Şimşek Politikalarının Gidişatı ve Muhalefet(ler)

Özgür Orhangazi1 Kasım 2024

2023 seçimlerini takiben Haziran ayında ekonominin başına getirilen Şimşek’in uygulamaya soktuğu politikaların iki ana hedefi olduğunu daha önceki yazılarda ayrıntılı bir biçimde anlatmıştım.[1] Bu hedeflerden ilki, 2021’den itibaren uygulanan düşük faiz politikası döneminde iyiden iyiye bozulan döviz dengesini yeniden tesis etmek; ikincisi de yine aynı dönemde yaşanan reel gelir kayıplarını kalıcılaştırmak olarak özetlenebilir. Bu yazıda ise Şimşek yönetiminin bu hedefler doğrultusunda şimdiye kadar yaptıklarını inceledikten sonra uygulanan politikalara karşı ortaya çıkan muhalefet(ler)i değerlendiriyorum.

Döviz Dengesi

Döviz açığı, Türkiye ekonomisinin ana sorunlarından birisi olarak her dönem karşımıza çıkmaktadır.[2] Bu açığın arkasındaki temel sebep, Türkiye’nin toplam ithalatının, bazı kısa dönemler hariç, toplam ihracatının üzerinde seyretmesidir. Yapılan ithalatın oldukça büyük bir kısmı ise makine, teçhizat ve ara mallarından oluşmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye ekonomisi üretimi sürdürmek ve büyümek için ithal girdilere bağımlıdır. Ancak, ihracattan elden edilen dövizin genellikle ithalatı karşılamamasından doğan döviz açığı ancak dış sermaye girişleri ile karşılanabilmektedir. Dış sermaye girişleri ise uluslararası finansal yatırımcıların yaptıkları yatırımların karşılığında aldıkları faiz ve kâr paylarını yurtdışına çıkarmaları nedeniyle uzun vadede daha fazla döviz ihtiyacına yol açarak sorunu derinleştirmektedir. Bu sorun Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Hindistan, G. Afrika, Arjantin, Brezilya, Pakistan, Mısır gibi ekonomiler de değişik derecelerde benzer bir yapısal soruna sahiptir. Sorunun kökeninde ise bu ülkelerin uluslararası iş bölümü içerisinde bulundukları pozisyon yatmaktadır.

2021’de ekonominin başına getirilen Nebati döneminde hem uygulanan düşük faiz politikası hem de merkez ülkelerin uyguladıkları yüksek faiz politikaları nedeniyle daralan küresel likidite koşulları dış sermaye girişlerini yavaşlatmıştı. Bu dönemde döviz açığı sorunu Merkez Bankası’nın döviz rezervleri kullanılarak giderilmeye çalışılmış, rezervler yetersiz kaldığında ise Merkez Bankası çeşitli yollardan döviz borçlanmış, net döviz rezervleri eksiye dönmüştü. Haliyle sürdürülebilir olmayan bu yaklaşım yerini ortodoks olarak nitelendirilen yüksek faizle dış sermaye çekme yaklaşımına bıraktı. Şimşek ve ekibi ise önce TL’nin ciddi bir biçimde değer kaybetmesine izin verdi; bir yandan da faiz oranlarını hızlıca yükseltti. Böylelikle TL dış yatırımcılar için hem ucuz hem de yüksek getiri sunan bir para birimi haline getirilerek dış sermaye çekilmeye çalışıldı.

Ancak dış sermaye için, özellikle de kısa vadeli dış sermaye için, yüksek faizler ve ucuz TL yeterli değildi. TL’ye yatırım yaptıklarında TL’nin ileride yaşayacağı değer kaybının kazanacakları faiz gelirinden yüksek olmaması gerekiyordu. Bunun farkında olan Şimşek yönetimi döviz piyasalarının kontrolünü elden bırakmadı ve TL’nin kontrollü bir biçimde değer kaybetmesi için Merkez Bankası aracılığıyla piyasaya müdahalede bulunmaya devam etti. Böylelikle TL’deki değer kaybının faiz oranının altında kalması için çaba sarf etti.

