Gençlerin siyasete değil ‘‘böyle bir siyasete’’ ilgisiz olduğunu, gençlerin umursamaz değil geleceksiz olduğunu, gençlerin mücadele kaçkını değil ‘‘mücadele görmemiş’’ olduğunu söylüyorduk. Fakat 19 Mart Beyazıt eylemiyle görmüş ve ardından büyük Beyazıt mitingiyle ispatlamış şunu olduk: Gençlerin sözü, fikri, tepkisi yok değildi. Söz söyleyebileceği bir alan, fikir üretebileceği bir imkan ve tepkisini gösterebileceği bir yöntemden mahrumdu. İlk adım atıldı.
İstanbul Üniversitesinde o polis barikatını aşan yüzlerce genç üç gün içinde Beyazıt meydanında binlerce sıra arkadaşıyla yan yana geldi. “Memleketle ilişkisi zayıf” denen ODTÜ okuldan çıktı, mücadeleyi büyütmek için Kızılay’a yürüdü. “Faşist yuvası” denen Ege Üniversitesi günler içinde yıllardır varolan özgürlük karşıtı çeteyi okullarından temizledi. ‘‘Zengin bebesi’’ denen Yeditepe Kayışdağı’nı inletti. Daha bir hafta önce ‘‘bu okulda kararları ben veririm’’ diyen Hacettepe kayyumu, okulda kararları kimin vereceğini ODTÜ’yle dayanışmak için engel tanımayan Hacettepe öğrencisinde gördü. Sanatçıların lümpenleştiği, topluma üstten baktığı ve gericileştiği bu günlerde geleceğin sanatçıları Mimar Sinan’dan çıktı, Beşiktaş’ı arkasına kattı. Bunlar yalnızca derdimizi anlatmak için bahsettiğimiz birkaç örnek. Türkiye’nin dört bir yanında bütün gençler suskunluğun bir çözüm olmadığını gördü.
Bu deneyim bu kuşaktan gençler açısından ilk, acemiliği biraz bundan. Yıllardır baskılanmaktan ve öfke biriktirmekten dolayı aniden ayağa kalkmanın baş dönmesini de yaşıyor. Yıkıcılığı kuruculukla, acemiliği yaratıcılıkla, özgüven patlamasının yaşattığı baş dönmesini akılcılıkla dengelemek gerekiyor. Çünkü iradenin, kararlılığın ve inadın olduğu ama akılla buluşmadığı her uğrak, düşmanın saldırısına açık hale getirir hareketi. Aklın ve fikrin olduğu ancak kalabalığın kararlılığın olmadığı hiçbir mücadelede ise hatırı sayılır bir etki yaratamaz. Bu sebeple mücadelenin etkili olması dengeli ve bütünlüklü olmasından geçiyor.
Göründüğü kadarıyla, şimdiye kadar sosyalistler meselenin hep en önünde olmaya dair fikir yürüttüler ama arkalarında kimlerin yürüyeceğine pek bakmadılar. Sosyalistler açısından odak noktası, fırsatlar ve risklerle dolu bu yeni dönemde ayağa kalkmaya karar vermiş binlerce genci yalnızca “yürütmek” değil aynı zamanda “düşündürmek”, onların gücünü akılla, iradelerini yöntemle, inatlarını kolektivizmle perçinlemek olmalı. Türkiye’de milyonlarca genç AKP’nin yıkılması gerektiği duygusunu paylaşıyor, ancak bunu hangi “fikirlerle” yapacağı konusunda öncelikli görev sosyalistlere, devrimci gençlere düşüyor.
Bu görevlerden en hayati olan sürdürülebilir bir direniş hattı oluşturmak ve o direnişi adil, demokratik ve özgür bir Türkiye kurma mücadelesi ile buluşturabilmek. Bunun için medet umulmayacak yerlerden bir şey beklemek yerine binlerce genci sosyalizm ile buluşturmayı önümüze koymalıyız. “CHP neden bunu demiş” ya da “neden şunu buraya davet etmiş” gibi sorular hala kendisini edilgen pozisyonda tutanlar için cevap bekler; biz hayatı ve süreci belirleyecek olan gerçek mücadeleyi öne çıkaran bir ağırlık merkezi oluşturmalıyız. Yani, kendimizi özne kılmayı başarmalıyız, ki kalanlar da bizim olduğumuz yere aksın ve bizim hizamızdan pozisyon alsın. Geçtiğimiz günler bunun öneminin ve başarılabileceğinin önemli bir kanıtıdır.
Önümüzde bir fırsat, ardımızda ise ülkemiz ve okullarımız için yüklendiğimiz tarihsel bir misyon var. Bilimsel eğitime kavuşmayı, kampüslerimizi özgürleştirmeyi, festivallerimizi kazanmayı, mezuniyet sonrası istihdam hakkımızı almayı, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamayı başarmak için ülkeyi ve okulu bir arada düşünmeliyiz. Ülkesi özgürleşmeden üniversiteler özgürleşemez; üniversiteler ileri çıkmadan ülke bu karanlıktan çıkamaz. Bu ikisi birbirini bütünleyen, birbirini güçlendiren ve birbirinden koparılamaz mücadeleler.
Her fırsat içinde kendi risklerini de barındırır. Akademik boykotların yaygınlığı ve kuvveti gençlerin gerçek bir özne haline gelmesi açısından hayati öneme sahip ve ülkemizin direnişçi ruhunu güçlendirmek için bir fırsat. Mücadelenin tek bir kent meydanına değil bütün yaşam alanlarına, mahallelere, fakültelere, fabrikalara, sınıflara yayılması için bu enerjinin büyütülmesi ve sürekliliğinin sağlanması şart.
Gençler okullarındaki ve eğitimlerindeki sorunlara dair taleplerini dile getirmekle kalmayıp ülkemizin kaderinin belirlenmesinde de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek dirence sahip. Bunu da adım adım büyüyen bir iradeyle yapacak.
Gençler yepyeni ve apaydınlık bir ülke kuracak. Ama önce 25 yıllık bu karanlığı yırtıp atacak.