Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var

İlayda Cantaş14 Nisan 2025

Kamusal mekân, kentsel planlama literatüründe sıklıkla nötr, herkesin erişimine açık, demokratik bir alan olarak tarif edilir. Oysa bu tanım, gerçekliğin yalnızca yüzeyine dokunur. Kamusal mekân, kapitalist toplumlarda iktidarın, direnişin ve sınıfsal çatışmanın mekânsal bir tezahürüdür. Meydanlar ise bu çatışmanın en yoğunlaştığı yerler olarak hem fiziksel hem de sembolik birer savaş alanıdır. Bu alanların en çarpıcı özelliği, kolektif hafızanın taşıyıcısı olmanın yanı sıra toplumsal belleğin de yeniden şekillendiği bir alan olarak ön plana çıkmasıdır (Bora, 2014).

Kent, Mekân ve Sermaye: Mekânın Politik Ekonomisi

David Harvey, mekânın kapitalist üretim ilişkileri içinde şekillendiğini ve sermayenin birikim krizlerini aşmak için kentleri ve mekânları sürekli yeniden yapılandırdığını belirtir (Harvey, 2008). Bu durum, kamusal mekânların da sermaye mantığına göre düzenlenmesi anlamına gelir: parklar, meydanlar, sokaklar – her biri birer tüketim ve denetim aracına dönüşür. Harvey’e göre şehirler artık insanlar için değil, sermaye için inşa edilmektedir (Harvey, 2012). Bu süreçte meydanlar, ya özel sermaye tarafından dönüştürülerek ticarileştirilir ya da devlet tarafından güvenlik rejimleriyle kuşatılarak halktan uzaklaştırılır. Harvey’i destekler bir bakış açısıyla konuyu ele alan Castells ise kentsel mekânı yalnızca sermayenin yeniden üretim alanı olarak değil, aynı zamanda kolektif kimliğin ve direnişin üretildiği bir zemin olarak değerlendirir. Kent, onun ifadesiyle, “toplumsal hareketlerin sahnesidir” (Castells, 1983/2014). Dolayısıyla kamusal mekân, hem tahakkümün hem de özgürleşmenin mekânıdır. Tıpkı İstanbul’daki Saraçhane Meydanı’nda olduğu gibi devletin tüm kudretiyle kendini var ettiği alanda günü geldiğinde milyonlar ortak talepler ve sesler etrafında bir araya gelebilmenin imkanlarını yaratır.

Toplumsal Hareketlerin Mekânsal Hafızası

Kent mekânı, toplumsal mücadelelerin yalnızca zemini değil; aynı zamanda tarihsel belleğin katman katman biriktiği bir direniş coğrafyasıdır (Tekeli, 2011). Devrimci hareketler açısından mekân, bir mücadele aracına dönüşür; bir kez eylemle anlam kazanmış bir alan, artık sadece bir yer değil, hafızanın beden bulduğu simgesel bir varlıktır. Bu nedenle kamusal mekânın sınıfsal doğası, yalnızca üretim ilişkileriyle değil, aynı zamanda bu mekânların tarihsel-politik içeriklerle yüklü olmasıyla da şekillenir. Mekân, bu yönüyle hem hatırlamanın hem de direnişin maddi aracıdır.

Henri Lefebvre’in (2010) “mekân toplumsal olarak üretilir” tezi, bu bağlamda yalnızca kent planlama sürecine değil, aynı zamanda direnişlerin mekânla kurduğu ilişkiye dair de güçlü bir çerçeve sunar. Toplumsal hareketler bir meydanı işgal ettiğinde ya da bir caddeyi geçici olarak sahiplenip dönüştürdüğünde, aslında o alanın anlamını da yeniden üretir. Bu üretim süreci, tarihsel bağlam içinde kendisini tekrar eden kolektif hafıza alanları yaratır. Dünya genelinde bu türden mekânsal hafıza örnekleri devrimci mücadelelerin haritasını oluşturur. 1871 Paris Komünü sırasında direnişin odağı hâline gelen Place de la Bastille, yüzyıllar sonra bile “devrimin mekânı” olarak anılmaktadır. Benzer şekilde, Syntagma Meydanı Atina’da, kemer sıkma politikalarına karşı halkın neoliberalizme karşı sesini yükselttiği bir alan olarak; Puerta del Sol Madrid’de, “İndignados” hareketinin başlangıç noktası olarak; Zuccotti Park ise New York’ta, “Occupy Wall Street” hareketiyle kapitalist sisteme yöneltilen küresel eleştirinin simgesi olarak öne çıkmıştır.

