Köy Enstitüleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken döneminde kırsal kalkınmayı hızlandırmak, eğitimde fırsat eşitliği sağlamak ve yeni uygulanmaya başlanan Latin alfabesini öğreterek okuma-yazmayı köylerde de yaygınlaştırmak amacıyla kurulan eğitim kurumlarıdır. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan Köy Enstitüleri Yasası ile resmiyet kazanan bu enstitüler, köylerde yaşayan halka yönelik kapsamlı bir eğitim ve kalkınma programı sunmayı amaçlamıştır. Bu yazıda, Köy Enstitüleri’nin tarihçesi, kuruluş nedenleri, eğitim içerikleri ve kapanış süreci ele alınmaktadır.
Tarihçesi
Eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki kültürel dengesizliği gidermek ve köy halkına pratik eğitim vermek amacıyla 1936’da Saffet Arıkan’ın vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanmıştır. “Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı’nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği’nde yetiştirilerek köylere gönderilir.” Bu eğitim programı, köylerdeki okuma yazma bilmeyen halkın kültürel seviyesini yükseltmeyi, köylüleri modern tarım teknikleriyle tanıştırmayı ve böylece ekonomi, eğitim ve kültür alanlarında mali yükü hafifleterek kalkınmayı hedeflemiştir. “Köy Enstitüleri’nin demiryolları kenarına ve daha çok da antik coğrafyaya yakın bölgelerde kurulmasına özen gösterilmiştir.” (Kocabaş, 2022, s.24) İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde başlayan bu uygulamanın başarı sağlaması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy öğretmeni yetiştirme faaliyetleri yaygınlaştırılmaya başlanır. Kırsal kesimi hedef alan bu eğitim projeleri, sonrasında kurulacak olan Köy Enstitülerinin yolunu açmıştır.
Hasan Ali Yücel, bu okullara özellikle Köy Öğretmen Okulu denmediğinin çünkü bu okulların içerisinde yalnızca kuramsal eğitimle sınırlı çalışmalar yapılan bir kurum olmaktan çok, ziraat, demircilik, basit marangozluk gibi pratik faaliyetler de bulundurduğunu söyler. Hasan Ali Yücel, yoğun çalışmalarını sürdürürken, bu eğitim kurumlarının 15 sene içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmen açığının kapatılabileceğini savunmuştur.
17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak, 22 Nisan 1940 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş ve şehir ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde enstitüler kurulmaya başlanmıştır. 24 maddeden oluşan bu yasanın içinde dikkat çeken bazı maddeleri şu şekilde sıralamak mümkündür: Madde 5, Madde 6, Madde 12, Madde 21.
“Madde 5- Bu müesseselerde tahsillerini bitirerek öğretmen tayin edilenler, maarif vekilliğinin göstereceği yerlerde yirmi sene çalışmaya mecburdurlar. Mecburî hizmetlerini tamamlamadan meslekten ayrılanlar devlet memuriyetlerine ve müesseselerine tayin edilemezler. Bu gibilerin kendilerinden veya kefillerinden müessesede bulundukları zamana aid masrafın iki misli alınır.”
“Madde 6- Köy enstitülerinden mezun öğretmenler, tayin edildikleri köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atölye gibi tesislerle köylülere rehberlik eder ve köylülerin bunlardan istifade etmelerini temin ederler.”“Madde 12- Köy öğretmenlerinin tayin edildikleri okullara, koy hududu içindeki ziraat işlerine elverişli araziden Köy kanununa göre satın alınarak öğretmenin ve ailesinin geçimine, okul talebesinin ders tatbikatına yetecek miktarda arazi tahsis edilir. Köyde devlete ait arazi bulunduğu takdirde okula tahsis edilecek arazi tercihen bunlardan, ayrılır.”
“Madde 21- Köy öğretmenleri, öğretmenlerin eşleri ve çocukları Maarif vekilliği prevantoryum ve sanatoryumunda parasız tedavi edilirler.”
