Listeler yapmayı seviyoruz: tıpkı doğanın kendisi gibi tüm boşlukları doldurmayı, bir şeyleri sağlam çerçeveleyen, gerekli her unsuru içine dahil etmekten geri durmayan paketleri, setleri, dört dörtlük şeyleri seviyoruz. Hele de zamanın ruhuna uygun biçimde hazır bir reçete, kolay yutulan bir hap suretinde sunulmuşsa, bayılıyoruz. Okuduğunuz yazının başlığı da bu sebeple ‘onedio’ dilinde yazılmıştır; bizi dayanılmaz cazibesine ve her sorunumuzu çözme yetisine mahkûm ederek kendisine tıklamak zorunda bırakan ve geri dönüp bakılmamak üzere yer işaretlerine kaydedilecek muhteşem clickbaitlerin diliyle.
Yakın zamanda birçok değerli yazar, yayınevi ve sosyal medya kullanıcısı tarafından Türkiye’deki eylemselliğin de etkisiyle sosyalizme veya Marksizme ilgi duyanlar için okuma listeleri yapılmaya başlandı. Tarihsel materyalizmden diyalektik materyalizme, ekonomi politikten doğa bilimlerine, Marksist antropolojiden kurgusal metinlere değin gerekli okumaları kapsayan, değerli listeler ortaya çıktı.[1] Bu listelerin -benim yapacağım da dahil- hepsinde kronik bir sorun bulunduğunu iddia ediyorum: Sosyalizmin dünyanın dört bir tarafında konuşulduğu, herkesin “şu ana akım şey her ne ise öğrenelim” kaygısı duyduğu çağlarda ortaya konulmuş eserleri -yani öylesi bir meraka yanıt olarak üretilmiş, tedaviye cevap vermeye hazır bünyelere göre formüle edilmiş eski ilaçları-, herkesin sevdiği deyişle ‘kültürel hegemonya’mızın bittiği bir çağda, hala aynı merak söz konusuymuşçasına listelemeyi, başkaldırmamız gereken bir mecburiyet ve çok daha büyük bir entelektüel krizin göstergesi olarak görüyorum.
Bu kriz, belki de önerilen kitapların nasıl bir olaylar silsilesi sonucunda ortaya çıktığını göz ardı etmekten ileri geliyor. Sözgelimi, Anti-Dühring kitabını düşünün: Engels, Eugen Dühring’in ‘karşı konulamayan’ yayılımına bir son vermek için, Anti-Dühring’i yazmak zorunda kalmıştı. Diğer deyişle, Bay Dühring ve düşünceleri o kadar hegemonik bir sorun yumağı haline gelmişti ki, Engels, ona verdiği yanıtlar üzerinden düşünce tarihimizin en kapsamlı açılımlarından birini yapmaktan kaçınamadı. Kuşkusuz, bu, katiyen artık Bay Dühring’i kimse tanımadığı için Engels’i okumamak gerektiğine çıkmaz; tam tersine, isabetsiz düşünce akımlarındaki zararlı yanları elemek ve içlerinde saklı bir cevher varsa bunu su yüzüne çıkarmak için kaleme alınan bu metinler (Marx’ın Hegel’i tersyüz edişini düşünün), çoğu zaman, çağlar boyunca okunulası kültleri ortaya çıkarır. Daha da iddialı bir ifadeyle, düşünce tarihimizdeki neredeyse bütün büyük açılımların -tüm kesintileriyle birlikte- bu örüntüyü takip ettiği söylenebilir.[2]
Bu örüntü, yalnızca bireysel entelektüel faaliyetin değil, entelektüel alanın da nasıl şekillendirilmesi gerektiğine dair ipuçları barındırır. Yani Engels’e Anti-Dühring’i yazdıran ölçüt, Bay Dühring’in fikirlerinin ne kadar sorunlu olduğundan ziyade, bu fikirlerin haddinden fazla karşılık buluyor olmasıydı. Dolayısıyla, entelektüel alanın da karşıt ideolojik formasyonların hegemonik durumdaki görünümleriyle mücadele etme izleği üzerinden kurgulanması gereği, öncelikli bir hakikat olarak karşımıza çıkıyor. Haliyle, kitap önerirken, sosyalizmin zaten merak edildiği ve temel teorisinin doğru kitaplarla kolayca özümsenebileceği varsayımı üzerinden değil, sosyalizmin karşısındaki ideolojik formasyonların o gün nasıl belirdiğine ve ne kadar hegemonik olduklarına göre, yani mücadele edilecek somut soruna göre bir liste yapmak gerekiyor.