Bir yandan kısa vadeli spekülatif uluslararası finansal sermayenin buna ilgi göstermesi bir yandan da yurtiçindeki şirket ve bankaların yurtdışından borçlanmalarını artırmasıyla birlikte bu konuda bir miktar başarı kaydedildi. Ancak Nebati döneminde eksiye düşen Merkez Bankası döviz rezervleri yeniden artıya geçse de dış sermaye şimdiye kadar Türkiye’de daha uzun vadeli yatırımlara pek yönelmedi.

Şimşek göreve geldikten sonra kurda yaşanan yükseliş ise hızlı bir biçimde fiyatlara yansıtıldı, takip eden aylarda enflasyon hızla yükseldi. Haziran 2023’te yüzde 38.2 olan TÜİK enflasyonu Haziran 2024’te yüzde 71.6’ya kadar çıktıktan sonra Eylül’de 49.4’e gerilese de halen Şimşek görevi devraldığındaki enflasyon oranının üzerinde. Buna karşılık Haziran 2023’te 21.2 olan dolar kuru ise 34’ü aşmış durumda.

Görünen o ki döviz dengesi şimdilik sağlanmış olsa da enflasyonu hedeflenen seviyelere indirmek konusunda Şimşek politikaları şimdiye kadar başarılı olabilmiş değil. Öte yandan, yüksek faiz politikası beklendiği üzere ekonomik büyümede bir yavaşlama yaratmış durumda.

Emeğe Saldırı

Şimşek’in uyguladığı ortodoks yaklaşım esas olarak yüksek faizlerle bir yandan dış yatırımcı çekerken bir yandan da ekonomiyi yavaşlatıp ithalatı düşürerek döviz ihtiyacını da azaltmaya dayanıyor. Ekonomiyi yavaşlatmanın önemli bir sonucu da işsizliğin artması, artan işsizlik sayesinde de ücret artışlarının daha da kısıtlanması bu politikaların en önemli unsurlarından birisini oluşturuyor.

Ücret artışlarını kısıtlamak için kullanılan bir diğer yöntem de ücretlerin geçmiş enflasyona göre değil hedeflenen enflasyona göre artırılmasıdır. Bu yapıldığında, ücretlilerin geçmiş enflasyonla uğradıkları satın alma gücü kaybı kalıcılaştırılmış olacak. Nebati yönetiminin düşük faizler ve TL’nin hızlı değer kaybına izin vererek tetiklediği yüksek enflasyon, ücretleri, kıdem tazminatlarını ve emekli aylıklarını reel olarak aşağı çekti. Böylelikle çalışanların milli gelirden aldıkları pay sert bir biçimde düştü. Şimşek yönetimi ise 2024’te yıl ortasında asgari ücrete artış yapılmamasını sağlayarak genel olarak sermaye yanlısı duruşu sürdürdü.

Ücret artışlarının gerçekleşen enflasyonun gerisinde kalması, Nebati döneminde TÜİK’in enflasyon istatistiklerini manipüle etmesi ile garanti altına alınmıştı. Şimşek döneminde ise TÜİK yargı kararına rağmen enflasyon hesaplamasında kullanılan bazı verileri açıklamamayı ve dolayısıyla bağımsız araştırmacıların istatistiklerin ne kadar sağlıklı olduğunu inceleyebilmesini engellemeyi sürdürüyor.

Şimşek döneminde ücret artışlarının gerçekleşen enflasyonun gerisinde bırakılması daha açık bir biçimde yapılıyor. Geçtiğimiz Temmuz’da yüksek enflasyona rağmen asgari ücrette artış yapılmaması bunun ilk adımıydı. 2025 senesi için asgari ücret artışının geçmiş enflasyona göre değil hedeflenen enflasyona göre yapılması gerektiği yönündeki ısrar, emeğin ucuzlatılmaya devam edilmesinin Şimşek programının da merkezinde yer aldığını gösteriyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları ile IMF de ücretlerin baskılanmasını beklediklerini buldukları her fırsatta dile getiriyor.

