Kayıtsızlığın Yıkımı, Direnişin Kuruculuğu: Saraçhane’den Yükselen İrade

Deniz Durdu25 Mart 2025

Bir çağın en büyük yanılgısı, gençliğin kayıtsız olduğuna inanmaktır. Oysa gençlik kayıtsız değildir; bastırılmış, engellenmiş, imkansızlaştırılmıştır. Gramsci’nin nefretle andığı o “kayıtsızlar”, aslında iradelerini tüm bunlar yaşanırken türlü bahanelerle bir kenara terk edenlerdir. Bugünse biz, Saraçhane’de, Bozdoğan Kemeri’nin gölgesinde, üniversite sıralarında ve fakülte önlerinde ortaya çıkan iradenin bastırılamaz bir biçimde tarih sahnesine girdiğine tanık oluyoruz. Bu sadece iradesini terk etmişleri uyandıracak bir durum değil; siyasete yön veren bir müdahaledir. Ve en önemlisi bu müdahale, sadece iktidara değil, muhalefete de yöneliktir.

Muhalefete Zorla Biçim Veren İrade

Türkiye’de muhalefet, yıllardır gençliği vitrinine koyup onu bir estetik unsur gibi kullanmayı tercih etti. “Gençler bizim geleceğimiz” dediler ama o geleceği, kendi kısır siyasal hesaplarıyla ipotek altına aldılar. Gençliği izleyen, ölçen, onun hoşuna gidecek sözleri arayan bir muhalefet, sonunda gençliğin öfkesiyle karşı karşıya kaldı. Ve korktu. Çünkü bu gençlik, “muhalefetin arkasından yürüyecek” bir kitle değil, onu öne iten, hesap soran, yön veren bir kurucu güç olarak sahnede. Saraçhane’deki irade, Bozdoğan altındaki direnç, üniversite kampüslerinde mayalanan örgütlülük; muhalefetin “güvenli alan siyasetini” tehdit ediyor.

Gençliğin talepleri sadece Erdoğan rejimine değil, CHP’nin de bir parçası olduğu yapısal krizlere yöneliktir: işsizlik, güvencesizlik, gelecek yoksunluğu, kültürel baskı. Gençlik artık sadece kampüsle değil, ülkenin tamamıyla ilgili söz sahibi olduğunu ilan etmektedir. Muhalefet, ya bu taleplerin taşıyıcısı olacak ya da tarihin gerisinde kalacaktır, kalmalıdır.

Gençlik Kayıtsız Değildir, Hesap Sorucudur.

Saraçhane’de binlerce genç, polis barikatlarının, gazların ve tehditlerin karşısında yalnızca bedenini değil, bir fikri, bir inadı öne sürüyor. Bu inat, “temsil edilemeyeceğiz” korkusundan çok daha fazlasını içeriyor. Bu, siyaseti dönüştürmeye, onu sarsmaya ve yeniden inşa etmeye dönük bir müdahale olmak istiyor. Çünkü bu gençlik, Gramsci’nin deyimiyle “yurttaş” bir gençliktir. Yaşayanlar, taraf tutmak zorundadır. Saraçhane’de tutulan taraf, yalnızca bir rektör atamasına, bir kayyım operasyonuna, İmamoğlu – Erdoğan çekişmesine karşı değil; bütün bir düzene, onun muhalefetiyle birlikte yarattığı bataklığa karşıdır.

Bu gençlik, politikanın seyircisi değil; onun kifayetsizliğini hisseden bıkkın takipçileridir. Siyasi temsilleri sosyal medyaya sıkıştırılan, apolitik olduğu düşünülen bir gençlik; ilk fırsatta şu an deneyimlediğimiz, içinde bulunduğumuz tarihin yazıcıları olarak iradelerini ortaya koymuşlardır. Ancak o sayfalar henüz tamamlanmamış, cümleleri eksik, hedefleri dağınıktır. Bozdoğan Kemeri’nin altına biriken kalabalık, öfkesini yalnızca polis kalkanlarına, eline plastik zırh geçirmiş memurlara değil; temsil edilmemeye, bastırılmaya, geleceksizliğe haykırmaya devam ediyor. Ama bu haykırış, hâlâ örgütsüz bir dalga; gücünü gösteriyor ama nereye çarpacağını tam kestiremiyor. İşte bu yüzden, bu kalabalığın sadece ayakta durması değil, ne için direndiğini netleştirmesi gerekiyor.

