Butik Muhalefete Dersler

Can Soyer21 Mart 2025

Adım adım yaklaşan “olay” üç gün önce gerçekleşti. İlçe belediyelerine yönelik operasyonların ardından “turpun büyüğü” heybeden çıkarıldı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte yüz civarında yönetici, ayrıca gazeteciler ve araştırmacılar son 25 yıllık tarihimizin tekrarlanan örüntüsüne dönüşmüş dehşet soruşturmaları kapsamında gözaltına alındı. Bu gözaltı dalgasının tutuklamalara dönüşmesi, devamında Türkiye siyasetini baştan sona dizayn edecek davalarla sürmesi çok olası.

Bütün bunlar olurken ülkede geniş çaplı bir itiraz rüzgarı da esmeye başladı. Başını üniversite öğrencilerinin çektiği bu rüzgar, kuru havada parlayan bir kıvılcım gibi yayıldı ve on binlerin sokağa dökülmesinin önünü açtı. Sokağa çıkmayan, çıkamayan, ama evlerinden destekleyenler de esasında öğrencilerin yaydığı cesaret ve kararlılıktan etkilendi. Puşkin’in “bir kıvılcım ateşi tutuşturacak” sözlerinin neden bizimkiler tarafından böyle içten benimsendiğini böyle günlerde hissediyor insan.

İlk günden bu yana itirazını seslendiren on binlerin ve onların başını çeken öğrencilerin tepki gösterdikleri şeyin Saray iktidarının artık tamamıyla keyfileştirdiği hukuksuzluklar olduğu açık. Bu mücadele, evet, Saray’a, ölene kadar koltuğa yapışmak için akla gelebilecek her türlü kurnazlığa başvuranlara ve onların özgürlükleri ve hukuku ayaklar altına alan küstahlığına karşı. Ancak, bunun yanında, ana muhalefet koltuğunun da sokaklarda yükselen itirazdan payına düşenler oldu. Sokaklarda iktidarı protesto edenler, “yeri gelmişken” muhalefete de sözünü sakınmadı, muhalefeti de uyardı, hatta onu utandırdı.

Bunun bir anlamı, hem de çok önemli ve öğretici bir anlamı olduğu açık.

***

AKP’nin hem birçok önemli belediyeyi hem de 25 yıldır rakipsiz koruduğu birinci parti olma konumunu kaybettiği 31 Mart seçiminin üzerinden bir yıl geçti. İktidar saflarında şaşkınlıkla birlikte endişeye yol açan bu kaybın ardından, halktaki beklenti CHP’nin muhalefetini daha da yükseltmesi, daha da sertleştirmesi ve köşeye sıkışan rakibini yenilgiye uğratacak hamlelere girişmesiydi. Mantıklı olan da buydu. Ama CHP’nin normalleşeceği tuttu. Bu normalleşme hamlesinin muhalefete Saray karşısında hiçbir avantaj sağlamadığı, tam tersine, toparlanmak ve yeni bir oyun düzeniyle avantajlı konuma geçmek için iktidara altın tepside sunulan bir fırsat olduğu kısacık bir zaman diliminde anlaşıldı.

Peki bu normalleşme beklentisinin gerçek, Türkiye’nin iktisadi, siyasal, toplumsal dinamiklerine dayanan bir kaynağı var mıydı? Böyle bir kaynak olmadığı gibi, 31 Mart gününde bile tüm işaretler tam tersini, yani Saray’ın otoriterleşmenin şiddetini daha da artıracağını gösteriyordu.