Yasa maddelerinde açıkça Köy Enstitüleri’nden mezun olacak, orada çalışacak öğrencilerin ve öğretmenlerin devlet tarafından korunduğunu ve desteklendiğini görebiliyoruz. Devlet kendi çıkarlarını korumak ve toplumun refahını arttırabilmek için Madde 5’te açıkça eğitim masrafları karşılanmış tüm öğretmenlerin, mezun olduktan sonra maarif vekilliğinin göstereceği yerlerde 20 yıl çalışmaya mecbur olduklarını belirtiyor. Öğretmenleri korurken kendi çıkarlarını da garantiye almak isteyen devlet, öğretmenlik eğitimini verdikten sonra işi bırakmak isteyen kişilerin de cezai yaptırımlara tabii tutulacağını belirtmiştir. Madde 6’da, eğitim almış öğretmenlerin, köy halkına olabildiğince faydalı olması gerektiğini ve köylülerin her şekilde bu öğretmenlerden faydalanması gerektiği belirtiliyor. Madde 12’de, devlet kendi toprağını adeta Tımarlı Sipahiler’e kiralarcasına köy enstitüsü öğretmenlerine ve onların ailelerine vermiştir. Bu maddede, öğretmenlerin geçim sıkıntısını bir kenara bırakıp, her türlü zorluğa mental olarak takılmadan, daha verimli ve istekli bir şekilde köy halkına faydalı olabilmesi amaçlanmıştır. Kendi kendine yetemeyen ve geleceği hakkında umutsuzluğa sahip olan öğretmenler, gelecek nesilleri umutla yetiştiremeyecek ve öğrencilerinin potansiyellerine ulaşmalarına yeterince yardım edemeyeceklerdir. Madde 21’de de bu durumun benzeri bir durum söz konusu olmuştur. Köy öğretmenlerinin ve onların ailelerinin sağlık alanındaki her türlü ihtiyacının devlet tarafından ücretsiz bir şekilde gerçekleştirilecek olması öğretmenlere büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Yalnızca kolaylık sağlaması adına değil, köy öğretmenliği mesleğine olan talebi arttırmak için de devletin bu tarz kolaylıklar sağlaması, köy enstitülerinin öğretmen adayları için cazip bir merkez haline gelmesini sağlamaktadır.
1942-1943 öğretim yılında, Hasanoğlu Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır. 1943 yılında yayımlanan ilk resmi öğretim programına göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla bu okullara alınıyor ve karma eğitime tabii tutuluyor.
Türkiye ve Osmanlı’da Eğitim Sistemleri
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki eğitim 1331 yılında İznik’te kurulan İznik Orhaniyesinden bu yana, İslami içeriğe sahip olmuş ve medrese adı altında toplanmıştır. Bu İslami eğitimden yalnızca islam dinine mensup olan öğrenciler faydalanabiliyordu. İmparatorluğun sınırlarındaki öğrencilerin eğitimi ve gelişmeleri ulema adı verilen dindar hocalar tarafından denetleniyordu. II. Mahmut dönemine kadar islam yoğunluklu bir eğitim sistemi hakimken, bu dönemden sonra her alanda olduğu gibi eğitim alanında da batılılaşma söz konusu olmuştur.
Modernleşme ve Batılılaşmadan önce, bir nevi öğrencilerin denetleyici konumunda olan ve Şeyhülislam’a bağlı olan ulema sınıfının eğitimdeki rolünün güçlü olduğu görülmektedir. Şeyhülislam, Fatih Kanunnamesi’nden sonra resmen ulema sınıfının başında olmuştur ve medrese ve sübyan mekteplerinin sorumluluğunu almıştır. Ancak 16. yüzyılın başlangıcında, ders vekaleti ile sorumluluk paylaşılmış ve taşradaki eğitim kurumlarının denetimi ve sorumluluğu müftülere verilmiştir.