Bu konu, çok daha kritik bir perspektiften de önem arz ediyor: ‘merakın üretimi’. Doğan Avcıoğlu’nun son zamanlarda neden bu kadar ilgi çektiğine dair çok fazla sav öne sürüldü. Birçoğu haklılık payı taşıyan bu nedenlerden bir tane de biz üretelim: Avcıoğlu’nun ana akım olmadığı ve görülmemiş, gözden kaçmış bir çözümün Avcıoğlu’nda ortaya çıkarılabileceği hissi. Avcıoğlu’nun çalışmalarının özellikle bu topraklara dair alternatif bir tarihsel anlatıyı aksettirmek konusunda muazzam başarılı olduğunu teslim etmek gerekir. Ne var ki, Türkiye’nin Düzeni’ni bestseller kılan satın alma furyası, kitabın bu özelliği neredeyse hiç kamusallaşmadan gerçekleşmişti: Onu 60 yıl sonra yeniden popüler kılan, hakkında pek de bir yargı bulunmaması, fakat geçmişte gerçekten sonrasında tekrar denenmemiş bazı pratik girişimlerde bulunmuş olmasıydı. Senelerdir -iyi veya kötü- Mahirlerin, Denizlerin yaptıklarını deniyorduk: Belki de yapılması gereken başkaydı ve belki de orada yazılanlar, bugün için anlamlı olabilirdi (tabii ki hakikat, bundan daha farklı ve karmaşık). Yine de bu konulara yeni merak salan kimse için, her eski metin, mağlup olmuş bir deneyimi hatırlatıyor; kaybetmiş bir düşüncenin neferi veya mucidi olmayı. Dolayısıyla, muhtemelen sosyalizmi öğretecek değil, sosyalizmi gerçek anlamıyla merak ettirecek bir giriş yapmak, en kritik ödevlerden biri gibi duruyor.
Bu listeleri yapan değerli araştırmacılar, her ne kadar listeyi zaten sosyalizme ilgisi açık olan gençler için yaptıklarını söyleyebilecek olsalar ve bu haklı olsa da, bahse konu savunma, Türkiye’de örgütlü kimselerin dahi ciddi çoğunluğunun birer ‘sezgisel sosyalist’ olduğu gerçeğini, yani ‘yeni bir bilimsel dünya görüşü olarak sosyalizm’e sandığımızdan daha az ilgi duydukları, daha çok toplumsal adaletsizliğe karşı kolektif aksiyon arayışıyla hareket ettikleri gerçeğini göz ardı ediyor. Çoğu genç, önerilen bu “temel eserleri” gündelik yaşamlarına tercüme edebilecekleri köprüler epey uzun ve dolambaçlı olduğundan, okumalarını güçlükle yapıyor veya genç işçilerde görüldüğü üzere, yaşamsal imkansızlıkları ve dikkat ekonomisini hesaba katınca hiç yapamıyor. Zira bu kitapların okunduğu -ve anlatıldığı- zamanlarda, sosyalizm, yakın ve mümkün bir geleceği gösteren bir kutup yıldızıydı; şimdilerde ise puslu havanın ardından ışığını ulaştırmaya çalışıyor. Merakı üretmek için, önce puslu havayı dağıtmak gerekiyor.