Şunu açıkça belirtmekte fayda var ki ücretlerde enflasyon nedeniyle yaşanan kayıpların giderilmesinin daha fazla enflasyona yol açması için ne teknik ne de teorik bir neden var. Şirketler kendileri için bir maliyet unsuru olan ücretlerin artmasını kârlılıklarının bir miktar azalmasına izin vererek tolere edebilirler. Hele ki son dönemde şirketler kesiminin kârlılığındaki artış düşünüldüğünde. Aslına bakarsanız reel asgari ücretin sabit tutulmasını dahi tolere edemeyecek olan işletmelerin varlığını kapitalist mantık içerisinde dahi savunmak güçtür. Aslında, bu işletmelerin çalışanlarına devredilmesi işletmelerin kâr maliyetlerini ortadan kaldıracağı için enflasyonu düşürmekte de oldukça faydalı bir politika olabilir.

Şimşek’in uyguladığı ortodoks yaklaşımın önemli bir ayağını da bütçe açığının azaltılması oluşturuyor. Bütçe açığı harcamaları düşürerek ve/veya vergi gelirlerini artırarak düşürülebilir. Şimşek’in şimdiye kadar tercih ettiği yöntem ağırlıklı olarak zaten yüksek olan dolaylı vergilerin bir kısmını yükseltmek ve yeni vergiler icat etmek olarak ortaya çıkıyor. Yani ücretlerin baskılanmasına ek olarak dolaylı vergilerin artırılmasıyla da geniş kesimlerin satın alma gücü düşürülüyor.

Muhalefet Partileri

Aslına bakılırsa buraya kadar şaşırtıcı bir şey yok. Başta ücretli çalışanlar ve emekliler olmak üzere geniş kesimlerin satın alma güçlerinin çok ciddi bir biçimde düştüğü, hayat pahalılığının hemen herkesin gündemi olduğu, ekonominin yavaşladığı, yıllık enflasyon oranının halen yüzde 50’lerde seyrettiği, geniş işsizlik oranının yüzde 25’i aştığı, gelir ve servet dağılımının giderek daha da kötüleştiği bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Bu tablo, Nebati ve Şimşek yönetimlerinin ortaklaştığı emeği değersizleştirme politikalarının doğrudan bir sonucu.

Bu tablonun 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin kazandığı büyük başarının en önemli nedenlerinden birisi olduğu yönünde geniş bir kabul var. Ne var ki yapılan birkaç göstermelik eylem ve açıklamayı bir kenara bırakırsak CHP de kendisini muhalefette konumlandıran diğer siyasi partiler de uygulanan ekonomi politikalarına ve bu politikaların sonuçlarına karşı ciddi bir eleştiride bulunup muhalefet yapmaktan da alternatif herhangi bir politika önermekten de oldukça uzakta.

Aslına bakılırsa 2023 seçimleri öncesinde Altılı Masa tarafından önerilen politika çerçevesi de Şimşek’in uyguladıklarından çok farklı değildi. Ana iddia Nebati döneminde “irrasyonel” politikalar uygulandığı ve iktidara geldiklerinde “rasyonel” politikalara geçileceği üzerine kurulmuştu. Bu “rasyonel” politikaların başında ise faizlerin yükseltilmesi, Merkez Bankası’nın yüksek faiz politikasını uygulayabilmek için bağımsızlığının tesis edilmesi geliyordu. Demokrasiye geçiş ve hukukun üstünlüğünün sağlanması ile de dış yatırımcıların akın akın Türkiye’ye yatırım yapmaya gelmesi ve bu sayede hem döviz dengesinin hem ekonomik büyümenin sağlanacağı inancı yatıyordu.

Demokrasiye geçiş ve hukukun üstünlüğünün sağlanması gerçekleşmese de Şimşek’in “liyakatli” ekibinin “rasyonel” politikalara geçmesi ile birlikte Altılı Masa’yı destekleyen iktisatçıların çok büyük bir kısmı da hızla Şimşek’e desteklerini açıkladı. Bu desteği verenlerin bir kısmı Şimşek’i yer yer eleştirse de eleştirilerin çoğu kamu harcamalarının yeterince kısılmaması üzerine yoğunlaştı.

