Bütün Koşullar Olgunlaştı: Umut Hazır, Direniş Sokakta

Sinem Yıldız20 Mart 2025

“Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin

Dam saçak demeyecek, yağacak

Yağacak bir hışım gibi canevine kentin

Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi

Patladı patlayacak

 Alacak sonunda kendi rengini.”

Bu sene 8 Mart’ta anlamıştım, anlamıştım dalga dalga büyüyen bir öfke olduğunu. Kadınların Şişli’yi değil, Şişhane’yi değil Taksim’i göstermesinden; sokak sokak arşınlayarak, yollarda kaybolan kız kardeşlerinin elinden tutarak meydana çıkma iradesinden anlamıştım. E bir de Yaren leylek geldi, on binleri “umuda” hazırladı. Kararmaya neredeyse yüz tutmuş kalbimizi bahara inandırdı. E bir de üstüne Beyazıt’ta öğrenciler, barikatı yıktı, korku duvarını aştı; “umut çok uzaklarda bir kuşun kanadından gelmez, umut tam da burada, yaşadığın kentin meydanında, sokaklarında, kampüslerinde,” dedi.

Aylardır “toplumsal çürüme” diye diye direnişe leke çalanlara bakmayın. “Z kuşağı bitik, kafalarını telefondan kaldırmıyor” deyip direncin üstünü nostaljiye çevirdikleri Gezi Direnişi anılarıyla çizenlere bakmayın. Gezi, -ki pek çoğu denk bile düşmedi o günlere- gençler için, kadınlar için, öğrenciler için abilerinin, ablalarının anlattığı bir hikâye olmaktan çıktı, dün itibariyle. “Biz çapulcular, yeni gelmedik, geri geldik” dediler; bu mirası bırakanlara selam gönderdiler, ancak bu mirası devam ettireceklerinin de en gözle görülür garantisini verdiler: “barikata yüklendiler!”

Bu coğrafyanın hafızası, baskılara karşı direnişin sayısız örneğiyle dolu. Her seferinde, umudun küllerinden doğduğu, karanlığın en koyu anında bile bir ışık huzmesinin belirdiği görülmüştür. Dün yaşananlar, bu tarihi döngünün bir parçası olarak karşımızda duruyor. İktidarın, toplumu sindirme ve muhalefeti susturma çabaları, aslında kendi korkusunun ve zayıflığının bir yansıması; meşhur tabirle: “tüm tuşlara basıyorlar.” Çünkü halkın iradesinden korkan, meşruiyetini yitirmiş bir iktidar, ancak baskı ve zorbalıkla ayakta kalmaya çalışır.

Peki umut ne? Altı boş bir temenni mi? Masallarda, dağın ardındaki verimli vadileri bulduran bir dürtü mü? Yoksa tam da bugünde, şimdide inat etmenin, şimdide inat ederek geleceği kurmanın adı mı? Ernst Bloch’un “umut ilkesi” kavramı, tam da bu noktada devreye giriyor. Bloch’a göre umut, sadece bir beklenti veya arzu değil, aynı zamanda geleceği şekillendirme potansiyeli. Umut, mevcut koşulların ötesine geçme, var olanın sınırlarını zorlama ve daha iyi bir dünya hayali kurma gücü. Dün sokaklarda yankılanan sesler, tam da bu umudun somut bir ifadesiydi. Gençlerin, kadınların ve tüm direnenlerin kararlılığı, “henüz olmayan”ın mümkün olabileceğini gösterdi. Biliyoruz ki, bu saldırı yalnızca bir kişiye ya da bir kuruma yönelik değil; topluma, onun en güçlü direniş dinamiklerine yöneltilmiş bir darbe. Özgürlüğümüze artık sayamadığımız kadarıncı el uzatış, varlığımıza fütursuz bir saldırı.

İktidarın toplumu sindirmeye yönelik girişimleri yeni değil; ancak her baskı dalgası, her yasak, her operasyon aynı zamanda daha büyük bir öfkeyi biriktiriyor. Umut, edilgen bir bekleyiş değil; tam tersine, içkin bir mücadele gücü, bir eylem çağrısı olarak işte orada, duruyor. Bloch, umudu yalnızca bir duygu olarak değil, pratiğe dönüşen, geleceği şekillendiren, iradi bir süreç olarak tanımlar. Umut, bugünün karanlığını teşhis etmekle kalmaz, aynı zamanda yarını yaratma kapasitesini de içinde taşır. İşte bu yüzden dün Beyazıt’ta, barikatın önünde duran gençler, yalnızca bir baskı rejimine karşı durmadılar; umudun kendisini elleriyle inşa ettiler.

İktidarın, her türlü muhalefeti bastırma ve toplumu sindirme çabalarına rağmen, umudun yeşermeye devam ettiği görülüyor. Çünkü umut, baskı ve zorbalıkla yok edilemez. Umut, insanların kalplerinde, zihinlerinde ve eylemlerinde yaşamaya devam eder. Dün yaşananlar, bu umudun ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gösterdi.

Elbette, önümüzde uzun ve zorlu bir yol var. İktidarın, her türlü hile ve desiseyle ayakta kalmaya çalışacağı aşikâr. Ancak, umudun ve direnişin birleştiği bir halk hareketi, her türlü engeli aşabilir. Çünkü halkın iradesi, her türlü baskı ve zorbalıktan daha güçlüdür. Baskının, sindirmenin, korkunun ötesinde, yarın ne olacağını biz belirleyeceğiz. Umudu pasif bir iyimserlik olarak değil, devrimci bir güç olarak görmek, yaşananların karşısında teslim olmamak, geleceği yeniden ellerimizle kurmaktır. Bu nedenle, umudu diri tutmak ve direnişi büyütmek için her zamankinden daha fazla bir araya gelmek gerekiyor. Sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde, işyerlerinde ve yaşamın her alanında, dayanışma ağları kurarak, ortak bir mücadele hattı örmeliyiz. Çünkü ancak birlikte hareket ederek, bu karanlık tabloyu tersine çevirebilir, “vadedilmiş topraklara” umudun ve direnişin bayrağını dikebiliriz.

Unutmayalım ki, umut ve direniş, birbirini besleyen ve güçlendiren iki önemli unsur. Umut, direnişe ilham verirken, direniş de umudu gerçeğe dönüştürme potansiyeli taşır. Dün, bugün Beyazıt’ta, Saraçhane’de, Beşiktaş Meydanı’nda, Güvenpark’ta, üniversitelerde, sokaklarda yankılanan sesler, umudun kendi içkin hareketiyle büyüdüğünü gösteriyor. Ve tıpkı Bloch’un söylediği gibi, en karanlık zamanlar bile içinde bir gelecek tohumunu taşır. O tohum, bugün barikata yüklenen ellerde, yıkılan korku duvarlarında filizleniyor.

Ve biz biliyoruz ki, henüz olmamış olan, yarına taşınan umut, bizim ellerimizde yeşerecek.