İşte, hem ‘doğru ideolojik karşıtlığa yaslanma’ hem de bu dolayımla ‘merakı üretme’ gereklilikleri, önümüze mücadele edilecek bir takım gerçek ve yakıcı meseleleri tespit yükümlülüğünü koyuyor. En güzel örnek, herhalde safsatalar olurdu: ‘Bilim’ konseptli sosyal medya hesaplarındaki “siyahiler daha fazla suç işliyormuş, öyleyse genetik olarak siyahiler suça daha yatkınlar” tadında hızlı tüketilesi içeriklere, her zaman olduğundan daha fazla rağbet gösteriliyor. “Babaannem okuma yazma bilmiyordu ve öldü, öyleyse babaannemi cehalet öldürdü” kabilinden akıl yürütmeler, yani nedensellik ve bağıntının karman çorman edilmesi, başat ve bilimsel bir ideolojik mücadele başlığı olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla, birine Marksizmi derinlemesine kavratmaktan çok daha acil bir destek sunmak istiyorsanız, bağıntı ve nedensellik arasındaki farkı bir biçimde yüzüne çarpmayı deneyebilirsiniz; bu sayede Marx ve ardıllarını, özellikle de tarihsel materyalizmi çok daha kolay özümseyebilir. Bunun oldukça basit bir açıklaması var: Günümüzde acil ve yakıcı sorunlar olarak kabul edilen şeyler, çoğu zaman, bir öncelik manipülasyonu[3] aracılığıyla gerçek nedenleri buharlaştırılmış fenomenler. Sözgelimi, suçla mücadele sistemi iflas etmişken ve her bir yurttaş bundan mustaripken, geniş bir kitlenin suç işlendiğinde hala failin etnik kökenini soruşturmaya girişiyor olması, bize büyük bir ipucu veriyor: işte, yakıcı ve dolayısıyla merak uyandırıcı bir sorun (suçla mücadele) ve bu sorunun gerçek nedenini bulanıklaştıran ideolojik bir manipülasyon (etnisite). Şimdi şöyle bir makale yazdığınızı ve burada en yalın Marksist yönteme başvurduğunuzu düşünün: İnsanlar gerçekten etnik kökenlerinden ötürü mü suç işliyor? Muhtemelen, üretim ilişkilerinin neden yaşamın merkezinde olduğunu anlaşılır kılmak konusunda, oldukça geniş bir kitleye ulaşacaktır.
Bu hipotez karşısında, “benim adım Hıdır, elimden gelen budur” diyebilir, bu şartları karşılayacak yeterli entelektüel üretim bulunmadığı kanaatiyle, eski listeleri yapmaya dönebilirsiniz. Bu tutumunuzda gayet haklı da olursunuz. Öyleyse, Türkiye’deki entelektüellere ve düşün emekçilerine bir çağrı yapmak yerinde olur: yeni kitap listelerine değil, yeni kitaplara ihtiyacımız var. Bilimin alt-dallaşmasını ve “sistemsizliği” kutsamayan, ‘büyük teori’lere temas etmekten kaçınmayan, ideolojik sorunlara dört başı mamur ve popüler yanıtlar üreten, yöntemi yeni fenomenlerde sınayan yeni kitaplara. Doğa bilimlerinden siyasete dek, halkın egemen bilim ve düşünceye terk edildiği bir entelektüel alanda, halk için, yöntemi kullanan düşünce ve bilim üretmeye.
Yalnızca yeni kitaplar da yetmez, belki de yazılı yayın mefhumunu aşan yeni kanallara, yeni temas noktalarına ihtiyacımız var. Karşıt ideolojik içeriğin hegemonyası, üretilen bilginin -hatta yanlış bilginin- bir dakikalık videolar halinde dahi dolaşmasını sağlayabiliyor. Eğer durumumuzun yukarıda aktarıldığı gibi olduğunu kabul ediyorsak, ‘yeni yollar açmak’ daha doğru olabilir gibi görünüyor. Bunu, bir yazıyla tüketilemeyecek en önemli konulardan biri olarak şimdilik kenara koyalım. Haliyle, clickbait olmasın diye, Türkiye’nin bazı güncel ve somut ideolojik mücadele eksenlerine dokunan şöyle bir giriş listesi yapabiliriz:
- Bertell Ollman’ın Marksizme Sıradışı Bir Giriş’ine, yönteme yönelik iyi ve güncel bir giriş kitabı olarak başvurabiliriz. Sosyalizmi dört başı mamur biçimde anlamak içinse, Metin Çulhaoğlu’nun Gençlerle Baş Başa Sosyalizm çalışması, isminin aksine, her yaştan okuyucu için derleyip toparlayıcı cevaplar barındırıyor. Bu iki eserdeki ana fikir ve yaklaşımları özümsedikten sonra, artık meseleye kulak aşinalığı kazananlar, dilerlerse Maurice Cornforth’un pek yalın Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu eserini takip ederek, doğrudan Marx-Engels ile devam etmeyi de tercih edebilirler (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’ü en üstlere yazmak kaydıyla).
