11 Kasım 2024 günü akşam saatlerinde İzmir’in Selçuk ilçesinde bir evde yangın çıktı. Soba devrildiği için başladığı söylenen yangında çıkan gazlardan zehirlenen, en küçüğü 1 en büyüğü 5 yaşında olan 5 çocuk can verdi. Haberlere yansıdığı kadarıyla bildiklerimiz, çocukların yangın anında evde yanlarında bir yetişkin olmadığı; çocukların babasının cezaevinde olduğu, çocuklara tek başına bakan 27 yaşındaki annenin geçimini hurdacılık yaparak sağladığı. Kadının evden çıkmasıyla geri döndüğünde karşılaştığı korkunç vaziyet arasında geçen süre ifadelere göre 15-20 dakika kadar.
Beş çocuğun yaşamını yitirdiği yangının mecliste gündeme gelmesi üzerine iktidar partisi grubu adına konuşan Özlem Zengin çocuklarını kaybeden kadın ve aile ile ilgili meseleler var diyerek bazı imalarda bulunurken, muhalefete de bir sitem savurdu: Her şeyi dönüp dolaşıp paraya bağlıyorsunuz. Zengin’in haklı olduğu bir nokta var; bu ölümlerin tek sebebi parasal değil. Mevzu çok daha derin.
Emek gücünü satarak geçinmek zorunda olanların, kendilerine ve bakım vermekle yükümlü olduklarına sağlayabilecekleri yaşam koşulları erken ve doğal olmayan ölümlere yol açıyor. Sosyal cinayet[1] de bunun gibi kaçınılmaz olmayan ölümlerin toplumun bilinçli tercihlerinin ve iktidar ilişkilerinin sonucu olduğunu vurgulamak için kullanılan bir kavram. Engels’in ilk kullandığı halinde de siyasi gücü elinde tutan politika yapıcıların gözettiği ekonomi politik öncelikler doğrultusunda işçilerin ‘çok erken ve doğal olmayan’ ölümlere sürüklendiği vurgusu öne çıkar. Geniş çapta toplumsal eşitsizliği ve adaletsizliği ortaya koyan sosyal cinayet kavramı, en savunmasız grupları ölüme iten neoliberal kapitalizmin dayattığı bakım açığının yıkıcılığını da karşılıyor.
Evde Çıkan Yangın
Polisin çektiği ‘girilmez’ bandının arkasında kalan evin fotoğraflarına bakalım. Üçü bebek beş çocuğuyla birlikte hayatta kalmaya çalışan kadının ikametgahı, bir konuttansa bir barakayı andırıyor. Uzun süreli barınma ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmamış, sağlam ve güvenli olmayan, temel yaşam olanaklarını sağlayan altyapı hizmetlerine bağlı olmayan fiziksel bir yapıda yaşamlarını sürdürüyordu bu hane. Acil ve zaruri barınma ihtiyacını karşılamak için ucuz ve kolay bulunabilecek malzemelerin bir araya getirilmesiyle amatörce inşa edildiği her halinden belli olan bu barınağın resmi düzenlemelerin dışında, ruhsatsız bir yapı olduğunu tahmin etmek zor değil. Konuta erişemediği için barakalarda hayatta kalma mücadelesini her gün yeniden veren milyonlarca haneden birinden bahsediyoruz aslında. Güvensiz koşullarda, altyapıya erişimsiz yaşam alanları ölümü üreten iktidar ilişkilerinin sistematik unsurlarından biri.
Türkiye’de mevcut konut stokunun en az yarısının mevzuat dışı, kaba tabiriyle kaçak statüsünde olduğunu söyleyebiliyoruz. Çünkü sosyal konut politikasının olmadığı yerde karşılanmayan temel barınma ihtiyacı, niteliksiz ve güvensiz enformel konut üretimiyle karşılanır. Yangın olmasa sel; sel olmasa deprem tehdidi altında sürdürülen yaşamlar da mekanların fiziksel dayanıklılığı kadar güvende. Özlem Zengin’in ‘her şeyi paraya bağlıyorsunuz’ itirazını hatırlayarak, nitelikli konut açığının yarattığı toplumsal kırılganlık hanelere verilecek maddi destekle hafiflemeyecek kadar derin. Yangının çıktığı hanenin bir komşusunun söylediği gibi:
Ailenin durumu hep kötüydü. Yardım geliyordu ama gelen yardım yeterli mi? Beş çocuğun ihtiyacını karşılayabilecek durumda mı? Faturalar ödenemediği için evin elektriğini, suyunu kestiler. Elektrik su yardımı bile yapılsaydı aile rahatlardı, belki bu olay yaşanmazdı.[2]
Bir yatırım aracına dönüştürülen konutu toplumsal yeniden üretimin temel mekânı olarak piyasalardan geri alıp meta-dışılaştırmadan ölümcül bakım açığına somut ve kalıcı müdahaleler yapılamayacak. Niteliksiz enformel konut stokunun yaygınlığını, arazi üzerindeki rant baskısıyla finansallaşan konut piyasası ve değişim değerine indirgenmesi piyasa odaklı politika tercihlerinin direkt bir sonucu. Oysa politika yapıcılar, konutu meta-dışılaştırmanın yaygın ve uygulanabilir bir aracı olarak kamu mülkiyetinde sunulacak kiralık sosyal konut modellerinden haberdarlar. Bu somut politikalara On Birinci Kalkınma Planı için 2018’de tamamlanan Konut Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda[3] değinilecek kadar yakın, plana[4] dahil etmeyi tercih etmeyecek siyasi irade kadar uzağız.