Çalışanların ve emeklilerin satın alma güçlerinde yaşanan kayıpların telafi edilmesi, iyice bozulan gelir dağılımını düzeltici tedbirlerin alınması ya da yüzde 25’i aşan geniş işsizlik oranının düşürülmesi gibi şeyler ne Şimşek’in ne de muhalefetin gündemine girebildi. Dahası enflasyonla mücadelenin yükü sadece çalışanların sırtına yıkılmamalıdır diyenler dahi yüksek enflasyon döneminde kârlılık rekorları kıran sermayeyi söz konusu dahi etmemekte. Dile getirilme sıklığı son zamanlarda biraz azalmış olan “yapısal reform” çağrıları ise biraz altını kazıdığınızda esasen işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi (yani iş güvencesinin tamamen ortadan kaldırılması) ve kıdem tazminatı ve emeklilik gibi kazanımların aşındırılması ya da ortadan kaldırılması önerileriyle sınırlı kalıyor.

Başta CHP olmak üzere muhalefetteki partilerin hemen hepsinin Şimşek politikalarını açıktan ya da örtülü olarak destekliyor olması, iktidara emek karşıtı politikalarını sorunsuz uygulamak için geniş bir alan bırakıyor.

Esas Muhalefet

Muhalefet partilerinin bu pozisyonuna rağmen esas muhalefet, birçok iş yerinde birbirinden kopuk olarak ortaya çıkan işçi direnişleri, çiftçi eylemleri ve yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yağmalanmasına karşı gelişen çevre direnişlerinde kendisini gösteriyor. Önemli bir kısmı medyaya yansımayan bu esas muhalefet “AsPlastik, Polonez, Fernas Madencilik, CarrefourSA, Akcanlar Tekstil, Lezita, Mersen, MKB Rondo, Eker, Elba Bant, Sarar, Tarkett, Bekaert, Tolsa, Filieda işçilerinin direnişleri”nden “özel sektör öğretmenlerinin taban maaş talepleri ve yaz aylarında Ankara’da gerçekleştirdiği nöbet eylemi, kamuda ve belediyelerdeki taşeron işçilerin kadro hakkı talebi, öğretmenlerin “eğitimden tasarruf olmaz” diyerek yürüttüğü mücadele”ye[3] kadar geniş bir alana yayılıyor.

Öte yandan, ürettikleri ürünlerin fiyatları maliyetlerinin altında kalan çiftçilerin 2024 yazında Bursa, Balıkesir, Bilecik, Kahramanmaraş, Gaziantep, İzmir, Aksaray, Rize, Konya, Eskişehir, Yozgat ve Burdur’da yaptıkları protesto gösterileri sadece ücretli emekten değil çiftçilerden de uygulanan politikalara karşı ciddi bir muhalefetin yükseldiğini gösteriyor.[4]

Bir de yaşam alanlarını, tarım arazilerini ve çevreyi savunmak üzere “Afyon’da, Ordu Ulubey’de, Aybastı’da, Trabzon Araklı’da, Tokat Şehitler köyünde, Sivas Bakırtepe’de Diyarbakır Hasandin’de, Artvin Arhavi’de ve Cerattepe’de maden şirketlerine karşı direnenler, Antalya Doyran’da, Giresun Çanakçı’da, Trabzon Hayrat’ta, Çemişgezek’te, Polatlı’da HES’lere, İzmir Çeşme’de, Karaburun’da, Samsun Hacıdede köyünde, Aydın’ın Dağyeni köyünde, Savşat’ta, Kocaeli Kandıra’da, Salihli’de, İstanbul’un Kuzey Ormanları’nda GES, RES, JES projelerine karşı”[5] çıkanları bu resme katmak gerekiyor.

Tüm bu hareketlilik, geniş kesimlerin uygulanan politikalara karşı açık hoşnutsuzluğunu ve muhalefetini göstermekte. Ne var ki bu mücadelelerin parçalı ve birbirinden kopuk hali ve alternatif bir ekonomi programına bağlanmıyor olması önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Türkiye İşçi Partisi’nin Ekonomi Programı

