Meclis açılışında Cumhur İttifakı’nın İsrail tehdidi söylemleri ve Bahçeli’nin el sıkma gibi jestleri iktidar bloğunun iç ve dış politikada yönelimlerine dair bize ne söylüyor?
İsrail’in bir yıldır Gazze’de sürdürdüğü soykırımın ardından savaşı tüm bölgeye yaymak olarak okunabilecek Lübnan’da Hizbullah lideri Nasrallah ve tüm üst komuta heyetini öldürmeye yönelik hava saldırıları ve ardından başlayan kara operasyonu, İran’ın bu sefer biraz daha net bir mesaj verme gayesi ile gerçekleştirdiği İsrail’e füze saldırıları bölgede tüm dengelerin nasıl değişeceğine dair soruları haklı olarak gündeme getiriyor.
Bölgedeki gelişmelerle ilintilenerek Türkiye iç siyaseti de 1 Ekim’de Meclis’in açılışı vesilesiyle hareketlendi. Bahçeli’nin DEM Parti ve Özel’e yönelik jestleri ve iç barış gerekliliği ifadeleri, Erdoğan’ın konuşmasında İsrail’in bir sonraki hedefinin vatan toprakları olduğu ifadesiyle bir tehdit tarifi ve iç cephenin birlik beraberliğinin önemine vurguları kafaları yine karıştırdı. Aşağıda ayrıntılı vereceğimiz bu gelişmeleri nasıl okumak lazım? Yazının bu soruya cevabını baştan söyleyelim:
İsrail’in körüklediği bölge savaşı Türkiye iktidar bloku açısından Suriye’de Kürt hareketine yeni mevziler kazandırma olasılığı dolayısıyla bir tehdit olarak görülüyor. Dolayısıyla dış politikada kısmi de olsa bir yeniden dizayn ihtiyacı doğuruyor.
Hem bu güvenlik eksenli dış politikanın bir gereği olarak hem de zaten 31 Mart yerel seçim yenilgisinden beri devam eden iç siyaseti ve muhalefeti dizayn etmeye ve zaman kazanmaya yönelik iktidar stratejisinin yeni bir imkânı-momenti olarak bu güvenlikçi dış siyaset ile aynı zamanda iç siyasetin sınırları çiziliyor.
Türkiye’de iktidarda bulunan Cumhur İttifakı’nın İsrail’in bu soykırımcı ve katliamcı politikaları karşısında retorik tüm efelenmelerine rağmen aslında İsrail ile ekonomik ilişkileri kesmek, diplomatik ilişkileri askıya almak vb. gerçek etki yaratacak hiçbir politikayı hayata geçirmediğini baştan bir not alalım. Gündemi çapraz mesaj ve beyanlara boğarak toplumun kısa süreli siyasi hafızasını dahi paralize etmek iktidarın yönetme stratejilerinden biri. Dolayısıyla şöyle bir hafızamızı hemen tazeleyelim.
Ne Oldu, Neler Dendi?
Meclisin açıldığı 1 Ekim günü Cumhur İttifakı’nın iki kanadından, Erdoğan ve Bahçeli’den gelen iç ve dış politikaya dair önemli beyanlar, 3 Ekim tarihli MGK toplantısıyla da teyitlenerek devam etti.
Bahçeli sabah Sinan Ateş davası üzerinden Halk TV ve Özgür Özel şahsında CHP’ye yönelik hakaret ve tehdit içeren ağır ifadeler kullandıktan[1] sonra akşamında TBMM açılış resepsiyonunda Özel’e, “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme! Bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor. Siyasetin gereği” dedi.[2] Yorumcuların kahir ekseriyeti CHP ile olan bu muhabbete, sabah ve akşamki sözler ve yaklaşım arasındaki tezata odaklanırken, Özel ile olan bu diyalogdan daha önemlisi Bahçeli’nin terörist olarak gördüğü ve kapatılması gerektiğini defaten dillendirdiği DEM Parti ile olan iletişimiydi. Bahçeli, TBMM Genel Kurulu’na girişi sırasında aralarında DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan ve DEM Parti Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık’ın da olduğu milletvekilleriyle tokalaştı. Aynı anda, AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala ve AKP Grup Başkanvekili Abdulhamit Gül de DEM Parti grubuna gelerek vekillerle tokalaştı. Daha sonra DEM Partililerle el sıkışmasının anlamını Bahçeli, “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” şeklinde açıklayarak kafaları iyice karıştırdı.[3] Bahçeli aynı zamanda kendisini harekete geçirenin Erdoğan’ın sözleri olduğunu söyleyerek bu yaklaşıma dair Cumhur İttifakı uyumunun da altını çizdi.