“Hurda Toplamaya Gitmek” ya da Enformel Kadın Emeği
Anaakım basının “5 çocuğunu evde bırakarak hurda toplamaya gitti” şeklinde adeta kadını suçlamak için kullandığı ifadenin toplumsal karşılığı, kadının geri dönüşüm işçisi olduğu ve hurdacılıkla ailesinin geçiminin sağlamaya çalıştığı. Kısacası, kadının kayıtdışı/enformel işçi olduğu ve diğer kayıtdışı işçiler gibi kamusal bakım hizmetlerine erişimi olmadığı. Komşusunun ifadesiyle:
Anne akşamüstü çuvalını alıp geçimini sağladığı hurdaya çıktı. Döndüğünde bize seslendiğini duyduk. Önce çocukları kayboldu zannettik. Çünkü çocuklar hep evde olduğu için ya bahçeye ya da bize gelirlerdi.[5]
Burada Türkiye’de kadınların hem ücretsiz hem ücretli emeğinin durumu tüm açıklığıyla karşımıza çıkıyor. Türkiye’de 2000’lerin başları itibariyle kadınların işgücüne katılımı özellikle tarımsal yapılardaki çözülme sebebiyle bir yükselme eğilimi göstermiş olsa da AB ve OECD ortalamasının hep altında kaldı. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de kadınların ev içi ücretsiz emeği oldu. Örneğin 2013 yılında ev içi bakım ve benzeri sorumlulukları nedeniyle ücretli iş aramayan kadınların oranı yüzde 72’nin üzerindeydi.[6] Kamusal bakım hizmeti açığı ve bu açığın hane içinde kadınların ücretsiz emeğiyle doldurulması mecburiyeti kadınların ücretli işgücüne katılımının önündeki en büyük engel. Dolayısıyla, yoksulluk ve bakım krizinin eşzamanlı derinleştiği günümüz koşullarında bekar/yalnız yoksul kadınların önündeki seçenekler ya ücretli bir işte çalışamayarak çocuklarının gıda dahil en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamamak ya da kendi bakımını üstlenemeyecek yaştaki çocuklarını tüm risklere rağmen hanede yalnız bırakarak üç kuruş için kayıt dışı çalışmak. Komşusunun ifadesinde de görüyoruz ki, “çocuklar hep evde” çünkü kadının ücretli işine giderken çocuk bakım desteği alabileceği bir kamu kreşi yok örneğin.
Türkiye’de 2018 yılında kayıt dışı istihdam oranı toplam istihdamın %33,4’ü, erkek istihdamında %29,4 ve kadın istihdamında %42,1’di. Bu durum, 2020’li yılların çoklu krizleriyle daha da çarpıcı bir hal aldı. Nitekim 2024’ün üçüncü çeyreği itibariyle Türkiye’de resmi istihdam oranı yüzde 49,6, kayıtlı ve tam zamanlı istihdam ise yüzde 34,5. Erkeklerde yüzde 67,2 olan resmi istihdam oranı kadınlarda yüzde 32,4 iken, kayıtlı ve tam zamanlı istihdam oranı erkeklerde yüzde 49,6, kadınlarda ise yüzde 19,6. Dolayısıyla bugün Türkiye’de 5 kadından 4’ü kayıtlı ve tam zamanlı istihdamdan dışlanmış durumda.[7]
Selçuk’taki trajedide de karşımıza çıkan, neoliberalizmle birlikte küçük ölçekli çiftçi hanelerin proleterleşme süreçleri ile eşzamanlı ilerleyen kırsal ve kentsel alanlarda kayıt dışı sektörün genişlemesiyle kadınların bu kayıtdışı sektörün optimal işçisi haline gelmesi sürecinin bir yansıması. Nitekim bu kayıtdışı işlerde kadınlar işçi değil ev kadını olarak tanımlanır, istatistiklere dahil edilmez ve iş yasalarıyla korunmazlar. Dahası, enformel istihdam kadın değil aile üzerinden kurgulanan sosyal politikalarla da desteklenmiş olur ve sosyal güvenlik sistemine dahil edilmeyen kadınların hane içinde kocalarına veya babalarına bağımlı rolleri de yeniden üretilmiş olur.