31 Mart sonrasında iktidar blokunun birincil yöneliminin otoriterleşmenin şiddetlenmesi olduğu belliydi. Çünkü Türkiye hem hegemonik bir krize doğru ilerliyor hem de bir devlet krizinin sarsıntılarını yaşıyor, yani çoklu bir kriz ortamından geçiyordu.[1] Başta Şimşek Programının halkta yaratacağı tepkiyi kontrol altında tutmak için, aynı zamanda kapsayıcı bir ideolojik programla kitleleri etkileme imkanları düştüğü için, ve yine oy oranının düzenli biçimde düşmesinde görüldüğü gibi toplumsal bir meşruiyet yaratmakta yaşanan patinaj aşılamadığı için şiddetlenen hegemonya krizinden söz ediyoruz. Bunun yanında, devletin kurumsal işleyişinin tümüyle keyfileşmesinin, devlet içindeki çıkar gruplarının iktidar gücünü kendi hedefleri için parsellemesinin ve farklı sermaye fraksiyonları arasındaki çekişmenin bir bütünlük altında stabilize edilmesinde yaşanan zorlukların sonucu olan bir devlet krizinden söz ediyoruz.

Saray’ın hegemonya ve devlet krizleri ortamında normalleşmeyi değil de otoriterleşmeyi seçeceği, iktidarını ancak bu yolla korumak mümkün olduğu için zaten adım adım asgariye çekilmiş tüm bir hukuk ve yasa düzenini parçalayacağını, bu çoklu kriz ortamında bir çözüm üretme şansı olmadığı için fiziki ve hukuki sopayı daha sert indirmeye yöneleceği görülüyordu. Bu anlamda, CHP’nin normalleşme beklentisi mezarlıktan geçerken çalınan ıslıktan bile etkisiz ve karşılıksız olmak zorundaydı, öyle de oldu. Bir yıl önce normalleşmesi beklenen, umulan, buna davet edilen Saray, şimdi Cumhuriyet tarihinde eşine az rastlanır bir operasyon yoluyla darbe yapmakla meşgul. Bu darbe, Özgür Özel’in normalleşmenin erdemlerinden söz ettiği, partisinin tabanı da dahil halkın daha aktif muhalefet bekleyen kesimlerini gönül rahatlığıyla azarlayıp küstürdüğü, o arada başta TİP olmak üzere sosyalistlerin desteğine burun kıvırıp alay ettiği günlerde hazırlandı.

***

Bu bir yıllık sürede, iktidarın normalleşmeyi değil de yeni bir oyun planını hazırladığını ve onu hayata geçirmek için planlarını yaptığını söyledik.

Bu yeni oyun planının en önemli unsuru, siyasetin tümüyle devletin tepesine sıkıştırılması oldu. Diğer bir deyişle, Türkiye’de siyaset, bir yurttaşın neler olup bittiğini anlamasını imkansızlaştıracak ölçüde gizli toplantılara, kapı arkalarına, fısıltılı kulis odalarına hapsedildi. Siyaset, Saray’ın çizdiği bir çemberin içine ve o çembere girmesine izin verilenlere indirgendi. Halkın katılmayı bırakın izleyici olarak bile dahil olamadığı, neyin neden ve nasıl olduğunu anlamak bir yana şaşkınlıktan tek cümle kuramadığı sarsıcı gündemlerin açıldığı bir dönemde, CHP’nin böylesi bir büzüşmeye pek bir direnç göstermediğini söylemek zorundayız.

CHP, böyle yaparak, sadece kendisini başarısızlığa uğratmadı; esas olarak halkı siyasetin dışına iten Saray’ın tam da yapmak istediği şeyi yaptı. Halkın siyaset ile ilişkisini tek hamlede koparan, aynı anlama gelmek üzere halkı siyaset alanının dışına çıkaran bu tercihle, CHP kendisini de Saray karşısında tamamıyla savunmasız bırakmış oldu. Köşeye sıkıştırılması ve hataya zorlanması gereken rakibine verdiği bir yıl, Saray’ın bugün hayata geçirdiği planları ince ince hazırladığı bir süre oldu.