Türkiye’de ise bu mekânsal hafıza zincirinin en önemli halkası Taksim Meydanı’dır. Taksim, 1977 1 Mayıs’ında yaşanan katliamla birlikte yalnızca acının değil, aynı zamanda devlet ile yurttaş arasında süregelen bir kavganın da mekanı hâline gelmiştir. Taksim’de meydan talebini dillendirmek, Türkiye’de yalnızca fiziksel bir mekâna değil, emek mücadelesinin tarihsel belleğine sahip çıkmak anlamına gelir. 1980 darbesi sonrasında yıllar boyunca kapatılan meydan, her yeniden sahiplenme girişimiyle birlikte bir bellek mücadelesine dönüşmüştür. Devletin meydanı boş tutma ısrarı ile ilerici unsurların Taksim talebi arasındaki gerilim, aslında hafıza üzerindeki egemenlik savaşının bir parçasıdır. Bu yönüyle Taksim, yalnızca geçmişin yasının tutulduğu bir yer değil, geleceğin inşası için verilen mücadelenin de sahnesidir (Bora, 2014).

2013 yılında Gezi Parkı direnişiyle yeniden gündeme gelen meydan, bu kez neoliberal kent politikalarına karşı gelişen çevresel ve sosyal adalet mücadelesinin sembolü hâline gelmiştir. Taksim, bu yönüyle sadece geçmişe dair değil, geleceğe yönelik bir tahayyülün de mekânsal karşılığıdır (Harvey, 2012).

Türkiye’de devrimci hafızanın diğer mekânsal merkezlerinden biri olan Saraçhane, 1961 yılında düzenlenen “Büyük İşçi Yürüyüşü” nün gerçekleştiği ilk meydan olarak işçi sınıfı hafızasında özel bir yere sahiptir. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasi darbenin ardından halkın çağrıldığı yerin yine Saraçhane olması, her ne kadar tesadüfi gözükse de aslında doğrudan birbirleri ile ilişkilidir. Bu iki meydan arasındaki bağ, yalnızca İstanbul’un içindeki coğrafi bir güzergâh değil, geçmişten bugüne uzanan bir ortak bellek yansımasıdır.

Bu nedenle toplumsal hareketlerin mekânsal hafızası yalnızca geçmişin izlerini taşımakla kalmaz; her yeni eylemle birlikte o geçmişi bugün de yeniden üretir. Bu meydanlar, yalnızca tarihsel olayların yaşandığı yerler değil, aynı zamanda toplumsal tahayyülün, direnişin ve hak arayışının mekânsal karşılıklarıdır. Kapitalist kentleşme süreçlerinin ve otoriter iktidarların hafızayı silme çabalarına rağmen, halkın kolektif belleği bu alanları her seferinde yeniden sahiplenerek diriltir. Böylece Saraçhane’de yükselen bir çağrı, Taksim’de kolektif bir kararlılığa dönüşür; bir kent yalnızca sokakları ve binalarıyla değil, bu sokaklarda kurulan mücadele hikâyeleriyle var olur. Mekân, bir kez halk tarafından anlamlandırıldığında, artık yalnızca fiziksel bir yer değil, direnişin ve özgürleşme iradesinin taşıyıcısı olur.