Marksist-feminist ekonomi politiğin önemli isimlerinden Maria Mies, kadınların ücretli işçi olarak sermaye tarafından sömürülmesinin ev içinde sömürülme koşulları tarafından belirlendiğini “evkadınlaştırma” kavramıyla açıkladı. Mies’e göre, küresel kapitalist birikim için en ideal işgücü yaygın kabulün aksine erkekler değil kadınlardır. Nitekim evkadınlaştırma ideolojisinin ürünü olarak kadınların işçi değil de ev kadını olarak tanımlanması yalnızca yaşamı üretirken değil, meta üretirken harcadıkları emeği de görünmez kılar. Böylece kadınlar, işgücüne “özgür ücretli işçi” olarak değil “gelir getirici faaliyetle uğraşan ev kadınları” olarak girer ve emek gücünü erkeklerden çok daha ucuza, sosyal hak ve sosyal güvenlik talep etmeksizin satabilirler. Dolayısıyla kapitalist patriyarka, ev kadınlığı ideolojisini evrenselleştirerek kadınların yalnızca ücretsiz emeğini doğallaştırmaz, ücretli emeğini de iş değil aktivite olarak tanımlayarak doğallaştırır. Bu mistifikasyondan da devasa bir fayda sağlanır. Anaakım basın ve siyasetçiler nezdinde de kadının ağır sömürü koşullarında icra ettiği geri dönüşüm işçiliği değil, “5 çocuğunu evde bırakarak hurda toplamaya gittiği” görülür.
Evden Çıkarken Kilitlenen Kapı
Yangınla ilgili haberlerde ısrarla altı çizilen bir diğer bilgi de kadının çıkarken evin kapısını kilitlemiş olduğu. Paylaşılan bilgileri birlikte değerlendirince, evin organize sanayi bölgesine yakın, tarım arazisi ile çevrili ve kentsel yoğunluklu yerleşim alanının çeperinde bulunduğu sonucunu çıkarabiliyoruz. Bu konuma sahip bir yaşam alanında “kilitlenen kapı” bilgisinin bir ihmal/hata çağrışımı yapması, yaşam alanlarının çocuklar için fiili tekinsizliğini yok saymak olurdu.
Ücretli iş ile ücretsiz bakım emeği arasında emekçilerin zaman yoksulluğuyla baş etme yolları, gücü yetenler için piyasa koşullarında bakım hizmeti satın almak yetmeyenler için de hane içi çözümlere dönmekle sınırlı. Hanenin dışında ve ötesinde kurgulanmamış bakım rejiminden hane içinde kalmayı ekonomik olarak sürdüremeyen kadın için geriye ölümcül olabilecek bir bakım açığı kalıyor. Bakım yükümlülüğünün kamusallığının eridiği ve neredeyse tamamen özelleştirildiği bakım rejiminde konut, bakımın niteliğini de belirleyen temel mekânsal bağlam haline geliyor. Bu mekânsal bağlam konutun fiziksel ve yapısal niteliğinin ve sağladığı özel alan koşullarının ötesinde, haneler arasında ve aile bağı dışında kurulacak toplumsal dayanışma ilişkilerinin de belirleyicisi oluyor. Hanelerin birbiriyle ilişkisini ve bakımı kamu kurumlarının müdahalesi ötesinde de kamusallaştırmanın temel altyapısını konut dışı mekânın kamusal kullanım değeri; güvenliği ve erişebilirliği belirliyor.
Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel’in olay sonrasında yaptığı duyuruda[8] “öfkeliyiz ve sorumluluk hissediyoruz” ifadesinin önemini kavrayıp, peşine düşüp bu sorumluluğun bir histen öte bir eyleme dönüşmesi için bir çağrı olarak almak gerekir. Kadının evden çıkarken kilitlemek durumunda kaldığı kapıyı, başka türlü bir bakım rejimine; toplumsal yeniden üretimin kamusallaştığı bir siyasallaştırmaya açmalıyız. Toplumsal bakım açığının özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler için ölümcüllüğü ortadayken, hanelere sağlanan sosyal desteklerin sınırlarını da en yakıcı halleriyle görüyoruz.
