“Emek Mücadelesi”’ni “Yaşam Tarzı Savunuculuğu” ile Birleştirmek

Can Atalay3 Mart 2025

***Can Atalay’ın bu yazısı daha önce aylık Çark Başak dergisinin Şubat 2025 sayısında yayımlanmıştır.

“Bir sınıf, tikel -kısmi, dar- sınıf çıkarlarını aşıp farklı toplumsal sınıf ve grupları ulusal-popüler düzeyde dönüştürerek hegemonik sınıf haline gelir.”

Gramsci, Modern Prens

“Yaşam Tarzı”: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kültürel hegemonyamızı da kurmalıyız” derken değiştirmeyi hedeflediği her şeyi kapsar. “Yaşam tarzını savunmak” günümüzde bir rejim sorunudur. Kavram üzerine tartışma sürmektedir.

İşçi hareketini büyütmek, faaliyetimizin önceliklerinden. Bu yönde hayırlı bir ısrar görüyorum. “İşçi hareketini büyütmek” atlanarak dönüştürücü hareket oluşamaz. Aynı zamanda güçlü bir halk hareketi için, farklı katmanların önceliklerini ortaklaştırmak, birleştirmek de gerekir.

Açıklamaya çalışayım…

***

2024’den aklımda kalanlardan, Erkan Baş yoldaşımızın toplumsal muhalefetin mutabakatıyla yerel seçimlerde Gebze’den aday yapılmasıdır. Adaylığı, %20’ye karşılık gelen 40 bin seçmenin desteğiyle sonuçlandı.

Deneyim, toplumsal muhalefetin olumlu işbirliği örneği oldu. Aynı zamanda işçi sınıfının yoğun ve mücadele geleneğinin güçlü olduğu bir yörede, politikleşmenin yükseldiği seçim döneminde hareketin çalışanlarla –ağırlıkla geleneksel işçi sınıfıyla- yüz yüze gelmesi bakımından da önemliydi. Belki de Samandağ dışında diğer yerellerde başaramadığımızı Gebze’de başardığımız için, halkın aşağıdan zorladığı “ortak mücadele”nin, otoriterliğe karşı genel öfkenin bir parçası ve daha da ilerisi sesi olduğumuz için Gebze örneği önemli bir deneyim olarak hatırlanacak.

Malum hangi toplumsal kesim içinde kök salıp örgütlenmek istiyorsan önce yüzünü, dikkatini ve siyasetini o kesime döneceksin. Ne iyidir ki, yüzümüzü, dikkatimizi ve siyasetimizi “çalışanlar” üzerine yoğunlaştırma çabalarımızı “buradan” izlemekteyim.

3 Kasım’da yapılan başarılı İşçi Kurultayı’nın ve kurultayın sonuç kararları ısrarımızı gösteriyor. “İşçi Okulu” kararının yaşama geçirilmesini yayınımızdan takip ediyorum. Sendikal hareketi güçlendirmek için “anti-demokratik sendikal mevzuatı” ve “sendikal işleyişin topyekûn yeniden demokratikleştirilmesi”ni hedef olarak belirlememiz önemli. “İçte”, “İşçi Okulu”nun sürekliliğinin hedeflenmesi epeydir sol harekette görmediğimiz yaklaşımlar.

TİP Parti Meclisi’nin Ocak 2025 toplantısında, “2025 yılını işçi hareketini büyüterek, yoksullaşan tüm emekçilerin öfkesini mahalle mahalle örgütleyerek, rejimin yobazca saldırılarına direnerek geçirecektir” hedefi de faaliyetin yaygınlaşacağının önemli işareti.

