Haziran’dan Mart’a: Yarın Bizimdir Yoldaşlar!

19 Mart’ın üzerinden daha bir hafta geçmesine rağmen ve hâlihazırda bir sokak hareketi söz konusuyken şimdiden sosyalist hareketimize yeni sorular, cevaplar ve elbette görevler düşmektedir. Uzun yıllar çeşitli sorunların biriktirdiği kabarmanın Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve gözaltına alınmasıyla patlaması, Türkiye’de öncelikle cumhuriyet ve demokrasi özleminin katarsisi olmuştur. Kuşkusuz bunu söylemekte yarar var. Öte yandan, bu kabarmayı kapsayan kabın işçi sınıfının ekonomik sorunları olduğunu söylemeye herhalde gerek yoktur. 2013 Haziran’ından bu yana böylesi bir dalgalanmayı yaşamamış bir toplumun, aradan geçen ve gittikçe otoriterleşen bir 12 yıla rağmen aynı talepleri ve özlemleri, aynı çizgiden savunması geriye düşmemiş oluşunu göstermektedir. O halde, Gezi’nin bugünden bakarak anlayabileceğimiz en büyük başarısı, çizgisini iktidara karşı adımını attığı yerden çekmiş olmasıdır. İktidarın bu 12 yılda her gün şiddetini artırarak toplumu teslim alma çabası ve muhalefeti istediği şekilde dizayn etme girişimleri Gezi’nin çizgisinden sekmiştir. Bu çizginin kuvveti ve sahiden mevcudiyeti, aslında Gezi’den sonraki 10 yıl içinde saptanabilecek bir durumdu. Az biraz gecikmeyle Gezi’nin mirası berraklaşmış oldu.

Daha bir hafta önce “sosyal çürüme”nin ağızlarda sakız gibi dolaştığı, yani kimsenin böylesi bir patlamayı yaşayacağını zannetmediği ve bunun teorik mazeretlerinin arandığı bir dönemden çubuk tersine dönerek tarihsel gerçeği ortaya çıkarmıştır: Gezi’nin bıraktığı çizgide yürümeye devam eden bir halkın çürümeye karşı canlılığı. O halde, acil saptanması gereken iki husus vardır. Birincisi, Gezi, kitlesel bir hareket olarak, talepler ve özlemler konusunda önündeki 12 yılı belirlemiştir. Bu, 15-16 Haziran’ın bıraktığı 70’ler rüzgarı gibi değil, halkın taleplerinin, bugün hala kitlesel hareketin (Gezi’nin) çizdiği eksende ilerlemesiyle olmuştur. İkincisi, kapitalizmin sürekli ürettiği sorunlar ve siyasal iktidarların hegemonya krizi yeni kitlesel tepkileri ve hareketlenmeleri davet etmektedir. Kitlesel hareketlenme ve kabarma dışında başka bir yol, bir buzkıran görünmemektedir.[1] Dolayısıyla Gezi’yi “çok güncel” olmasından kaynaklı köşeye atanların, en azından bugün yaşananlara baktığında bu kitlesel kabarmaların kritik bir tarihsel kesite işaret ettiğini anlaması lazım.

19 Mart’ta başlayan ve bugün de devam eden direnişe “Mart direnişi” dersek ve bu direnişi 2013 Haziran’ı ile birlikte okursak 21. yüzyıl toplumsal ve sosyalist hareketlerinin son derece canlı ve dinamik bir karakterde olduğunu görürüz. Bilerek sosyalist hareket diyorum, çünkü Haziran’da hareketimizin zayıflığı bugün gücümüz olmuş, örgüt ve kitle arasındaki makas Mart direnişinde Haziran’a göre kapanmıştır. Elbette eksikler, birtakım sorunlar mevcuttur. Tüm bunları sıcağı sıcağına tüketmek de sindirimi zorlaştırır. İlerleyen günlerde tablo daha da belirginleşecektir. Ancak komünizmin antipropagandası, 20. yüzyıl deneyimlerinin distopik anlatısı, en azından benim gördüğüm kadarıyla bugün toplumda bir karşılığı olmayan, eskimiş bir saldırı türü olarak kimsenin yüzünü çevirip bakmadığı bir yöntemdir. Mart direnişi bize bir kere daha bunu göstermiştir. Komünistlerin en önde kavgayı yürüttüğü ve herkesin de bunu bildiği bir süreçte halkın talep ve özlemleriyle sosyalizmin eklemlenmesi bugün çok daha rahat gerçekleşebilmektedir. Bir ikincisi, ülkedeki uzun sessizliğin ardından “kültürel” ve/veya “ideolojik” mücadele diyenlerin sayısı giderek artarken Mart direnişi bir turnusol işlevi görmüştür. Türkiye’de bugün, siyasal mücadelenin kendisinden başka bir alternatif zihinlerde dolaşsa bile tarihin izin verdiği bir durum değildir. Kaldı ki sosyalist mücadeleye katılan, bir sebeple umudunu yitirmiş, daha doğrusu umduğunu bulamamış, yaşları 20-25 bandında olanların dönüşümü en çok da bugünden itibaren başlayacaktır. Gümbür gümbür gelen bir halkın eylemliliğin verdiği bir dönüşümdür bu. Hiçbir zihni işlevin yerine getiremeyeceği bir siyasal mücadelenin, hareketin etkisidir.

