Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Hatice Nasıroğlu Konferans Salonunda düzenlenen AK Parti Batman Merkez İlçe 8. Olağan Kongresi’nde laikliğe dair yaptığı konuşmasında oldukça dikkat çekici söylemlerde bulundu. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden olan laiklik anlayışının Tekin tarafından alternatif bir biçimde yorumlanması, gerici içerikleriyle dikkat çeken Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adıyla yürürlüğe giren yeni müfredatın da bizzat Tekin’in kişisel laiklik anlayışıyla hazırlandığını da gözler önüne sermektedir. Bu yazıda Yusuf Tekin’in konuşması içerisinden bazı bölümlere eleştiriler ve çürütmeler yapılacaktır.
Vatandaşın Laiklik Anlayışı Üzerine
“Beni eleştiriyorlar. Bana diyorlar ki laik eğitim açısından senin söylediğin şey ters. Ben de diyorum ki size ters olabilir ama Batman’da, Erzurum’da vatandaşa, onun değerlerine ters değil. Bir terslik varsa sizin laiklikten anladığınız şey ve vatandaşın anladığı şeyin arasında terslik var”.[1] Konuşmanın bu ilk kısmında bakanın laiklik kavramını tarihsel gerçekliğinden koparıp yeni bir perspektife oturtmak istediği görülmektedir. Zira bakan, herhangi bir açıklama yapmadan, 1789 Fransız Devrimi ile gelişen ve Antik Yunan’da “halktan olan kimse” anlamına gelen “laikos” sıfatından türetilmiş bu kavramı, modern dönemde cumhuriyetçiler tarafından din adamlarına veya kiliseye ait olmayan kişi anlamında kullanılan bağlamından bütünüyle koparıp başka biçimde yeniden üretmektedir.[2]
Kavramlar tarihsel süreçlerde diyalektik bir biçimde değişim ve başkalaşım gösterebilirler. Zira Antik Yunanistan’da ya da Roma’da ele alınan demokrasi ya da cumhuriyet anlayışı, günümüzde deneyimlediğimizden oldukça farklıdır. Tarihsel değişimler kaçınılmazdır ve şu anda edinilen laiklik deneyimi geçmişteki ile hiçbir bakımdan bir ve özdeş tutulamaz. Ancak burada Tekin’in yaptığı bir diyalektik düşünce sürecinin yansımasından daha çok, kendi inanç ve değerler sistemiyle vermiş olduğu bilinçsiz tepkilerdir. Zira söyleminde halihazırda var olan bir laiklik anlayışının olduğu “size ters olabilir” yargısı ile kabul edilmektedir, ancak bu anlayışın doğru olmadığı herhangi bir argümantasyonal ya da bilimsel bir biçimde çürütülmeye çalışılmamaktadır. Bir terslik var ise, “siz” diye hitap etmek istediği, sizler ve bizler şeklinde ayrım ve düşmanlık yaratır bir tavırda yalnızca ve yalnızca kişisel görüşlerini bildirmektedir. Bakanın anladığı laiklik anlayışı kendi gibi olanların taleplerinin, kendi gibi olmayanlarınkini ezerek kabul edilebilir hale getirilmesi ve yapısal endoktrinasyon ve manipülasyonlarla insanları birbirine düşmanlaştırmaktır.
Üstelik Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir eğitim bakanına sahiptir ki, elinde hiçbir bilimsel veri olmadan Batman’da ve Erzurum’da yaşayan yurttaşların laiklik anlayışının öncelikle kendi aralarında birbirleriyle uyumlu olduğunu ve daha sonrasında da bizzat kendisiyle uyuştuğunu iddia edebilmektedir? Bir eğitim bakanı nasıl olur da insanların birbirlerinden her bakımdan büsbütün farklı olduklarını kabul etmek yerine onların tamamını bir genelleme içerisinde kullanıp basite indirger? Batman ve Erzurum’da geniş çaplı bir anket yapılması ve bu anket sonucuna göre bakanın ve bahsi geçen şehirlerin yurttaşlarının, laiklikten beklentilerinin örtüşüp örtüşmediği kolaylıkla anlaşılabilir. Ancak yine de Batman ya da Erzurum ne sebeple bir referans noktası olarak kabul edilmelidir ki?