Son günlerde büyük fedakarlıklarla işçi sınıfının çoban ateşleri yakılıyor. Öncekilere oranla sonuç da alınıyor. Yasaklara, baskıya rağmen yapılan uzun yürüyüşlerin ve açlık grevlerinin başarıyla sonuçlanması heyecanla karşılanıyor. Güçlü bir ”dipten gelen dalga”dan söz edemiyoruz. Ancak başarmanın sevinciyle konuşan Polonez işçisinin sözleri epeyce kuvvetli bir bilinç sıçramasının işareti gibi. Polonez işçisi gururla “herkes ağzının payını aldı” diyor. Ağzının payını alanları da iyi bellemiş: Patron, her aşamada patronun arkasında duran iktidar, sürekli taciz eden kolluk, kapıdaki direnişçilerin üzerine basarak çalışan işçi arkadaşları, TV’ye çıktıkları için terörist mi oldunuz diye ayıplayan akrabalar, konu-komşu, eş dost. Listeye bakınca “ağız payı”nın altı ne kadar çizilse yeridir.

“Ağız payı” epeydir unutulan “mücadele edene saygı duyma”yı yeniden toplumun önüne koyuyor. Halkta mücadele ederek bir şeylerin değiştirilebileceğine ilişkin inanç çok zayıfladı. Halk, elinde neredeyse “seçmen ve oy gücü” kaldığına inanıyor. Elbette “seçmen ve oy” önemli. Halk ancak siyasete günlük etkide bulunarak “seçmenden yurttaşa” dönüşebilir. “Ağız payı” yalnızca seçmenlikle yetinmemek, hak aramayı günlük eyleme dönüştürmek yolunda önemli bir işaret sayılabilir.

***

Sosyalistlerin kitle çalışmasının en önde gelen başlığı; siyasi etkinliği “oy kullanmak” düzeyine indirilmiş “seçmen”leri gündelik siyasi duyarlılığa sahip “yurttaş” yapmak değil mi?

Bu hedef bir hareketin, partinin faaliyetini aşan bir kapsama sahip. En başta kendimizden başlayarak, halkın çıkarlarını savunan toplumsal örgütlerde ve siyasal hareketlerde, sendikalarda, hatta kültür ve edebiyatta güçlü bir dönüşüm ve eylemi gerektiriyor.

Sol hareketin “yurttaşa dönüştürme”nin devamı olan önemli bir hedefi de var. “Gündelik siyaset yapan yurttaş”ın aynı zamanda “çalışan, emeğiyle geçinen bir yurttaş kimliği”yle siyasete müdahalesi için çaba göstermek.

Bu nedenle hedefimiz, kitlelerin “genel olarak” siyasete katılımı/müdahalesinin ilerisinde. “Emeğiyle geçinen çalışan yurttaşlar” oldukları bilinciyle siyasete müdahalelerinden söz ediyoruz.

Ocak 2025 Çark Başak’ının sayfalarını çevirirken hayırlı bir ipin ucundan asıldığımızı görmekteyim. Halk için Ekonomi Paketi (HEP)’nin tartışıldığı “halk toplantıları”, “işçi okulu” haberleri, grev ve direnişler ile dayanışmaya ilişkin somut planlar ve deneyimler…

***

Hareketimizin bu ısrarı, sol harekette uzun süredir sancısı yaşanan yeni bir yönelişin ipuçları olması bakımından da değerli.

Başlangıcı konusunda rivayetler muhtelif. Sosyalist sistemin yıkılmasıyla veya öncesinden başlatılabilir veya başkaca başlangıçlar önerilebilir. Özeti, epeyce bir süredir sol hareket, ulusal veya uluslararası çapta -kimlikçilik diye kestirip atmamak için böyle yazıyorum- “Cultural Studies”in yoğun etkisi altında.

Çalışan sınıfın –“fiziki veya entelektüel” işgücünü satarak geçinenlerin- genişleyen kapsamı, bunun siyasal davranışlara ve hareketlere etkisi üzerine hali hazırda geniş bir külliyat mevcut. Önemli başlıkların altını çizmek için yazmak amacındayım.

Demokratik ve sol harekette epeyce bir dönemdir çok güçlü bir “okumuş çalışan orta sınıf” -ne kadar “orta”lığı kaldıysa, dil alışkanlığı işte- etkisinden söz edebiliriz. Zaruretten “ödünç” kavramları mazur görün. Değişikliği, farklılığı vurgulamak için “işçi sınıfının yeni katmanları” deyip geçmek açıklayıcı olamıyor. Çünkü, önemli bir genişliğe, ağırlığa ulaşan “okumuş çalışan sınıf” ile “geleneksel işçi sınıfı” arasındaki bağ çok zayıfladı. Küresel bir süreç yaşanıyor. Sosyalist sistemin çöküşünden önce başlayan ve çöküşle hızlanan “yeni sınıfsal davranışlar, yeni toplumsal hareketler” görmekteyiz. Yerel özgüllükleriyle ülkemiz de bu sürecin içinde.