Burada alınması gereken pozisyon, bu öfkeyi yalnızca onaylamak değil; yön ve hedef kazandırmak olmalıdır. Bugün bu gençlik, neye karşı olduğunu sezgisel olarak biliyor ama ne istediğine dair net bir çerçeveye henüz sahip değil. Erdoğan’ın gitmesini isteyenler, onun yerine kimin geleceğini değil neyin geleceğini de konuşmak zorunda. Özgürlük diye haykıranlar, bu özgürlüğün barınma hakkını, güvenceli bir işi, kampüste, plazada, hayatta cinsiyet eşitliğini ve karar süreçlerine katılma hakkını kapsayıp kapsamadığını da tartışmalı. Üniversitelerin sadece akademik değil, toplumsal olarak da özerk ve demokratik yapılara dönüşmesini isteyen bir ses, yalnızca tepkiyle değil, kurucu taleplerle büyüyebilir. Saraçhane Meydanı muhalefetin gündelik havadisleri anlatma buluşmaları şeklinde devam ettikçe giderek zayıflayacak ve hatta bir hafta sonra “Şeker Bayramı” tatiline yenilecek kadar zayıflayacak, soğuyacaktır.

Barınamayan, beslenemeyen, ulaşım ücretlerini karşılayamayan, her sabah hangi güvenlik görevlisinin hangi bahaneyle fişleyeceğini düşünen, mezuniyet sonrası işsizliğin çeperinde bekleyen bir gençliğin öfkesi, artık günlük yaşamın içinden doğrudan konuşuyor. Kampüslerde cinsiyet temelli ayrımcılık, akademik kadrolarda kayırmalar, öğrenci kulüplerine uygulanan baskılar, birikmiş öfkeyi belirli odaklara kanalize etmeye hazır hale getiriyor. Fakat bu kanalların kazılması, bu güzergâhların örülmesi gerekiyor.

Bozdoğan Kemeri’nin altındaki gençlik, eğer yalnızca “defol” diyerek değil, “biz yöneteceğiz” diyerek konuşursa; yani sadece “Erdoğan gitsin” değil, somut talep üretirse; sadece “bu düzen çürük” demekle yetinmeyip, yerine neyin kurulacağını tartışırsa; o zaman bu hareket sadece bir direniş değil, bir kurucu hamleye dönüşür.

Bugün sokakta olan gençlik, yarının demokrasisini, bugünün siyasetinden daha iyi kurabilecek potansiyele sahip olduğunu göstermiştir. Ama bunun gerçekleşmesi için bu potansiyelin hedefle buluşması, sesin yön bulması, dağınıklığın fikre, fikrin örgütlülüğe dönüşmesi gerekiyor. Sloganlar eğer yalnızca açık düşmanımıza değil, aynı zamanda taleplere doğru haykırılırsa; bu hareket tarihsel bir dönüm noktasına dönüşebilir. O yüzden Saraçhane’de kalınacaksa bu meydanda günün havadisleri ve kimin geleceğinin tekrarlanması değil; neyin, nasıl yaratılacağını tartıştığımız bir meydan olmalıdır. Muhalefete her şeyden önce bu dayatılmalıdır.

Direniş: Sadece Karşı Çıkmak Değil, Henüz Kurulamamış Olanı Aramaktır

Gramsci, iradenin akılla birleşmediği yerde yıkıcı bir savrulma yaratabileceğini söyler. Bugün gençliğin iradesi tam da bu eşikte duruyor: öfkesi güçlü, çıkışı haklı ama yönü hâlâ bulanık. Bozdoğan Kemeri’nin altından yükselen ses, başka bir düzeni kurmaya dönük örgütlü bir tahayyülden çok, mevcut baskı düzenine karşı bir tepki olarak şekilleniyor. Hedef net: Erdoğan rejimi, polis şiddeti, üniversitelerdeki antidemokratik uygulamalar. Ancak bu netlik, düzenin neyle değiştirileceği konusunda aynı açıklığa sahip değil. Olması da beklenemez.

Bu, gençliğin politikleşmemiş olmasıyla açıklanamaz. Tam aksine, gençlik siyasetin tam ortasında; fakat örgütsüz, dağınık ve henüz diliyle fikrini eşleştirememiş bir pozisyonda. İçinden geçilen güvencesizlik, ekonomik sıkışmışlık, barınma ve beslenme sorunları, akademik baskılar ve geleceksizlik hissi; gençlerin hayatlarının her alanını belirliyor. Ancak bu çok yönlü kriz hali, hâlâ doğrudan ifade edilebilen bir siyasal fikri bir bütünlüğe dönüşmüş değil. Gençlik, hissettiği adaletsizliği biliyor ama henüz ona hangi kelimelerle karşı çıkacağını tam bulabilmiş değil.

Bu nedenle, bugünkü hareket; bir ütopyanın peşinde değil, somut bir durumun karşısında örgütlendiği için çok önemli. Ekrem İmamoğlu’na yapılanlar, keyfi şekilde anayasanın ortadan kaldırılması, polis barikatları, gözaltı tehditleri; gençliği bir araya getiren somut düşmanlar. Fakat bu birliktelik, ideolojik değil; deneyimsel bir ortaklık. Aynı baskıyı yaşamanın, aynı aşağılanmayı hissetmenin getirdiği geçici ama güçlü bir bağ.

