Kadınları Konuşacağız! Hem de Her Gün!

Fulden Aytaç3 Nisan 2025

Türkiye’de polisin halkın güvenliğini sağlama gibi bir misyonu olmadığı tecrübeyle sabit. Hakkını aramak için sokağa çıkan hemen herkes polis şiddeti ile karşılaşıyor.  Gezi direnişinde de görmüştük, bu süreçte de gördük. “Biz polis değiliz, güvendesin.” Çünkü Türkiye’de polis, hükümetin ve sermayenin dayakçısı olarak görev yapıyor. Bir güç gösterisi olarak, anayasaya aykırı bir biçimde, cinsiyet fark etmeksizin polis şiddetiyle karşı karşıyayız. Ancak kadınlara yapılan cinsel taciz başka bir boyut.

Polis, şiddeti bir güç olarak kullanıyor elbette. Ancak fiziksel şiddet denkleminde kadınlar ve erkekler farklı bir biçimde muhatap alınıyorlar. Polisin erkek eylemciye şiddeti, bir tür erkek erkeğe dövüş gibi, bir tür erkeklik kanıtı gibi uygulanıyor. “Sen misin ben mi?” Ancak kadınlara uygulanan polis şiddeti, hele de cinsel tacizle bir araya geldiğinde kadınların özneliğini de ortadan kaldırma amacı taşıyor. Kadınlara “seni siyaseten de, insan olarak da muhatap almıyoruz, sen sadece bir metasın, senin bedenin benim emrimde ve bedenin sadece benim bedenime hizmet ederek var olabilir” deniyor. Daha büyük işkence biçimi var mı bilmiyorum. Üstelik bu işkence biçimi, sadece polis karakollarında gerçekleşmiyor.

Kadınların sokakta özgürce yürümesi, konuşması, gülmesi, bedenini ve emeğini kocasına teslim etmemesi çok yaygın bir cinayet sebebi bu ülkede. Henüz siyasi varlıktan bile söz etmedim, sadece bir canlı türü olarak kadınların fiziksel varlığından söz ediyorum. Can güvenliği için polise giden kadınların elleri boş döndükleri, adamların iki ay yatar çıkarım rahatlığıyla cinayet işleyebildikleri, tecavüz edebildikleri ve kadınları her gün aşağılayarak varlıklarından bile utandırdıkları durumdan söz ediyorum.

Politik olarak bilinçli, özel örnekler dışında siyaset erkeklere aittir. Siyaset konuşmak, düzenden şikayet etmek erkeklerin işidir. Hemen her ailede, ideolojik görüş fark etmeksizin şöyle bir tablo belirir. Evde ya da misafirlikte, salonda erkekler televizyona bakarlar ve ülke gündemini konuşurlar. Ekonomiden şikayet ederler, siyasileri eleştirirler ve çaylarını içerler. O çayları ise kadınlar getirip götürür. Konuşmalar esnasında çayları tazelemek, bulaşık varsa mutfağa götürmek, çocuklar ses yapıyorsa onları uzaklaştırmakla ilgilenirler. Yani, kadınlar can güvenlikleri ve kazanılmış hakları mütemadiyen tehlike altındayken ne kendileri için ne ülkeleri için, konuşamazlar.

Feminist mücadelenin değeri tam bu noktada anlaşılır. Kadınlar, özne olarak görülmedikleri bu toplumsal bağlamda, can güvenliklerini tehlikeye atarak ve her şeyi göze alarak yıllardır sokağa çıkıyor.  Kadınların meydanlarda “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin jop! İnadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük” sloganları atmasının, her şeye isyan edecek gücü kendinde bulmasının nasıl bir cesaret gerektirdiğini görmek gerekir. Kadınlar her sokağa çıktığında bir imkansızı başarıyor aslında. Çünkü kadınların kaybedecek hiçbir şeyi yok. Çünkü kadınlar siyaseten örgütlü olmasalar bile örgütlü hareket etmenin gücünü biliyorlar. Evine tek başına dönmek zorunda olan kadın, arkadaşlarına konumunu atıyor, sokakta ağlayan bir kadının yanına bir başka kadın geliyor, şiddete uğradığında kapısını yine diğer kadınlar açıyor. Belki sessizce yürüyen bu dayanışma, bu örgütlülük sayesinde bugün kadınlar sokakta barikatları zorluyor.

Bu direniş sürecinde de, eylemlerin toplumsallaşmasının ateşleyicisi olan üniversitelerde en önde kadınları gördük, öğrencilerin taleplerini dillendiren kadınlardı, meydanlarda hem iktidarla hem erkek egemenliğiyle mücadele eden kadınlar “Kadınlar Ölürken Polis Nerede” diye hesap da sordular, “Küfürle Değil, Azimle Diren” diyerek alanı dönüştüren hamlelerde de bulundular.

Her şeye rağmen ve her şeyleriyle direnen kadınlar örgütlü mücadelenin gücüyle Türkiye’de siyasetin dönüştürücü gücü olacaklar ve gözaltında tacize uğrayan kadınları her gün konuşacağız. Sadece sosyal medyada değil, meydanda, sokakta, siyasette ve hukukta konuşacağız. İşkencenin zaman aşımı olmaz. Hesabını soracağız, insanlık onurumuzu kazanacağız.

Ayrım, 2024 - İletişim: ayrim@ayrim.org