- Sosyalizme yönelen Reddit tipi argümanlarla ve Jakarta Metoduyla kuşatılmış bir sosyalizm imgesiyle mücadele etmek, okumalarımız esnasında bugünün çağrışımıyla kafamızda oluşacak sorulara önden yanıtlar hazırlamak için, Terry Eagleton’ın Marx Neden Haklıydı? isimli başyapıtı gündelik sorulara da cevap verebilecek bir donanım da vaat ediyor.
- Özcülükle ve meşhur karikatürde tarif edildiği gibi ‘bilimsizlik’le mücadele için, evvela insan doğası denen kurguyla tartışmak amacıyla, Norman Geras’ın Marks ve İnsan Doğası veya Sean Sayers’ın Marksizm ve İnsan Doğası eserlerinden birini, doğrudan süreci görmek için Gordon Childe’ın Kendini Yaratan İnsan’ını (ve onun temposuna ayak uydurabildiysek, Tarihte Neler Oldu’sunu), bu yaklaşımların modern bilimdeki örnek uygulamalarından biri içinse, okunması biraz güç olmasına, ele aldığı bilimsel araştırmalar epey yıllanmış olmasına ve psikolojiye ilişkin kısmı tatmin edici olmamasına rağmen, Lewontin, Rose ve Kamin’in Genlerimizden İbaret Değiliz çalışmasını -özellikle de doğa bilimlerine ilgili okuyucular için Lewontin’in kısmını- önerebiliriz.
- Hafızasızlaşma ve ümitsizlikle mücadeleye gelince, tarih okumak her zamankinden daha önemli gibi görünüyor. ‘Teori olarak tarih’i, klasik veya annales ekolünden çalışmaları, özellikle de aşağıdan tarihi çoğunluğun gözünden anlatan kült eserleri tercih edebiliriz: dünyanın hiç de bugün sandığımız gibi bir yer olmadığını ve tarihin yerinde saymadığını hatırlamak için en doğru zamandayız. Materyalist tarih tartışması, Marksizm içinde ekollerin en çok parçalandığı -ve Marks’ın hiçbir zaman dört başı mamur bir sistem içinde açıklamadığı- başlıklardan biri olduğu için, başlangıç düzeyinde bir kitap önermek zor görünüyor. Yine de kuram için, Aynur Toraman’ın Christopher Hill’i derleyerek Türkçe için yayına hazırladığı Marksizm ve Tarih isimli çalışması, önceki aşamaları sağlam geçenler için zihin açıcı olabilir. 18 Brumaire’i unutmayalım tabii! Bunların yanında, “para” ile ilişkimizin daima bugünkü gibi olduğunu sananlarda sarsıcı bir etki yaratmak ve gireceğimiz tartışmalarda yaşamımızın aslında sanılandan çok daha farklı şekillendiğini ortaya koyabilmek için, David Graeber’in Borç – İlk 5.000 Yıl isimli antropoloji araştırmasını şiddetle önermezsek olmaz.[4]
- Siyasal sorunlara dair hızlı bir farkındalık yakalamak için, Jason Stanley’nin oldukça açık ve yalın kitabı ‘Faşizm Nasıl İşler? –Biz ve Onlar Siyaseti’, nelerin birer “neden” olmaktan ziyade kurgu olduğunu anlamak için oldukça basit bir giriş sağlıyor -öncelik manipülasyonu meselesini düşünün. Analitik yöntemiyle, gündelik siyasal dilin ve anlatıların aslında bizi nasıl tercihlere mecbur bıraktığını günümüzün siyasal krizlerini ele alarak görmek isteyenler için, sadeliğiyle göz dolduran bir çalışma. Yine de bu çalışma bir sisteme yaslanmadığından ve safi üstyapıya odaklandığından, devamında insani sorunların gerçek nedenlerini araştırmak isteyenler için doğrudan Marx-Engels okumalarına başvurulabilir –1844 Elyazmaları’nda sıkça rastlandığı gibi.