Orduya uzman personel yetiştirmek ve Batı’dan geri kalınan teknoloji farkını kapatmak için dini müfredattan ayrı olarak verilen eğitim ilk olarak deniz mühendisliği (1773) ve askeri mühendislik (1793) alanlarında olmuştur. Takip eden politik, ekonomik ve bilimsel gelişmelerden sonra tıp (1827) ve askeri bilimler (1834) de batılı tarzda ve dini müfredattan bağımsız olarak okullarda okutulmaya başlamıştır. 1846 yılında Osmanlı tarihinin ilk kapsamlı eğitim planı oluşturulmuş ve ilk, orta ve yüksek düzeyde eğitim için bütünlüklü bir program hazırlanmıştır. 1869’da ise daha büyük bir proje ile ücretsiz eğitim hedeflenmiş olsa da devletin mali yetersizliklerinden dolayı bu iki eğitim hedefi de sonuçsuz kalmıştır.
- yüzyılda Osmanlı eğitimi üç kanala ayrılmıştı: medrese, laik askeri ve mülki okullar, gayrimüslimlerin özel okulları ve kapitülasyonla kurulan yabancı okullar. 19. yüzyılda batılılaşma etkisi altında, laik tabanlı okullara daha fazla yatırım yapıldığını görmemiz mümkündür. Bunun sebeplerinden bazıları, medreselerin yetersiz kalması ve kendi içlerinde dahi seviye farkları olması gösterilebilir. Kimi medreselerin öğrencileri Arapça dilini dahi bilmezken, kimisinde Arapça, Farsça, matematik, astronomi gibi ileri seviyede eğitim gören öğrenciler mevcuttu.
- yüzyılda Darülmaarif kurulmuş ve lise sonrası eğitim vermiş daha sonraları kurulacak olan Darülfünun’a öğrenci yetiştirmiştir. Batılı eğitim veren bu kurum birçok kez kapatılmış, isim değiştirmiş, binasının yeri değiştirilmiş ve imkanların ve desteklerin eksikliği ile amacına ulaşamamıştır. 1933’te bu kuruluş, İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür.
Cumhuriyetin erken dönemlerinde, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ülkeye davet edilen, eğitim felsefecisi John Dewey, burada kaldığı süre boyunca yaptığı gözlemler sonucunda “Türkiye Eğitim Bakanlığı Üzerine Rapor” adında bir yazısında 6 başlık halinde Türk eğitim sistemi hakkındaki fikirlerini belirtmiştir. John Dewey’in metninde belirttiği noktalar, daha sonrasında Köy Enstitüleri kurulurken göz önünde bulundurulmuştur. John Dewey 1945’te Türkiye Cumhuriyeti’ni tekrar ziyaret ederek Köy Enstitülerindeki eğitimin işleyişini incelemiştir. John Dewey Köy Enstitülerinin işleyişinden öyle etkilenmiştir ki bir demecinde, “Hayalimdeki okullar, Türkiye’de Köy Enstitüleri olarak kurulmuş” diyecekti. John Dewey raporunda halkın ve öğrencilerin okuma alışkanlığı kazanması adına, onlara olabildiğince fazla kolaylık sağlanması gerektiğini savunmuştur. “Köy okullarını birer bilgi merkezi (kütüphane) haline getirmek, tüm kitaplara mümkün olduğunca yer vermek ve özellikle o çevrenin özelliklerine uygun kitapları bulundurmak. Halkın kütüphaneye gelip kitap okuma alışkanlığını kazanması için gerekirse öncelikle kitapları onların ayaklarına götürmek gereklidir” (Dewey, 1939).