Bunun arkasında yatan düşünce büsbütün, “halkın yanındayız”, “halkın sesi olmaya çalışıyoruz” mesajıdır. Ancak yine de halkın yanında olmak halkla birlikte, halk için olmaktır. Onlar adına konuşup, onlar üzerinden politik kaldıraç etkisi beklentisine girmek değildir. Zira bu tavır yalnızca farklı görüşteki yurttaşları değil, bizzat böyle olduğunun ısrar edilmesi bakımından Batman ve Erzurum’daki vatandaşları da tahakküm altına almaktadır. Böylesi buyurucu ve boyun eğdirici bir söylem, belirtilen illerdeki yurttaşların fikirlerinin başka türlü olamayacağının ve kendi ürettiği yargının kesinlikle doğru olacağının varsayımında bulunurken aynı zamanda bu fikri de yurttaşlara dikte etmektedir. Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi metninde ezilenlerin yanında olanlar, “kökenleri yüzünden, dönüşümün uygulayıcılarının kendileri olması gerektiğine inanırlar. Halk hakkında konuşurlar fakat ona güvenmezler. Oysa halka güvenmek, devrimci değişimin olmazsa olmaz önkoşuludur” der.[3] Eğer ki bakan Batman’da yaşayan yurttaşların savundukları düşünceleri böylesine önemsiyorsa 4 Kasım 2024 tarihinde oyların %64,53’ünü alarak seçilen belediye başkanı yerine atanan kayyumun halkın iradesine ne şekilde ters düştüğünü dile getirirdi. Bakan, kişisel fikirlerini, bilimsel veriymiş gibi sunarak hem dezenformasyon yaratmakta hem de Batman’da yaşayan yurttaşlara bir fikir dayatmaktadır.
Okul mu İbadethane mi?
Konuşmasının devamında, “Ben laiklikten bütün vatandaşların hangi dine inanırlarsa inansınlar dini inanç ve ibadet hürriyetinin devlet garantisi altına alınmasını anlıyorum. Sen neyi anlıyorsun?” diyor Yusuf Tekin. Bu cümle samimi olmaktan oldukça uzaktır zira Maarif Eğitim Müfredatında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12. sınıf müfredatında ve toplam 218 sayfa, Temel Dini Bilgiler dersi 9. sınıf müfredatında ve toplam 31 sayfa, Peygamberimizin Hayatı dersi 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12. sınıf müfredatında ve toplam 154 sayfa, Kuran-ı Kerim dersi 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12. sınıf müfredatında ve tam 169 sayfa ile tüm eğitim öğretim müfredatındaki İslam diniyle ilgili konuların toplam sayfa sayısı 572 sayfadır. 4. sınıftan başlayan bu dini eğitimin içinde yalnızca 11. ve 12. sınıfların son ünitelerinde Yahudilik, Hıristiyanlık, Hint ve Çin dinlerinden bahsedilmektedir. Bu ünitelerin, dini çeşitliliği ve diğer dinleri öğretme motivasyonu ile müfredata eklenmemiş olduğu açıktır. Eğer farklı inançları öğretme motivasyonu olsaydı, bu üniteler yılın sonunda değil, daha özenle ele alınabilecek bir dönemde okutulurdu. Ayrıca, eğitim yılı sonuna denk gelmesi, devamsızlıkların arttığı, öğrencilerin üniversite hazırlık telaşına girdiği bir dönemde, bu konuların ciddi bir şekilde işlenmesini engellemektedir.