Demokratik ve sol hareket giderek daha fazla mesleki bakımdan vasıflı, yüksek eğitimli, “kendi öncelikleri ve önemsedikleri” konusunda aşırı duyarlı, çevreci (itirazları bilerek ve hak vererek kullanıyorum), kültürel değerleri öne çıkaran, toplumsal cinsiyet konularında duyarlı, bir bakıma geleneksel “ekonomik kalkınma-büyüme-gelişme” konularını öncelemeyen … vb. … “yeni çalışan katmanlar”dan beslenir oldu. Önceliklerinde ısrarcıdır, dayanışmacıdır, ancak sürekli siyasal davranıştan daha çok “kampanya tarzı” reflekslere yatkındır. Doğal olarak “bir hareketin sınıfsal tabanı ne ise o duyarlıklarla davranır”ın sonucu olarak kimlikçi, kültürcü … bir tarza yatkındır. Avrupa’da, sıralananlara denk güçlü politik akımlar oluşturdular.

Ancak, yönelimleri tek yönlü değildir. “Toplumsal konum/yaşam tarzı…”larını tehditte gördüklerinde “sağ popülizmin -aşırısının, yer yer neonazizmin- verimli yatağı da oluyorlar. Örneğin, Avrupa’da -AfD benzeri- yükselen sağ hareketlerin destekçileridir.

Ülkemizde baskın olan, “yurttaşlık elden gidiyor” tepkisidir. Cumhuriyet ve laiklik harekete geçirici başlıklardır. “Yaşam tarzı” tanımlamasına epeyce yakınlaşır. Önemlidir, detaylıca ele almak gerekir.

-Dünyada- Neoliberal dönüşümlerle zorlanan geleneksel işçi sınıfı neredeyse önemli ağırlığıyla diğer tarafta kaldı. Saptamayı sarsıcı da olsa yapmak önemlidir.

Karşılaştırdığımız katmanların farklılıkları, farklı öncelikleri var. Siyasetimizi kurarken sorunumuz, “farklılıklar”dan birini tercih olamaz. Toplumsal dönüşüm için farklılıkların ortak siyasette buluşturulmasıdır. Dönüşüme ancak böylesi bir “birleşik hareket” talip olabilir. Girişte Gramsci’den alıntıladığımız “ulusal-popüler görevleri başaracak hegemonya” böyle oluşabilir.

“Hegemonyaya giden süreç”, halkın farklı bölümlerinin sınıf çelişkilerinden, yurttaşlık haklarına titizlenmelerinden, kimliklerden, toplumsal cinsiyet sorunlarından kaynaklanan ekonomik, demokratik taleplerini ayrı ayrı kompartımanlara sıkıştırarak değil yakınlaştırıp, kaynaştırarak başarılabilir. Günümüzde “çalışanların, emeğiyle geçinenlerin birliği” zannımca böyle tanımlanabilir.

Hiçbir hareket farklılıkların bütününü kendi bünyesine çekemez. Öncelikleri ve olmazsa olmazları olacaktır. Önceliklerini ve olmazsa olmazlarını, bir dışarda bırakma, ikincilleştirme yaklaşımıyla değil çoğulculuğa hürmet ederek, siyasetini bu hürmet üzerine kurarak başarabilir.

***

“Birleşik, kitlesel bir halk hareketine”ne ne kadar yakınız veya uzağız diye hayıflanmamızın hiç yeri yok. Yolu, yayınlarımızı okurken daha çok halk toplantısı, daha çok işçi eğitimi çalışmaları, daha çok halk hareketinin sorunları üzerine deneyimler ve değerlendirmeleri görmekten geçiyor.