Açılış Sebepleri
Harf devriminden önce Osmanlı’da Arap alfabesi kullanılmaktaydı ve okulların sayısı nüfusun eğitim ihtiyacını karşılamaktan uzaktı. O dönemde, kadınların büyük çoğunluğunun eğitim almaması nedeniyle, okuma-yazma oranlarına dair veriler yalnızca erkekler üzerinden değerlendirilebiliyordu. 1 Kasım 1928’de gerçekleştirilen harf devrimi öncesinde, Osmanlı toplumunda okuma-yazma oranı resmi olarak yalnızca %10 seviyesindeydi. Bu oran, diğer devletlerle kıyaslandığında oldukça düşüktü. Ancak Latin alfabesine geçiş ve yeni eğitim-öğretim programlarının uygulanmaya başlamasıyla birlikte, henüz Köy Enstitüleri açılmadan, 1935 yılında yapılan nüfus sayımında bu oran %19,35’e yükseldi. Köy Enstitülerinin kapatılmasının ardından, 1950 yılına gelindiğinde ise okuma-yazma oranı %33,6 seviyesine ulaştı.
Köy Enstitülerinin açılmasının sebebi yalnızca halkın okur-yazar olmayışı değil, aynı zamanda halkın büyük çoğunluğunu köydeki insanların oluşturuyor olmasıdır. 1940 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin 17 milyonluk nüfusunun yaklaşık 13.5 milyonu (%79) köy halkından oluşuyordu. Bu köy halkının eğitilebilmesi için bazı şehirler seçilerek oralarda köy enstitüleri kuruldu. Bu iller ve ilçeler: Akçadağ, Malatya (1940), Akpınar-Ladik, Samsun (1940), Aksu, Antalya (1940), Arifiye, Sakarya (1940), Beşikdüzü, Trbzon (1940), Cılavuz, Kars (1940), Çifteler, Eskişehir (1939), Dicle, Diyarbakır (1944), Düziçi, Adana (1940), Erciş, Van (1948), Gölköy, Kastamonu (1939), Gönen, Isparta (1940), Hasanoğlan, Ankara (1941), İvriz, Konya (1941), Kepirtepe, Kırklareli (1939), Kızılçullu, İzmir (1939), Ortaklar, Aydın (1944), Pamukpınar, Sivas (1941), Pazarören, Kayseri (1940), Pulur, Erzurum (1942), Savaştepe, Balıkesir (1940).
Ders İçeriği ve Eğitim Anlayışı
Köy Enstitülerindeki derslerin geleneksel okulculuktan farklı olduğunu söylemek mümkündür. Köy Enstitüleri özellikle tarıma el verişli arazilerin yakınlarında ya da üzerinde kurulduğu ve köylülere modern tarım tekniklerini öğretmeyi hedeflediği için arıcılık, bağcılık gibi dersler de öğretilmiştir. Öğretmen ve öğrenciler birlikte, okul binasının onarımı ve geliştirilmesi adına el yordamıyla öğrenebildikleri kadar inşaat bilgisi öğreniyorlardı. Köy Enstitülerini bitirmiş bir öğrencinin sonrasındaki mesleği ne kadar ilkokul öğretmeni olmak ise de aldığı eğitimle birlikte ziraat, sağlık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk da öğreniyorlardı. Öğretmenler öğrendikleri tüm bu bilgileri uyguluyordu, özellikle duvarcılık ve inşaat bilgileriyle, köy halkının desteğini alarak devlete ihtiyaç dahi duymadan kendi okul binalarını dikiyorlardı (bkz. Hasanoğlu Köy Enstitüsü, daha önce köy enstitülerinde okumuş öğrenciler tarafından inşa edildi).
Yalnızca köy işlerinin ve okuma-yazmanın değil, ayrıca müzik aleti çalmanın da öğretildiği bu okullarda birçok çalgı aleti de bulunuyordu. Öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalma öğretiliyordu. Aşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını öğretiyordu. Daha sonraları Ankara Konservatuvarı öğretmenlerinin de köy enstitülerinde ders verdiklerini söyleyebiliriz. Bu enstitüler arasında enstrüman anlamında en zengin olanı Hasanoğlu Köy Enstitüsü olmuştur. Bu okuldaki enstrümanların listesi şu şekildedir: mandolin (259), keman (55), bağlama (37), akordeon (8), piyano (3), davul (3).
Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmek için büyük bir çaba sarf etmiş ve Köy Enstitülerinde de bu metinlerin okunması şart koşulmuştur. Öğrenciler her sene olmak üzere, senede 25 klasik roman (5 yılda 125 klasik roman) okumakla yükümlüydüler. 5 yıllık eğitim süreçleri boyunca 114 hafta kültür dersleri, 58 hafta ziraat dersleri ve çalışmaları, 58 hafta teknik dersler ve çalışmaları için; Türkçe dersine 736 saat, matematik dersine 598 saat, fizik dersine 276 saat, tarih dersine 232 saat ve yurttaşlık bilgisi dersine 92 saat ayrılmışken, öğrencilerin 5 yılda 30 hafta sürekli tatile çıkma hakları vardı. Öğrencilerin aldığı dersler arasında, coğrafya, kimya, el yazısı, askerlik, öğretmenlik bilgisi, zootekni, bahçe ziraatı gibi dersler de bulunmaktaydı.
Altyapı-üstyapı ilişkisi göz önüne alındığında, Köy Enstitüleri, üretim ilişkilerinin üstyapıdaki eğitime yansımasını dönüştürme çabası olarak değerlendirilebilir. Eğitim sistemi, bir yandan kırsal ekonomiyi modernleştirme hedefi güderken, diğer yandan emekçi köylünün sınıfsal bilincini artırmayı amaçlamıştır. Zira toprağın doğrudan enstitüye verilmesi, öğretmen-öğrenci arasında hiyerarşik üstünlüğün eşitlenmesi ve son olarak da okul binalarına kadar tüm üretim sürecinin doğrudan katılımcısı olarak bireyler üretim araçlarını ellerinde tutmaktadır. Köy Enstitülerinin, üretken eğitim modeliyle kırsal alanlarda modern tarım tekniklerini ve zanaatkârlığı yaygınlaştırması, üretim araçlarının köylülerin kontrolüne verilmesi yönünde atılmış önemli bir adımdır. Ancak bu sistemin, köy ağalarının ve büyük toprak sahiplerinin tepkisini çekmesi, sınıf mücadelesinin eğitim sahasındaki yansımasını açıkça gösterir. Dönüştürücü eğitim ancak kitlelerin bilinçlendirilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda Köy Enstitüleri, yalnızca bilgi transferi değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm yaratmayı hedeflemiştir. Öğrencilerin klasik dünya edebiyatından eserler okuması, müzik aletleri çalmayı öğrenmesi ve toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmesi, eğitimin dönüştürücü, demokratik ve doğrudan-katılımcı gücünün ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır.
Yalnızca toprak ağalarına değil, karma eğitim olması bakımından dini çevrelere de rahatsızlık veren Köy Enstitüleri, böylece daha da derin bir anlama sahip olur. Köy Enstitüleri, Cumhuriyet’in laik, ilerici ve halkçı ideolojisinin kırsal alanlarda hegemonik bir konum kazanması için bir araç olmuştur. Bu okullar, köydeki geleneksel dini ve ataerkil yapıya meydan okumuş, laik bir eğitim modeli sunmuştur. Ancak bu durum, dini çevrelerin ve sağcı siyasetçilerin tepkisini çekmiş ve Köy Enstitüleri, “dinsizlik yuvası” olarak damgalanmıştır. Köy Enstitüleri, devletin eğitim aygıtını devrimci bir biçimde kullanma potansiyeli göz önünde bulundurularak tehlikeli bulunmuştur. Öyle ki, Truman Doktrini’nin etkisiyle Türkiye’nin politik ekseninin değişmesi, bu aygıtın emperyalist bir ideolojiye hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırılmasına yol açmıştır. ABD’nin, Köy Enstitülerini Sovyet tarzı bir sistem olarak damgalaması ve kapatılması yönündeki baskıları, bu dönüşümün önemli bir göstergesidir. Zira, Köy Enstitüleri, köylüyü pasif bir bilgi alıcısı olarak değil, aktif bir üretici ve dönüştürücü olarak konumlandırmıştır. Öğrencilerin, tarım, marangozluk ve demircilik gibi pratik beceriler öğrenmesi, deneyime dayalı bir öğrenme sunmaktadır. Böylece ezilen köylünün kendi