Nihayetinde Nebati ve Şimşek dönemleri arasında bir süreklilikten bahsedebiliriz. Nebati politikaları döviz dengesini piyasa dışı çeşitli mekanizmalarla sürdürmeye çalışırken, Şimşek bu dengeyi ekonomiyi yavaşlatmak pahasına yüksek faizlerle sağlamaya çalışıyor. Nebati politikaları geniş çalışan kitlelerin satın alma gücünü yüksek enflasyonla eritirken, Şimşek ücret artışlarını enflasyonu düşürmek adına sınırlamaya çalışıyor. Nebati politikalarının eleştirisini sahte “rasyonel/irrasyonel” ve “liyakatli/liyakatsiz” ikilemi üzerinden kurmayı tercih eden muhalefet partileri ise göreve “liyakatli” bir ekibin gelmesi ve “rasyonel” bir ekibin gelmesiyle birlikte pratikte bu sermaye yanlısı politika çerçevesini destekler bir konuma geçti. Dolayısıyla yoksulluk, artan sömürü oranları, doğanın ve yaşam alanlarının hızla talanı karşısında birbirinden kopuk bir biçimde ortaya çıkan işçi, köylü, çevre hareketleri, ülkenin dört bir yanını sarsa da muhalefetin neredeyse ilgisini bile çekmiyor.

Türkiye İşçi Partisi’nin geçtiğimiz günlerde sunduğu ekonomi programı bu anlamda ileriye yönelik atılmış olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu program, Türkiye kapitalizmi içerisinde dahi geniş kitlelerin ekonomik durumunu iyileştirebilecek politikaların ve bu politikaları uygulayabilecek kaynakların mevcut olduğunu göstermesi açısından önemli.[6]

Polonyalı Marksist iktisatçı Michal Kalecki 1943’te yazdığı bir makalesinde kapitalist bir ekonomide dahi işsizlik sorununun teknik olarak çözümünün var olduğunu vurguladıktan sonra meselenin “doğru politikalar” geliştirmek olmadığının, esas meselenin sınıflar arasındaki güç dengesi olduğunun altını çiziyordu.[7] Kalecki’ye göre tam istihdamı sağlayacak politikalar kolaylıkla tasarlanabilecek ve uygulanabilecek olsa da tam istihdam kapitalistlerin çalışanlar üzerindeki gücünü önemli ölçüde azaltacağı için kapitalistler açısından kabul edilemezdi. Ellerinde işsizlik tehdidi kalmayan kapitalistler, toplum içerisindeki siyasi güçleri de zayıflayacağı için sadece ekonomik nedenlerle değil siyasi nedenlerle de tam istihdama karşı çıkacaklardır.

Kalecki’nin yaklaşımını bugünün Türkiye ekonomisi için uyarlarsak, bugün Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu şartlar içinde dahi emekten ve çevreden yana, çalışanların, emeklilerin ve genel olarak halk kitlelerinin durumunu iyileştirecek politikalar tasarlanabilir. Ancak nihayetinde esas mesele, bu politikaları sahiplenecek güçlü bir hareketin ortaya çıkıp çıkmamasıdır. Bu olmadığı sürece Nebati, Şimşek vs. eleştirileri yazmaya, sistem içi ya da dışı alternatif politika önerileri üretmeye devam etsek de gidişatta pek bir değişiklik bekleyemeyiz.

[1] Bkz. “Sermayenin İki Programı”, https://ozgurorhangazi.com/2024/03/12/sermayenin-iki-programi/ ve “Şimşek ‘Programı’ ve Bizi Bekleyenler” https://www.ayrim.org/dosya/simsek-programi-ve-bizi-bekleyenler/
[2] Bkz. “Türkiye Ekonomisinin Havuz Problemi” https://ozgurorhangazi.com/2024/05/23/havuz/
[3] Bu direnişler şu çağrı metninde sıralanıyor: https://hakkimiver2024.substack.com/p/hep-birlikte-hakkm-ver-demeye-herkesi
[4] Bkz. F. Öztürk, “Türkiye’de çiftçi eylemleri yayılıyor: Tarımda örgütlenmenin başlangıcı olabilir mi?”  https://www.bbc.com/turkce/articles/cdjwxj9j4e9o
[5] Bkz. Dipnot 3’teki çağrı metni.
[6] Program için bkz. https://tip.org.tr/en/halk-icin-ekonomi/
[7] M. Kalecki. 1943. “Political Aspects of Full Employment”, Political Quarterly https://mronline.org/2010/05/22/political-aspects-of-full-employment/