Türkiye’de Kamusal Mekânın Belleği

Bilhassa Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kamusal mekân, yalnızca gündelik yaşamın aktığı bir zemin değil; aynı zamanda devletle toplum arasındaki gerilimin, sınıfsal çatışmaların ve toplumsal taleplerin mekânda tezahür ettiği bir mücadele alanıdır (Tekeli, 2011). Bu mekânların belleği, yalnızca fiziksel olarak değil, aynı zamanda simgesel olarak da inşa edilir. Meydanlar, parklar, sokaklar ve hatta kimi zaman bir fabrika kapısı ya da bir üniversite kampüsü, toplumsal hafızanın parçası hâline gelir. Türkiye’de kamusal mekânın belleği, özellikle sınıf hareketleri, öğrenci direnişleri, kadın mücadelesi ve Kürt halkının hak talepleriyle örülmüştür.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kent mekânı, modernleşme ideolojisinin taşıyıcısı olarak şekillendirilmiş, kamusal alanlar “ulusun sahnesi” işlevini görmüştür. Ancak zamanla bu sahne, yalnızca devletin değil, halkın da sözünü söylediği bir zemine dönüşmüştür. 1960’lardan itibaren yükselen işçi hareketi, üniversite gençliğinin muhalefeti ve köylülerin kentle kurduğu yeni ilişkiler, kamusal mekânların siyasal karakterini dönüştürmeye başlamıştır. Bu dönüşüm, mekânın yalnızca fiziksel değil, tarihsel ve politik bir anlam taşıdığına işaret eder. Örneğin, Kavel direnişi, Derbent işgalleri, Şanlı 15-16 Haziran İşçi Yürüyüşü ya da 1970’lerde İstanbul Üniversitesi önünde yükselen öğrenci hareketi, kent belleğinde silinmeyen izler bırakmıştır.

Bu tarihsel süreç, her dönemde farklı biçimlerde kendini yeniden üretmiştir. Bugün Saraçhane’de bir araya gelen gençler, yalnızca Ekrem İmamoğlu şahsında cisimleşen irade gaspına tepki göstermemekte; aynı zamanda içine doğmuş oldukları karanlığı yırtıp atma cüretini ve iradesini de göstermektedirler. Beyazıt barikatlarından başlayan bu süreç bu nedenle memleketin dört bir köşesinde insanlara umut olmuştur. Üzerine ölü toprağı atılı olduğu iddia edilen, apolitik olmakla suçlanan bir gençliğin yeniden ayağa kalkmasının mekanının İstanbul Üniversitesi olması da tesadüf değil, olsa olsa tarihin bize güzel bir göz kırpmasından ibarettir.

Gençlerin taşıdığı dövizler, attığı sloganlar, kurduğu forumlar ya da kimi zaman sessizce bir arada duruşları, bu topraklara dair yeni bir sözün ve yeni bir kamusal varoluşun ifadesi hâline gelmektedir. Bu varoluş, ne tam anlamıyla geçmişin tekrarından ibarettir, ne de ondan tamamen kopuktur. Aksine, mekânla kurulan ilişki, ona tarihsel politik bir anlam yüklemektedir. Her kuşak kendi döneminin araçlarıyla, kendi dilini ve tarzını kurarak kamusal alanı dönüştürür. Bugün yaşanan da budur. Siyaseten farklı konumlamışlara sahip olsa da üniversite öğrencileri ortak talepler ve amaçlar uğruna yan yana gelmeyi başarmışlardır. Üniversite kampüslerinden kent meydanlarına kadar öğrencilerin bu çağrısı memleketin üzerindeki ölü toprağını atmasını sağlamıştır. Bundan sonra da kuşku yok ki bu çağrı daha da büyüyerek dört bir yanda yankılanmaya devam edecektir. Çünkü mekânın belleği orada biriken mücadeleyle biçimlenir ve bu birikim, bugün yeniden kendini göstermektedir.

Ve şimdi, üniversiteli gençlik kendi kelimelerini, kendi isyanını, kendi yöntemini yanına alarak bir kez daha meydandadır. Onları susturmaya çalışanlar, bu kentin sokaklarını sadece beton zannedenlerdir. Oysa biz biliyoruz: Her taşın altında bir haykırış, her çatlakta bir umut vardır. Saraçhane’de yankılanan ses, sadece bugünün öfkesi değil; yarının örgütlü inadıdır. Bu kent, susmaz. Bu meydanlar, unutmaz. Ve bu gençlik, yalnızca hatırlamaz, tarihi yeniden yazar.

Kaldırım taşlarının altında kumsal var!

-Bora, T. (2014). Mekânın Politikası. İstanbul: İletişim Yayınları.
-Castells, M. (2014). Kent, Sınıf ve İktidar (A. Türkün, Çev.). İstanbul: Phoenix Yayınları. (Orijinal eser yayım yılı: 1983)
-Harvey, D. (2008). Umut Mekanları (M. Moralı, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
-Harvey, D. (2012). Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime (A. Güngören, Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
-Lefebvre, H. (2010). Mekânın Üretimi (M. Sancaktar, Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
-Tekeli, İ. (2011). Modernite, Mekân ve Kent. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Ayrım, 2024 - İletişim: ayrim@ayrim.org