potansiyelini keşfetmesini ve kaderini eline almasını sağlaması kaçınılmaz olmuştur. Köylünün böylesi bir bilinçlenme süreci, şehirli işçilerle birleşerek sosyalist bir devrimin öncüsü olma potansiyelini taşıması bakımından CIA tarafından bastırılması gereken bir oluşum olmuştur. Zira CIA Sovyetler Birliği’nin sınır komşusu olan bir ülkede böylesi halkçı eğilimleri olan bir oluşumun lağvedilmesi gerektiğine inanıyordu, hatta 1946 yılında İstanbul’da ilk defa Komünizmle Mücadele Derneği de kurulacaktı (Meşe, 2016). Sovyet eğitimci Makarenko’nun kolektif eğitim modeline benzer şekilde, Köy Enstitüleri, öğrencilerin kolektif yaşamı deneyimlediği, dayanışmayı öğrendiği ve bireysel çıkarların toplumsal yarara hizmet edecek şekilde dönüştürüldüğü bir sistem sunmuştur. Karma eğitim ve toplu çalışmaya dayalı üretken eğitim modeli, bireysel rekabet yerine iş birliğini teşvik etmiştir. Böylesi bir eğitim kültür kuruluşu ise, halkçı görüşleri düşmanlaştıran ve köylünün kalkınmasından rahatsız olanlar tarafından baskılar sonucunda kapatılacaktı.
Kapanış Sebepleri
II. Dünya Savaşı sonrası, 1945’te Sovyetler Birliği Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı isteyince ve boğazlarda askeri üs talebinde bulununca, Türkiye ABD’den yardım istedi ve ABD, Truman Doktrini ile yardımlara ve tabii isteklerde bulunmaya başladı. ABD köy enstitülerinin Sovyet eğitim sistemine benzemesinden dolayı kaldırılması talebinde bulundu. Bu dönemde ABD, Türk Milli Eğitim Sisteminin kontrolünü eline almış bulunuyordu, bu Truman Doktrini sonucunda ABD’ye verilen imtiyazlardan yalnızca biriydi. 1946 yılında Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasına kadar aynı şekilde işlev gören köy enstitüleri, onun ayrılmasından hemen sonra eğitmen kurslarına son verildi, birçok öğretmen ve yönetici değiştirildi ve köy enstitüleri, köy öğretmen okullarına dönüştü.
Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü köy enstitülerine elinden gelen tüm desteği vermesine rağmen çok partili döneme geçildiğinde İsmet İnönü eski gücünü koruyamaz olmuş ve yavaşça herkesin karşı çıktığı Köy Enstitülerinden desteğini çekmeye başlamıştır. Öyle ki Köy Enstitülerinin kuruluş yıllarında İsmet İnönü bizzat: “Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim” (İnönü, 1941) demiştir. 1945 yılında desteğini iyice kaybeden köy enstitülerinin adı karalanmaya başlanmıştır. Kızlı-erkekli karma eğitimin yanında dans ve müzik gibi eğitimleri de barındıran köy enstitüleri, ABD’nin anti komünist propagandasıyla da birleşerek “komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları” şeklinde anti propagandaları yapılmaya başlanmıştır. Yıllarca karşı görüşlere karşı savunulmaya çalışılan köy enstitüleri artık eskisi kadar destek görmüyordu. Daha önceleri milletvekili Emin Sazak’ın “Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar” demesi üzerine Hasan Ali Yücel, “Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir” şeklinde cevap vermişti. Enstitülerde tek tip giyilen üniforma ve yöneticilerin de bu üniformaların aynısını giymesi, öğrencilerin yönetime doğrudan müdahale etmesi de tek tipleşme ve köylerde kendine özgü, üstelik kentlerden uzak yeni bir sınıf oluşturma riskini doğurmuştur. Aynı zamanda daha önce belirttiğimiz gibi köy enstitülerinde çalışacak öğretmenlere toprak verilmesi toprak ağalarını rahatsız etmiş ve öğretmenlerin sürekli olarak köy toprak ağalarıyla sorun yaşamasına ve toprak sahiplerinin Ankara’ya sürekli baskı yapmasına sebep olmuştu.