Dahası, 4. sınıftan itibaren İslam merkezli dört farklı dersle büyüyen öğrenciler, 11. ve 12. sınıflarda gördükleri diğer dinlere önyargılı yaklaşmaya yatkın olacaklardır. Çünkü yıllardır süregelen bir endoktrinasyon sürecinden geçmişlerdir. Bu durum, televizyon programlarında Kürt sorunu tartışılırken bir Kürt’ün davet edilmemesi ya da Kadın Hakları üzerine yalnızca erkeklerin görüş belirtmesi gibi tek yönlü bakış açısının bir yansımasıdır. Okullarda da benzer bir durum mevcuttur: İslam dışındaki dinleri anlatması beklenen Din Kültürü öğretmenleri, İslam dini üzerine eğitim almış, hatta Sünni Müslüman olmaları bile bir norm haline gelmiştir. Böylece öğrenciler, diğer dinleri yalnızca İslam merkezli bir bakış açısından öğrenmek durumunda kalmaktadır. Devlet gerçekten tüm inançlara eşit mesafede durmayı hedefliyorsa, neden müfredatı 4 farklı İslam dersiyle doldurup bu dersleri 4. sınıftan itibaren zorunlu tutmaktadır? Bu müfredat, farklı inançları korumaktan ziyade, bireylerin farklı düşüncelere yönelmesini önlemek ve onları belirli bir doğrultuda şekillendirmek amacı taşımaktadır.
Daha sonra, “Okullarda doğal aydınlatmalı ibadet alanı şartı getirdik biz” diyor Tekin. Bunun nasıl laikliğe aykırı olduğunu anlayamadığını belirtiyor. Oldukça açık, zira böylesi bir uygulama, laiklik ilkesini benimseyen değil aksine onu çıkarlar uğruna kullanmak amacıyla yapılmıştır. İbadet alanı diyerek ve gülümsemesinin arkasına saklamak istediği alanlar aslında yalnızca ve yalnızca müslüman öğrencilerin namaz kılması için oluşturulan alanlardır. Laiklik ilkesi ise eğer bir ibadet alanı yapılacaksa burada diğer dinlerin de özgürce ibadet ettiğinden emin olunmasını önceler. Okullarda açılan ibadethanelerin içinde haç, İsa Mesih fotoğrafları ve ikonalar bulunan benzer şekilde Hıristiyan öğrenciler için de ibadet alanları açıldı mı? Yoksa bu laiklik anlayışı yalnızca müslümanlar için mi geçerli?
Bir önceki cümlede belirtilen laiklik anlayışı, ibadethanelerin devlet tekelinde ve bir propaganda aracı olarak kullanılmaması şartı ile sağlanabilir. Ancak Tekin ibadet etme yerlerini okulların içine sokarak, dini kurumları bizzat eğitim kurumlarının içine yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Laik bir biçimde herkesin özgürce ibadet etmesi savunulmalıdır. Eğer bu düşünceyi savunuyorsak iki soru sorulmalıdır, (1) Bunca camii yapılmışken ve neredeyse her sokakta bir camii varken okulların içine ibadethane açmanın laikliğe uygun olmadığı anlaşılmıyor mu? (2) Eğer okulların içine ibadethaneler açılacaksa, bunca camii inşa etmeye neden para harcanıyor?