Kendisini devrimci addeden ama komünist olarak görmeyen veya fikren komünist olan ancak devrimcilik yapmayan kitlenin, zamanında umduğunu bulamadığı örgütlerle arasında bugün hiçbir açı farkı kalmamıştır. Kuruculuk misyonunu tamamlamış, bir eşiği atlamış hareketimiz nesnel koşulların “olgunlaştığı” süreçlerde eklemlenecek bir mıknatıs işlevi görmektedir. Bu, göklerden gelecek bir kararı bekleyerek olmadı, özgül siyasi pratiğimizi her gün yeniden işleyerek o mıknatıs oluştu. Bahsi geçen eklemlenme, yalnızca komünist veya devrimci olarak kendilerini tanımlayanlarla sınırlı kalmadı, hayatlarının merkezinde bazen endişeyle bazen ümitsizlikle de olsa cumhuriyet, özgürlük ve demokrasi değerleri olan genç kuşaklara da ulaştı. Burada dikkat edilmesi gereken şey bir eklemlenmeden söz etmem, örgütlülükten değil. Dolayısıyla Gezi’den bu yana ve Mart direnişi ile sosyalizmin büyüdüğünü, hegemonik bir adım atabildiğini ve toplumsallaşabileceğini bir kez daha görmüş sayılırız. Ve elbette tüm bunlar bugün “bitmiş”, “tamamlanmış” değildir, süregelen durumlardır.

Sürecin gelişiminin hızı haricinde, yönü ve başat gücü sosyalizmin lehinedir. Hızı hariç diyorum çünkü halihazırda sürecin içindeyiz ve açıkça söylemek gerekirse ne kadar hızlı olduğumuzu ben içindeyken kestiremiyorum. Sürecin yönü ise otoriter kapitalizmin ve onun bölgemizdeki en büyük savunucusu AKP’nin 25 yıllık iktidarında kendi lehine hedeflediği birçok şeyi başarmış olmasına rağmen konumunun her on yılda bir büyük kitle hareketleriyle sallanması istikametindedir. Hem evrensel ölçekte kapitalizm hem de yerel ölçekte siyasal iktidar yaklaşık 50 senedir derin bir hegemonya krizi yaşamaktadır. AKP bunun çeyrek asrını oluştururken üstüne iki defa kitlesel hareketlerin karşı koyuşunu yaşamıştır. Sürecin başat gücü veya sürecin gelişimini oluşturan ana başlıkların cumhuriyet, demokrasi ve özgürlükler ekseninde olması hareketimizin mıknatısını titreştirir. Dolayısıyla hala birtakım eksiklerimize ve sorunlarımıza rağmen, en azından Türkiye İşçi Partisi adına konuşursam, partimizin yapılanması ve yönelimi mevcut düzenin karşılayamayacağı, karşılamak şöyle dursun kendisini bizzat bu alanlardaki saldırganlığı ile var ettiği için yığınlar ile sürekli bir çatışma içinde olacağı başlıkları araması, bu başlıkların da en genel düzeyde emeksosyal adalet ve rejim konularından oluşturulması stratejisi[2], bizim açımızdan hem bugün kitleyle örgüt arasındaki açı farkını kapatmış hem de kitleyle iktidar arasındaki çatlakları derinleştirmiştir. Ancak sürecin gelişiminin sınıf perspektifi, bu perspektifin süreklilik-kopuş diyalektiğine etkisi zamanla anlaşılacak.

Nasıl Gezi kendisinden sonraki 10 yıllık sürece bir iz bıraktıysa kuşkusuz bu Mart direnişi de bir iz bırakacaktır. Hareketin geliştiği, ilerlediği, adımımızı attığımız yerden çizgiyi çekmenin gerekliliği her siyasi öznenin bir sorumluluğudur. Ekseni bastığımız yerden çekeceğiz ki geriye düşmeyelim, kabarmanın sönümlenmesine izin vermeyelim ve tabii ki uzanacağımız hedeflere bir adım daha yaklaşalım. Bu Mart direnişi, nasıl bizim genç, ergen, sistemle “doğuştan” kavgalı, milliyetçilikle bezenmiş bir kitleyi sosyolojik olarak düşünmemize sebep oluyorsa karşı-devrimci güçleri de sosyalistlerin güçlendiği, tabanda da karşılık bulduğu ve daha da bulabileceği potansiyelini hem sosyolojik hem de siyasi olarak endişelendirecektir. Bu nedenle bizler, telaşlı nesneler değil politik özneler olarak mevcut durumu saptayacağız, çizgimizi çekeceğiz, geriye düşmeyeceğiz ve müdahale edeceğiz. Gezi’den bugüne süregelen mücadelede yaptığımız gibi şimdi de aynısını daha da güçlenmiş bir hareketle yapacağız.

Sosyalist hareketimizin önünde duran soru ise şudur: 21. yüzyıl sosyalizmi ve devrimci atılımı neye benzeyecektir? TİP, bir atılımla bu soruyu sordu, verdiği cevap doğrultusunda yapısını ve yönünü şekillendirdi. Üstencilik olarak görünmeyecekse Türkiye sosyalist hareketinin demeyelim ama sosyalistlerinin bu soruyu sorması, hayal gücünü zorlaması ve bir yapıda değilse yer alması, mevcut bir yapıda ise yapının yönünü bu soruya verilecek cevapla çizmesi şarttır. Gezi “fazla güncel”di denilmişti, şimdi Mart direnişi de bir o kadar güncel denilip atılacaksa sorun artık teorik perspektiftedir.

Kapı hareketimiz için aralanmıştır, o kapıdan geçmemek ise elbette bir tercihtir. Ama aynı zamanda çok büyük bir vazgeçiş…

[1] Metin Çulhaoğlu, “2015 ve sonrası: Yeni bir devrimci dönem mi?”, Komünist No: 2, 2014, s. 29-30
[2] Can Soyer, “Lenin’in Üç Balinası”, Ayrım, 10.01.2025
https://www.ayrim.org/guncel/2025-leninin-uc-balinasi/

İLGİLİ İÇERİKLER