1950 seçimlerinde iktidar olan DP, 27 Ocak 1954 tarihinde 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitülerini kapattı.
Köy Enstitüleri, Türkiye’nin eğitim tarihinde bir dönüm noktasıdır ve sadece pedagojik bir reform değil, aynı zamanda toplumsal bir devrim girişimidir. Ancak, kapitalist güçlerin ve yerel müttefiklerinin bu sistemi baltalaması, Türkiye’de bağımsız ve ilerici bir eğitim modelinin sürdürülemeyeceğini göstermiştir. Köy Enstitüleri, ezilen sınıfların özgürleşmesi için önemli bir fırsat sunmuş, ancak bu fırsat, uluslararası sermaye ve yerel statükonun baskısıyla ortadan kaldırılmıştır. Eğitim, ezilen sınıfların kurtuluşunun anahtarıdır ve Köy Enstitüleri, bu idealin uygulanabilirliğini göstermesi bakımından tarihsel bir örnek olarak kalacaktır.
-Akyüz, Y. (1993). Türk eğitim tarihi (Başlangıçtan 1993’e). Kültür Koleji Yayınları. -Babaoğlu, R. (2022, April 22). Köy Enstitüleri Kanunu. Hukuk Ansiklopedisi. Retrieved May 1, 2022, from https://hukukbook.com/koy-enstituleri-kanunu/ -Baran, E., & Şahin, M. (n.d.). The work, by the work, and for the work: Village institutes as a revolutionary practice of John Dewey’s philosophy. Iowa State University. -Doğan, T. (2021, April 21). Köy Enstitüleri: Nasıl ve neden kapatıldılar? bianet. Retrieved May 3, 2022, from https://m.bianet.org/bianet/siyaset/242666-koy-enstituleri-nasil-ve-neden-kapatildilar -Kömürcü, M. C. (n.d.). Köy Enstitüleri kuruluş amacı nedir? Köy enstitüleri özellikleri. Milliyet. Retrieved May 3, 2022, from https://www.milliyet.com.tr/molatik/tarih/koy-enstituleri-kurulus-amaci-nedir-koy-enstituleri-ozellikleri-77796 -Köy Enstitüleri. (n.d.). Milli Eğitim Bakanlığı. Retrieved April 22, 2022, from https://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/egitimekatkilari/koy_enstitu.html -Köy Enstitüleri. (2021, January 25). DuruVizyon. Retrieved April 22, 2022, from https://www.duruvizyon.com/koy-enstituleri/ -Köy Enstitüleri Yasası, Kanun No. 3803, Resmî Gazete, 24 Nisan 1940 (Türkiye). Retrieved from https://www.resmigazete.gov.tr -Malumatfurusorg. (2021, February 21). Köy Enstitülerinde Okutulan Ders Kitapları. -Malumatfuruş. Retrieved May 3, 2022, from https://www.malumatfurus.org/koy-enstitulerinde-okutulan-ders-kitaplarina-ait-kapaklar/ -Meşe, E. (2016). Komünizmle mücadele dernekleri: Türk sağında antikomünizmin inşası. İletişim Yayınları. -Ülker, P. (2019, November 13). Cumhuriyet devrimleri okuryazarlığı nasıl etkiledi? DW. Retrieved May 3, 2022, from https://www.dw.com/tr/cumhuriyet-devrimleri-okuryazarlığı-nasıl-etkiledi/a-51215188