Aslında hem Erdoğan’ın Meclis açılış konuşması hem de Bahçeli’nin aynı gün Meclis Grup konuşması bu çıkışları anlamamız için tüm verileri bize sunuyor. Bahçeli grup konuşmasında şunları söyledi:
Birbirimizi hırpalayıp şeytanlaştırmak, çerden çöpten meseleler etrafında savaş boyaları sürmek hiç kimse unutmasın ki, bedeli ve vebali çok ağır olacak bir gaflet, hatta dalalettir. Yol yakınken, henüz vakit geçmemişken, muhtevalı bir vicdan muhasebesinin zarureti, deyim yerindeyse herkesin elini husumet tetiğinden çekmesi samimi niyazım ve iyi niyet beyanımdır. Başka Türkiye yoktur… Bölgesel ve küresel tehdit dalgalarının şiddetle kıyılarımıza çarptığı, zaman zaman hasara sebep olduğu bugünkü zaman diliminde Türk milletinin her ferdi birbirine sımsıkı sarılmakla mühürlü ve mükelleftir.[4]
Erdoğan’ın da konuşmasının kilit noktası şu sözlerde yatıyor:
İsrail’in, Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz…. İsrail saldırganlığı, her fütursuz açıklamayla görüyoruz ki, Türkiye’yi de içine almaktadır… Şunun artık idrak edilmesi ihtiyaçtan öte bir zarurettir; bugün, İsrail saldırganlığı karşısında, içeride ve dışarıda çatışma alanlarının değil, uzlaşma alanlarının öne çıkması gerekiyor.[5]
Bu konuşmaların her ikisi de iki şeyin altını çiziyordu: birincisi, İsrail kaynaklı bölgesel tehdit Türkiye’yi de doğrudan hedef almaktadır; ikincisi, iç siyasette birlik ve beraberliğe, bir çeşit yumuşamaya gereksinim vardır.
Meselenin bölgesel tehdit boyutu hemen akabinde MGK 3 Ekim 2024 tarihli toplantısında tekrar açıkça dile getirildi. MGK basın bildirisinin ilk üç maddesinde, “PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri başta olmak üzere milli birlik ve beraberliğimize yönelik her türlü tehdit ve tehlike”nin ele alındığı; Suriye topraklarında “milli güvenliğimize halel getirebilecek herhangi bir plana veya oldubitti girişimine müsaade edilmeyeceği”; Irak ile de başta PKK/KCK-PYD/YPG olmak üzere tüm bu terör örgütlerine karşı işbirliğini ilerletme konusunda kararlılığın devam edeceği belirtildi.[6]
Kürt Meselesi ve Güvenlikçi-Militarist Dış Politika
Hem yorumcuların kahir ekseriyeti hem de ana muhalefet partisi bu çıkışları İsrail Türkiye’ye mi saldıracak ile Türkiye’de yeni bir normalleşme mi başlıyor olarak okudu. Öncelikle bu konuşmaların merkezinde yer alan odadaki filin adını koyalım: Kürt meselesi. Erdoğan ve Bahçeli’nin konuşmaları da MGK metni de İsrail’in başlattığı bölgesel savaşın, ABD’nin desteğiyle özellikle Suriye’de PYD-YPG açısından yeni mevziler kazanılması ihtimalini büyük bir tehdit olarak görüyor.
Devletin güvenlik aktörleri ve Cumhur İttifakı dahil Türkiye’de iktidar blokunun temel tehdit algısı Irak ve Suriye’de konuşlanmış silahlı Kürt hareketidir. Bizatihi Saray Rejimi’nin inşasını mümkün kılan tarihsel sürecin iki ana sütunu 7 Haziran 2015 sonrası Kürt meselesinin yeniden militarizasyonu çerçevesinde devreye sokulan yeni askeri-politik strateji ve fiili olağanüstü hal ile 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası yasal olağanüstü haldir. 7 Haziran 2015 sonrası süreçte devlet Kürt meselesinin silahlı çatışma boyutunu Türkiye sınırları içinde bitirmiş ve bu boyutu dışsallaştırmıştır. Bir başka deyişle, Kürt meselesinin militarizasyonu komşu iki ülkeye ihraç edilmiştir. Bu tarihten itibaren devletin güvenlik algı ve değerlendirmelerinde bu mesele artık Suriye ve Irak merkezlidir. Bu iki ülkeye yönelik askeri operasyonlar ve kalıcı askeri üslerin kurulması ile Kürt meselesinin askeri boyutu bir anlamda dışsallaştırılmıştır. Ama aynı zamanda da adeta kolonyal bir pratikle iki komşu ülke içinde oluşturulan askeri varlık ile bu iki ülke topraklarında olan biten de içerileştirilmiştir. Dış ve iç politikanın özellikle son 20 yılda giderek iç içe girmesi, aralarındaki ayrım çizgilerinin çok güçlü bir şekilde silikleşmesi sürecinin en önemli dinamiklerinden birini bu oluşturmaktadır.