Eğitim Bakanlığı doğrudan devlete bağlı olarak, yurttaşlardan topladığı vergilerle eğitim verdiği öğrencilerin okulu bitirdikten sonra bu vergi döngüsüne yeniden katılıp bu sistemi devam ettirecekleri beklentisiyle devlet okullarına yatırım yapar. Öyleyse, eğitim devlet tekelindedir. Laikliğin ezberlenmiş tanımı, “din ve devlet işlerinin ayrı olmasıysa”, eğitimin içine taraflı ve dayatmacı bir dini eğitim girdiği anda laiklik ilkesi ayaklar altında çiğnenmiş olur. Böylece bunca camii varken, hala okulların içine yalnızca müslüman öğrencilerin ibadet edeceği alanlar yapmak laikliğe aykırıdır. Tarikat yurtlarının, imam hatip okullarının, tarikatçı cemaatlerin vakıflarının ve her türlü basılı, sözlü, dijital yayınlarının bu denli güçlü ve politikaya doğrudan müdahil olduğu bir Türkiye’de yaşamıyor olsaydık “ibadet özgürlüğünü (!)” destekleyebilirdik ancak dinin bir araç olmaktan öteye gitmediği böylesi söylemlerin laiklik düşmanı olduğunu kabul etmek gerekir. Zira okulların içinde ibadet etme özgürlüğü herkese verilmemiş, yalnızca müslümanlar için bir ayrıcalık haline gelmiştir. Kaldı ki, camiilerde ibadet edilmesine muhalefet eden kimseler yoktur, karşı çıkılan görüş henüz daha yetişkin bile olmamış öğrencilerin bunca İslam dersi alması ve ibadet alanlarının ötekileri dışlayıcı olmasıdır. Bakan Yusuf Tekin, konuşmasında yalnızca müslüman düşüncesine uyacak laiklik ilkesini çiğneyecek eylemlerin muhalefet edenlerce dava edilmesini gerici bir tavırmış gibi göstermeye çalışmaktadır. Ancak farklı dinlerin mensuplarını asla gözetmemesi ve dini bu denli devlet işlerinin içine sokması, tarikat ve cemaatlerin eğitim programlarıyla, vakıflarıyla, yurtlarıyla işbirliği yapması söyleminin arkasında gizlemeye çalıştığı asıl niyetini ortaya çıkarmaktadır.
Sonuç
Bu konuşmada açıkça görüldüğü gibi, Bakan Yusuf Tekin’in laiklik anlayışı, bireylerin inanç özgürlüğünü gerçekten korumaktan ziyade, belirli bir inanç sistemini güçlendirmeyi ve dayatmayı amaçlayan bir yapıyı desteklemektedir. Türkiye’nin köklü laiklik ilkeleri, devletin din ve eğitim işlerini ayırarak, tüm vatandaşların inanç özgürlüğünü ve tarafsız eğitim hakkını güvence altına almayı hedeflemektedir. Tekin’in laikliği, yalnızca belirli bir inanç grubuna özgü hakları korurken, diğer inanç gruplarını dışlayarak bu ilkeden uzaklaşmaktadır. Bu bakış açısı, eğitim sisteminin de bir araç olarak kullanılmasına yol açmakta, böylece laik eğitimin temel işlevi olan sorgulayan, eleştirel düşünen ve farklı inançlara saygılı bireyler yetiştirme amacı aşındırılmaktadır. Laik bir Türkiye’de eğitim, bireyin özgür iradesini ve her türlü inanca eşit mesafede durmayı öncelemelidir; bu bağlamda, Tekin’in laiklik anlayışının eğitime verdiği zarar, çağdaş ve çoğulcu bir toplum inşa etme hedefinin önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir.
[1] Gazete Duvar. (2024, Kasım 16). Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin: Kendi icat ettiğin laikliği bana dayatıyorsun [Video]. YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=Izx3DXfDkpc&t=215s [2] Tok, N. (n.d.). Laiklik. TÜBİTAK Bilim ve Toplum Başkanlığı Popüler Bilim Yayınları. https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/laiklik#:~:text=Laiklik%20din%20ve%20devlet%20ili%C5%9Fkisini,olarak%20ancak%2020.%20y%C3%BCzy%C4%B1l%20ba%C5%9Flar%C4%B1nda [3] Freire, P. (2021). Ezilenlerin pedagojisi: 50. yıl özel basımı (D. Hattatoğlu ve E. Özbek, Çev.;23. baskı). Ayrıntı Yayınları.