilmelidir. Aynı şekilde, bu mevziler yalnızca savunma hatları olarak değil, aynı zamanda siyasal inşa süreçlerinin başlangıç noktaları olarak ele alınmalıdır.

İkinci maddeden itibaren biraz daha somutlaştırarak ilerleyelim. “Tayyip İstifa” sloganı, hem artık ülkemizde bir hükümet kalmamış olması sebebiyle, hem de en geniş kitleyi toplaması ve ortak nefreti örgütlemesi sebebiyle merkezde olması gereken bir söylemdir. Ancak, hayat devam etmekte ve öğrencileri hayatlarını doğrudan etkileyen sorunlar bulunmaktadır. Eğer olur da eylemlerin heyecanı azalmaya başlarsa bu sorunlar daha temel hale gelecektir. Öğrencilerin eyleme katılımı, eylemin içselleştirilebildiği kadardır. İçselleştirilebilmesi ise eylemde değinilen sorunların bireyin hayatındaki yerine bağlıdır. Bu sebeple, öğrencilerin gündelik hayatlarında karşılaştığı sorunlara dair talepler yükseltilerek daha geniş kitlelerin ortak bir sloganda buluşması sağlanmalıdır.

Bunu yaparken gerek kitleye ulaşmak, gerek kitleyi yönlendirmek ve kazanım elde etmek adına çeşitli araçlara ihtiyaç duyulur. Bu araçlar, birçok alanda boykot komiteleri, öğrenci temsilcilikleri veya kulüpler birlikleri olarak karşımıza çıkar. Araçları yaratırken, yahut kullanırken dikkat edilmesi gereken noktalar bu araçların birer kitle aracı olduğunu unutmamak ve olabildiğince bürokrasi çıkmazı oluşturmamaktır. Akıntı nereye giderse gitsin, ister artsın ister bitsin geriye bırakacağı yegane şey bu araçlardan kazanılan mevziler ve daha deneyimli, özgüvenli bir gençliktir. Toparlarken kısa vadeli hedeflerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Mevut akıntıda mevziler yaratmak.
  2. Mevcut öfkeyi alanlarda gençlerin somut talepleri haline dönüştürmek.
  3. Bütün bunları yapıp adımlarımızı atacağımız zemini sağlamlaştırırken, kazanımlar elde etmeye odaklanmak.

Türkiye’de maalesef ki Z kuşağının eylem deneyimi, “ne olacak ki?” sorusunu normalleştirmiştir. Buna karşın Beyazıt’ta yıkılan barikat ve yan yana gelen on binler ise neler olabileceğini göstermiştir. Bir sonraki günü besleyen bu enerjiyi, irili ufaklı kazanımlar ile güçlendirmek, rektörlükleri masaya oturtarak taleplerimizi kabul ettirmek hareketin sürekliliği açısından büyük önemdedir. Gençlik kendisini bir özne olarak dayatma fırsatı bulmuştur. Bu fırsatı değerlendirebilmek yine biz gençlere, özellikle örgütlü gençlere düşer. Sorumluluğumuz yalnızca birkaç maddeye değil, AKP karanlığına karşı bir umut ışığı bekleyen tüm emekçi sınıfına karşıdır.

İLGİLİ İÇERİKLER