Devletin Kürt meselesine dair güvenlik algısı ve politikaları uzun zamandır Irak ve Suriye eksenlidir. Irak’ta bir yandan Pençe-Kilit adı verilen askeri operasyonlarla PKK askeri olarak sıkıştırılmak istenmekte. Diğer yandan da KDP-Brazani ile yani Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile çok yakın askeri-siyasi-iktisadi ilişkiler ve Irak Merkezi Hükümeti ile güvenlik ve ekonomi (Kalkınma Yolu Projesi) eksenli işbirlikleri üzerinden siyasi-diplomatik bir süreç yürütülmektedir. Burada hem Talabani’nin KYB’sinin PKK’ye desteği engellenmek hem de PKK’nin Irak’ta yaşam alanına son verilmek istenmektedir.
Benzer şekilde Suriye’de de devlet askeri operasyonlar ve kalıcı askeri üsler kurarak Kuzey Suriye’de önemli bir bölgeyi kontrolü altına almıştır. Aynı zamanda Esad rejimi ile yeniden diplomatik ve siyasi ilişkiler tesis ederek Kürt hareketinin Suriye içindeki gücünü kırmaya, PYD-YPG’yi etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Rojava’da Haziran’da yapılması planlanan yerel seçimler, Türkiye devleti açısından, devletleşme sürecinde bir adım olarak okundu ve yeni karşı adımlar atılmaya başlandı. Bu bağlamda, Türkiye ve Suriye arasında diplomatik ve siyasi görüşmelerin yeniden başlaması Haziran 2024’te gündeme geldi. Taraflarca Haziran’dan bu yana basına yansıyan açıklamalara bakıldığında, Türkiye açısından temel önermeler, YPG’nin silahsızlandırılması ve Suriye devletinin kontrolü altına alınması, muhtemelen bunun için Suriye devletinin Kürtleri sisteme entegre edecek bazı hamleler yapması, bu sağlandığı takdirde de Türkiye’nin Suriye topraklarından askeri olarak çekilebileceğidir. Suriye tarafı ise şu ana kadar öncelikle Türk askeri güçlerinin çekilmesini şart koşuyor. Cumhur İttifakı’nın her iki liderinden de bu yönde açıklamalar geldiğini, dahası Temmuz’da CHP’nin de bu sürece dahil olduğunu ve arabuluculuk istenirse buna hazır olduklarını belirtiğini de atlamamak gerekir. [7]
Bu süreçte Rusya’nın bu politikada etkin bir arabulucu rol oynadığını görmek gerekir. En son BM Genel Kurulu sırasında düzenlenen basın toplantısında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un şu sözleri önemlidir: “Suriye’deki Kürt örgütlerinin kendilerini terörizmden kategorik olarak uzaklaştırmaları ve sonunda Suriye devletinin bir parçası olarak devam etmekten başka seçenekleri olmadığını anlamaları gerektiğinden eminim… Şam ile müzakere etmeleri gerekiyor. Anladığım kadarıyla Türk komşularımız bu konuda yardım etmeye hazır.”[8] Rojava’da özerk yönetimin Haziran’da yapacağı seçimler, Türkiye’nin seçimler ertelenemezse askeri saldırı kartını çekmesiyle Ağustos’a ertelendi ama yapılamadı. En son ABD de seçimlerin yapılma koşullarının olmadığını ifade etti.[9]
İktidar blokunun yukarıdaki açıklamalarının arkasında yatan bölgedeki gelişmelerin bu iki ülke içinde, dolayısıyla Türkiye’nin hemen sınır ötesinde Kürt hareketine yeni mevziler, statüler kazandırma ihtimaline yönelik değerlendirmedir. Erdoğan’ın ve iktidar medyasının, trollerinin İsrail’in Türkiye’ye göz diktiği açıklamalarının arkasında yatan bu tehdit algısıdır. Yoksa İsrail’in doğrudan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik bir hamlesinin olacağına çocuklar dahi inanmaz, kargalar bile güler. Maalesef özellikle Kürt meselesinin Türkiye iç ve dış siyaseti açısından belirleyici konumuna dair genel geçer bir körlük ve sağırlık söz konusu olduğundan bu söylemlerin ne ifade ettiğini de açıkça söylemek Saray Rejimi’nin basınına kalıyor.[10]
Bölgesel savaşın fiilen başladığı süreçte, önümüzdeki günlerde Türkiye açısından Kürt meselesinde Suriye ve Irak eksenli güvenlikçi-militarist dış politika aynı zamanda iç politikanın da seyrini doğrudan etkileyecektir.