Tam da bu yüzden, bu hareket heterojen. İçinde sosyalistleri, liberalleri, Twitterımızın kanzilerini, feministleri hatta net bir ideolojik çizgisi olmayan ama öfkesine yön arayan öğrencileri barındırıyor. Bu çeşitlilik bir zenginlik olduğu kadar, dağınıklığın da sebebi. Öfke birleştiriyor ama yön veremiyor; irade var ama akıl henüz ortak bir çizgiye gelmemiş durumda. Tabii heterojen bir ortak çizgiye gelmesi de gerekmiyor. Aslında bu öfke ona yön verecek iradesini arıyor.

Bu tablo, gençliğin politik açıdan yetersiz olduğu anlamına gelmez. Aksine, bu potansiyel bir sıçrama anını gösterir. Eğer bu ortak öfke, yaşamsal ihtiyaçlardan doğan haklı taleplerle netleştirilir ve bunların etrafında bir siyasal örgütlenme kurulursa; o zaman bu hareket sadece direnen değil, aynı zamanda kuran bir hatta dönüşebilir. Henüz o hatta değiliz. Ama o hattın eşiğindeyiz.

Bizim asli sorumluluğumuz işte burada başlıyor. Gençliği yönetmek değil, birlikte yol yürümek. Onu sadece “bir yere götürmek” değil, o yolun taşlarını birlikte döşemek. Bozdoğan’da yankılanan seslerin, geleceğin düzenini kuracak cümlelere dönüşebilmesi için müdahale etmek gerekiyor. Müdahale etmek; otobüs tepesinden değil, omuz hizasından yapılmalı. Çünkü mesele sadece neye karşı olduğumuz değil, nasıl bir hayatı birlikte kurmak istediğimiz.

Saraçhane, Bozdoğan ve Kampüsler: Yeni Bir Hegemonya Alanı

Evet, gençlik kayıtsız değil. Ama bu yeterli mi? Hayır. Gençliğin iradesi, örgütlü bir fikre, yön veren bir stratejiye ve hedefleri belirli bir direniş hattına bağlanmadığı sürece, sistem onu yutmaya çalışacaktır. Solun ve sosyalist hareketin görevi, bu enerjiyi “sadece yürütmek” değil, “düşündürmek”, “yönlendirmek” ve “kurumsallaştırmak” olmalıdır.

Gençliğin taleplerini toplumsal tahayyüle dönüştürmek; bunu sokakta, üniversitede, Tiktok’ta, Instagram’da, Twitter’da ve yerel örgütlenmelerde aynı anda örmek, sosyalistlerin tarihsel sorumluluğudur. Çünkü bu gençlik artık geçmişin değil, geleceğin diliyle konuşmaktadır. Gramsci, hegemonyanın sadece devletin baskısıyla değil, sivil toplumda kurulan kültürel üstünlükle oluştuğunu savunur. Bugün Saraçhane’de açığa çıkan gençlik hareketi, sadece iktidara değil, sivil toplumun apolitik katmanlarına da bir meydan okumadır. Açık bir yol göstermedir.

Bozdoğan’ın altında toplanan irade, sadece polis barikatlarını değil, seyirciliği, edilgenliği ve o çok övülen denge siyasetine karşı da direnmektedir. Bu gençlik, iktidarın kurduğu düzene muhalefet etmenin ötesine geçmiş; artık kendi düzenini, kendi değerlerini ve kendi yaşam biçimini inşa etmeye potansiyelini kazmaya başlamıştır.

Sonuç: Artık Hiçbir Şey Eski Gibi Olmayacak

Kayıtsızlık, Gramsci’ye göre tarihi belirleyen sürecin dışında kalmak değil, o sürecin etkin bir parçası olmayı reddetmek demektir. Kötülüğün hüküm sürdüğü yerlerde, onu isteyenlerden çok, ona sessiz kalanların sorumluluğu daha fazladır. Bugün Türkiye’de gençlik bu sessizliğin tarafında olmadığını açık bir şekilde göstermiştir. İçinde yaşadığı güvencesizliğe, baskıya, geleceksizliğe karşı harekete geçen, söz alan, itiraz eden ve birleşen bir özne olarak siyasetin merkezine adım atmıştır.

Bu hareketin gücü yalnızca iktidara karşı olmasında değil, muhalefetin pratiklerini aşındırmasında, ona razı gelmeyip daha fazlasını zorlamasında ortaya çıkıyor. Gençlik artık siyasetin seyircisi değil; sahnesini belirleyen, yönünü çizen, karar alma süreçlerine müdahil olmakla kalmayıp onları dönüştüren bir kurucu aktör olmalıdır. Ve işte bu yüzden: Artık “her şey çok güzel olacak” değil; artık “hiçbir şey eski gibi olmayacak” demek gerekiyor. Çünkü bu kez beklenti değil mücadele konuşuyor. Umut edilerek değil, direnilerek oluşturulan bir siyaset iradesi kendisini gösteriyor. Ne kampüsler eskisi gibi kalacak, ne muhalefet, ne de sokaklar.

Yeni olan doğdu. Görevimiz onu tanımak, büyütmek ve birlikte kurmaktır.

İLGİLİ İÇERİKLER