Toplumsal Yeniden Üretim Krizinin Şiddeti
Marksist feminist Nancy Fraser’ın ifade ettiği biçimiyle, toplumsal yeniden üretim çelişkisi hem kapitalizme içkindir hem de kapitalizmin farklı çevrimlerinde farklı biçimler alır. Devletin toplumsal yeniden üretim ve bakım rolünden büyük ölçüde çekildiği neoliberal kapitalizm döneminde bakım ve toplumsal yeniden üretim yükü piyasa, hane ve enformel ilişki ağlarına devredilmiştir. Sonuçta, bakım ve toplumsal yeniden üretim, maddi olarak gücü yetenler için piyasada satılan bir metaya dönüştürülerek, gücü yetmeyenler için aile içine transfer edilerek özelleştirilmiştir. Dolayısıyla kapitalizme içkin olan yeniden toplumsal üretim çelişkisi neoliberalizmle birlikte derinleşmiş ve bu çelişki tıpkı kapitalizmin önceki çevrimlerindeki gibi toplumsal cinsiyetli olduğundan kadınların emek sömürüsünü de şiddetlendirmiştir.[9]
Türkiye’de de genel olarak neoliberalizmle özel olarak da içinde bulunduğumuz çoklu krizlerle birlikte devletin bakım ve toplumsal yeniden üretim rollerinden çekilmesiyle kadınların ev içi ücretsiz emek sömürüsünün şiddetlenmesi; işgücü piyasalarında kadınların hali hazırdaki güvencesiz konumlarının derinleşmesi; kadını aile içine hapsetmeye ve kadınların bedenini tahakküm altına almaya yönelik sosyal politikalara yönelinmesi; gıda krizi, konut krizi, iklim krizi, deprem gibi kriz ve felaketlerin kadınların sırtına yüklenen yaşamı üretme ve yeniden üretme sorumluluğunu icra koşullarını daha da güvencesiz hale getirmesi otoriter bir siyasal rejim altında yaşadığımız toplumsal yeniden üretim krizinin tezahürleri. Toplumsal yeniden üretim krizi derinleştikçe ölümcülleştiği ve bu sistematik şiddetin en büyük mağdurlarının da toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin dayattığı şekliyle kadınlar ve makbul görülmeyen LGBTİ+ bedenler ile sistematik bakım açığından en çok etkilenen çocuklar oluyor.
Toplumsal yeniden üretimin hem gündelik hem de kuşaklar arası yaşamın devamlılığını sağlayan süreçlerini ‘ekonomik’ üretimden ayrı tutma eğilimi, neoliberal kapitalizmin temel özelliklerinden biri. Bu sistem için kutsal aile savunusu, ölümü üreten yapısal sorunların tüm sorumluluğunu hane içine sıkıştırmanın en düşük maliyetli yolu. Kapitalizmin patriyarkaya neden sıkı sıkıya sarıldığını da yine kutsal aile kurumu üzerinden, yaşamı yeniden üretme sorumluluğunun tüm emek yoğun süreçlerini kadının sırtına yükleme üzerinden kurulan ittifak üzerinden okuyabiliyoruz.
Zengin’in imasında gizleyerek, cenazede konuşan bazı aile yakınlarının daha direkt şekilde dile getirdiği annenin hayat tarzı, ‘aile’ içinde olan problemler mahkemede değerlendirilip bu cinayetlerin sorumluluğunun kadına yüklenmesi de olası görünüyor. Patriyarkal kapitalizmin ölüm üreten çoklu krizlerine karşı verilecek politik mücadelenin önceliklerini de bilinçli politika tercihlerinin piyasayı gözeten öncelikleri ve sırtını yasladığı toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin ifşası belirleyecek.
[1] Friedrich Engels, 2013. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Çeviren: Oktay Emre, Ayrıntı Yayınları. [2] https://www.evrensel.net/haber/533798/5-cocuk-hayatini-kaybetti-yangin-degil-yoksulluk-can-aldi [3] Konut Politikaları Özel İhtisas Komisyon Raporu, 2018. https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2020/04/KonutPolitikalariOzelIhtisasKomisyonuRaporu.pdf [4] On Birinci Kalkınma Planında kamunun konut piyasasında denetleyici, düzenleyici, yönlendirici yönü vurgulanıyor: https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/07/On_Birinci_Kalkinma_Plani-2019-2023.pdf [5] https://www.evrensel.net/haber/533798/5-cocuk-hayatini-kaybetti-yangin-degil-yoksulluk-can-aldi [6] Senem Oğuz (2020) İşgücü Anketlerinden Türkiye’de Ücretli-Ücretsiz Kadın Emeği Üzerine Gözlemler: 2008 Krizinin Etkileri. Praksis 52: 35-67. [7] https://arastirma.disk.org.tr/?p=12191 [8] Basına ve Kamuoyuna; Üzgünüz, öfkeliyiz, sorumluluk hissediyoruz… https://www.selcuk.bel.tr/basina-ve-kamuoyuna [9] Nancy Fraser (2017). Crisis of Care? On the Social-Reproductive Contradictions of Contemporary Capitalism. Tithi Bhattacharya (Ed.), Social reproduction Theory: remapping class, recentring oppression içinde (s.21-36). London: Pluto Press.