İç Siyasetin ve Muhalefetin Hizaya Çekilmesi
Hiç şüphe yok ki iktidar bloku bu çıkışlarla aynı zamanda, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere tüm muhalefet alanını da pasifize etmek, siyaset yapmaktan alıkoymak için milli güvenlik, devletin bekası mekanizmasını devreye sokmaktadır. Türkiye’de AKP iktidarının 2013 sonrası yaşadığı hegemonya ve devlet krizleri sürecinde[11] muhalefetin Kürt meselesi ve/veya çeşitli dış politika konuları (Akdeniz, Kıbrıs, Yunanistan, Libya vb.) üzerinden milliyetçi-militarist mobilizasyonlar ile defalarca siyaseten eli kolu bağlanmıştır. Düzen muhalefeti de bu hamlelerin hiçbirinde hamleyi boşa çıkaracak bir çıkış yapamamıştır, çünkü ne Kürt meselesinde ne dış politikada dünya sisteminin hegemonik krizini de hesaba katan, toplumun önüne güçlü şekilde koyabildiği alternatif bir bakışı, politikası bulunmaktadır. Bu durum, küresel ve bölgesel askeri-politik krizlerin yoğunlaştığı bir dönemde iktidarın muhalefeti her seferinde Kürt meselesi ve dış politika üzerinden hizaya çekebilmesini kolaylaştırmaktadır.
Hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin son söylemlerinde Mustafa Kemal’in ifadelerine mülhemle “iç cephenin” birlik ve beraberliğinin öneminin altını Ağustos’tan beri çizmesi,[12] iç siyasette sert çatışmalar yerine uyumun ön plana çıkarılması içeride muhalefetin dizaynına yönelik yeni bir momenti oluşturmaktadır. 31 Mart yerel seçimlerinin ardından tarihinde ilk defa birinci parti olamayan AKP ve Erdoğan açısından temel dert Şimşek ekonomik programıyla katmerlenerek devam eden sermayenin bölüşüm şoku politikasının toplumun geniş emekçi kesimleri nezdinde yarattığı tepkinin soğurulması, bu tepkinin muhalefete akmamasıdır. CHP genel başkanı Özgür Özel’in CHP’nin iktidar olabileceğini hem seçmene hem devlet aktörlerine kabul ettirme gayesiyle başlattığı “normalleşme” adı altındaki taktik hamlesini iktidar bloku kısa sürede terse çevirmiş ve muhalefeti güçlü ve etkili siyaset izlemekten, iktidarı sert biçimde eleştirmek ve sıkıştırmaktan alıkoyacak bir karta çevirmiştir.
Evet en başta, Haziran ve Temmuz gibi, CHP lideri asgari ücretten tarım üreticilerinin sorunlarına kadar ekonomik yıkım meselelerine, Emine Şenyaşar ziyareti, Sinan Ateş ve Gezi davaları gibi örnekler üzerinden adalet sorunlarına el atarak normalleşme söylemine rağmen etkili muhalefet de yapabileceğini, aynı zamanda ekonomik programa yönelik sınıfsal tepkileri de sistem içinde soğurabileceğini ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak iktidar blokunun tüm kanatlarının (Cumhur İttifakı, devlet aktörleri ve sermaye) presi karşısında CHP’nin ve lideri Özel’in dengesi altüst edilmiştir. 1 Mayıs’ta emekçileri bir başına bırakması, Ahmet Şık’a Meclis’te yapılan saldırı sonrası açıklaması, New York’ta Türkevi önünde rüşvet meselesine dair açıklaması ve en sonunda normalleşme safsatası adı altında Erdoğan’ı meclis açılışında ayakta alkışlaması, Bahçeli’nin sözleri karşısında uslu çocuk gibi özel bir çabayla Bahçeli’nin yanına yanaşması ve Bahçeli’nin sözlerine etkili bir karşılık verememesi vb. bir dizi siyasi hata düzen içi muhalefetin iktidar tarafından yine bir kurt kapanına doğru sürüklendiğinin bazı göstergeleridir.