- Marksizmin siyaset ve yurttaşlıkla ilişkisine dair yanıtlar bulmak isteyenlere, yabancı kaynaklar olarak, Yordam Yayınları’nın bu yıl Türkçesini yayınlayacağını düşündüğüm, bu konuda okunabilecek en doyurucu içeriklerden birini sağlayan ve Bruno Leipold’un kaleme aldığı Yurttaş Marx (Citizen Marx) eseri ile sıkça gözden kaçan bir yönden değerlendirme yapmak isteyenler için August H. Nimtz’in Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels eserini önerebiliriz.
- Marx’ın özelinde düşüncelerinin nasıl geliştiğini oldukça berrak bir çerçevede takip etmek isteyenler için muazzam kaynağımız, Ertuğrul Kürkçü’nün geçtiğimiz yıllarda Yordam için yeniden çevirdiği ‘Karl Marx, Biyografi’ eseri de, hiçbir biyografik eserle kıyaslanamayacak bir teorik altyapı ve bu altyapıya kıyasla işi oldukça kolaylaştıran bir yalınlık sunuyor. Genel olarak felsefi düşünce tarihinin ilerleyişini ve Marksizme nasıl vardığını görebilmek içinse, bir süredir Yordam Yayınları bünyesinde çevriliyor olan ve yakın zamanda yayınlanabileceğini düşündüğüm The History of Philosophy: A Marxist Perspective (Felsefe Tarihi: Marksist Bir Bakış) eseri -yazarı Alan Woods’un tüm provokatif tespitlerine rağmen- kusursuza yakın bir giriş kitabı olarak değerlendirilebilir.
Tekrarla, yapılan her listenin ayrı ayrı değerli olduğunu –clickbait listeler hariç- ve sorunun çok daha büyük bir entelektüel üretim krizinden ileri geldiğini kabul ederek, belki de artık inandıklarımızı kitap sayfalarından damıtarak, yeni yöntemlerle kamusallaştırmak gerektiği de itiraf edilmeli.
Okuma yazma dahi bilmeden artık-değer kavramını “plüvalü” olarak öğrenen tütün işçisinin hikayesini düşünün: Yeni listelere değil, yeni “plüvalü”lere ve yeni Şefik Hüsnülere ihtiyacımız var.[5]
[1] Bu yazıyla benzer kaygıları taşıdığını düşündüğüm, birçok açıdan ortaklaştığımız iki liste için bk.: https://birikimdergisi.com/haftalik/11932/bir-sol-egitim-calismasi-icin-okuma-listesi; https://www.gazeteduvar.com.tr/parti-ici-egitimi-icin-yeni-yollar-haber-1686220 [2] Bu hipoteze dair ilham verici bir çıkış noktası için: “Kavramın kendisinin ilerlemesini sağlayan şey … kendi içinde taşıdığı olumsuzdur” – Hegel, Mantık Bilimi (Büyük Mantık), çev. Aziz Yardımlı, s. 39. [3] Ekteki yazının sonunda -sınırlı sayıda olmamak kaydıyla- özetlemeye çalıştığım bir dizi ideolojik sorun hattı, ‘öncelik manipülasyonu’ başlığını da kapsayarak daha berrakça görülebilir: https://www.ayrim.org/dosya/turkiye-sozlesmesi-tek-devlet-tek-millet-tek-akil/ [4] Devamında, ilgi çeken döneme göre, GEM de Ste. Croix, Eric R. Wolf, Eric Hobsbawm, E. H. Carr, Giovanni Arrighi, Christopher Hill, E. P. Thompson, Immanuel Wallerstein, Maurice Dobb, Fernand Braudel, Perry Anderson, Ellen Meiksins Wood; niş başlıklar için Sidney W. Mintz, Wolfgang Schivelbusch, James C. Scott ve geçmiş tartışmaların iyi bir özeti için Rodney Hilton’un girişini yazdığı Feodalizmden Kapitalizme Geçiş tartışması ile Ellen Meiksins Wood’un Kapitalizm Demokrasiye Karşı eserini okuyabiliriz (Yeni okuyucu için: İngilizlerle diğerlerinin nasıl ayrıldığını araştırma gereğini not edelim!) [5] Nail Satılgan’ın hatırası. Tamamı için bakınız s. 61: https://www.devrimcimarksizm.net/sites/default/files/nail-satligan-turkiyede-kapital-cevirilerinin-tarihi.pdf