İktidar bloku, Suriye ve Irak merkezli Kürt meselesinde güvenlikçi-militarist politikalar ve iç cephenin birliği söylemiyle aynı zamanda içeride Kürt siyasal hareketini de sıkıştırmaya devam edeceğinin sinyalini vermekte. Önümüzdeki dönemde bölgesel savaşın Türkiye’ye doğrudan etkilerini Kürt meselesi üzerinden değerlendirmeye devam edecek olan iktidar bloku DEM Partiyi her zaman olduğu gibi terörle arana mesafe koy diyerek, Kürt meselesinde Suriye ve Irak merkezli güvenlikçi-militarist politikaları her eleştirisini gayrı milli ilan ederek ve normalleşmenin önündeki engel olarak tarif ederek baskı altına alacaktır.
Son dönemde anketlerin de göstermeye başladığı gibi Türkiye’nin müzmin muhalefet açığa sürmekte. 31 Mart yerel seçim sonuçlarının yarattığı yeniden umut dalgasını ve siyasal enerjiyi iktidar bloku soğuruyor. 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’ye teveccüh gösteren Saray-Sermaye rejiminden memnuniyetsizler bugün hala siyasi temsilcilerini arıyor. Ne ekonomi alanında ne dış politika alanında ne de Kürt meselesi bağlamında topluma sahici alternatifler koyamayan, koyamadığı oranda da iktidar blokunun dizayn müdahalelerine sonuna kadar açık CHP’nin bu temsilci olamayacağı aşikar. Sosyalistlere düşen görev de imkânlar da çok büyük. Fransa’daki toplumsal mücadeleler sırasında duvara yazıldığı gibi “Halklar arası savaşa da sınıflar arası barışa da hayır”. Bugün Türkiye’de ve bölgemizde emekçilerin, ezilenlerin ihtiyaç duyduğu emperyalist, alt-emperyalist, Siyonist savaş körükçülerine karşı halkların barışını; sermayenin muazzam saldırısı karşısında da emekçilerin sınıf çatışmasını siyasal ve toplumsal hayatın ana gerçeği kılmaktır.
[1] https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/5351/index.html [2] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/bahceliden-ozele-birbirimizi-kirmiyoruz-insallah-2253534 [3] https://www.gazeteduvar.com.tr/bahceli-dem-partililerle-tokalasti-haber-1724471; https://www.indyturk.com/node/746239/siyaset/bah%C3%A7eliden-tokala%C5%9Fma-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1-beni-harekete-ge%C3%A7iren-cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1m%C4%B1z%C4%B1n [4] https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/5351/index.html [5] https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan-yeni-anayasanin-uzlastirici-birlestirici-ozgurlukcu-olmasi-ve-ortak-noktalarda-bulusturmasi-temel-ve-sarsilmaz-ilkemizdir [6] https://www.mgk.gov.tr/index.php/3-ekim-2024-tarihli-toplanti [7] https://bianet.org/haber/erdogan-dan-suriye-yle-normallesme-mesaji-sayin-esed-le-gorusmeler-yine-olur-296937; https://www.bbc.com/turkce/articles/c8vdg4z299do; https://www.evrensel.net/haber/522923/esad-ile-gorusme-siyasetin-gundeminde; https://www.ekonomim.com/gundem/erdogan-ile-esad-gorusecek-mi-suriyeden-aciklama-geldi-haberi-769530#google_vignette; https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/devlet-bahceliden-kursude-esad-ile-isbirligi-cagrisi-suriyenin-2211374 [8] https://bianet.org/haber/lavrov-turkiye-ve-suriye-gorusmeleri-canlanacak-kurtlere-oncelik-verilecek-300253 [9] https://manage.rudaw.net/turkish/kurdistan/130920242; https://www.haberturk.com/son-dakika-cumhurbaskani-erdogan-dan-chp-ye-ziyaret-aciklamasi-demek-ki-hazmedemediler-3695547 [10] Nebi Miş, “Türkiye’nin hedefte olmasından ne anlamalıyız?”, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/nebi_mis/2024/10/04/turkiyenin-hedefte-olmasindan-ne-anlamaliyiz [11] Bkz. İsmet Akça, “Hegemonya ve Devlet Krizleri Merceğinden Seçimler ve Sonrası”, https://www.ayrim.org/dosya/hegemonya-ve-devlet-krizleri-merceginden-secimler-ve-sonrasi/ [12] Nergis Demirkaya, “‘İç Cephe’nin Şifreleri: Bahçeli ve Erdoğan Ne Yapmak İstiyor?”, https://www.gazeteduvar.com.tr/ic-cephenin-sifreleri-bahceli-ve-erdogan-ne-yapmak-istiyor-makale-1725178