Halkın etkili muhalefet beklentisine kulak tıkayan, halkın iş yerlerinde ve mahallelerinde, okullarında ve sokaklarında bir özne haline gelmesine engel olmayı maharet sayan CHP, halk olmadığında kendisinin bir savcı emri kadar gücü ve önemi olduğunu, toplumsallaşmış bir halk mücadelesinin enerjisi ve direncine yaslanmadığında Saray karşısında ancak bir “butik muhalefet” kadar ciddiye alındığını idrak ediyor şimdi. Umuyoruz ki, CHP, en azından bu üç günde gençlerin ve halkın gösterdiği direncin neler kazandırabileceğini, meydandan kürsüye seslenen insanların mücadele kararlılığının nasıl bir güç yaratacağını, en azından bu iradeyle kavga etmenin kendisini de zayıflatıp savunmasız bıraktığını bir nebze olsun görüyordur.

***

Her şeyden önemli olan ise, bugün yürüyen mücadelenin muhatabının Saray olduğunun unutulmaması. Ne göğüsleriyle yara yara barikatları aşan öğrenciler ne de gece soğuğunda meydanları dolduran insanlar CHP’yi hizaya çekmek için harekete geçti. İki günde ortaya çıkan dinamizmin yönünün Saray’dan CHP’ye dönmesi, direnmenin heyecanının Saray’ı değil CHP’yi hedeflemesi telafisi zor bir hata olur. CHP, hem yaptıkları hem de yapmadıkları ile çok sayıda eleştiriye uğruyor, daha da uğrayacak. Ancak bu eleştirinin Saray’a karşı verilen mücadeleyi ikame etmesine izin verilmemesi gerekiyor.

Dahası, bütün bunlar, bir noktadan sonra CHP’yi de aşan bir tabloya işaret ediyor. Burada, siyasetin, halk dinamizminin, toplumsallaşmış bir muhalefetin nitelikleri kadar Saray Rejimi’nin sınırları ve onunla mücadelenin tarzı hakkında da birçok ipucu gizli. Saray’ın hayalini kurduğu Türkiye’de siyaset alanının halka tamamıyla kapatılacağını zaten söylüyoruz. Şimdi bu yolda bir eşik daha aşılmak üzere: Sadece halkın değil siyasal aktörlerin de siyaset alanının dışına itilmesi. Siyaset alanının, Saray ile onun izin verdiği, makbul bulduğu, “akredite”[2] ettiği muhalefet partileriyle sınırlandırılması. Bu eşiğin aşılması, sadece önümüzdeki seçimin kaybedilmesi değil seçim sistemi ve yarışının fiilen iptal edildiği bir Türkiye’ye, Saray iktidarının perçinlendiği yeni bir rejim evresine geçilmesi anlamına gelir.

İşte burası, Türkiye’de halkın özgürlük ve adalet özleminin güm güm attığı nabzı anlatıyor. 25 yılda gördüğü tüm zulme karşın mücadeleden, direnmekten vazgeçmeyen, teslim olmayı veya diz çökmeyi reddeden, bazı anlardaki sessizliğiyle ve durgunluğuyla umutların tükendiğini düşündürse de en doğru zamanda bu ülkenin tüm kahrını sırtlanır gibi tekrar ayağa kalkan halkın arasında atıyor bu nabız.

Eğer kendisini muhalefet addeden herhangi bir öznede Saray’a karşı bir mücadele niyeti, fikri ya da isteği varsa tutunacağı biricik dal da budur.

[1] İsmet Akça, “Hegemonya ve Devlet Krizleri Merceğinden Seçimler ve Sonrası”, Ayrım, 1 Haziran 2024 - ayrim.org/dosya/hegemonya-ve-devlet-krizleri-merceginden-secimler-ve-sonrasi/
[2] Cenk Saraçoğlu, “Türkiye’nin Uzun Üç Ayı: İktidar Cephesi Ne Yapmaya Çalışıyor?”, Ayrım, 15 Mart 2025 - ayrim.org/guncel/turkiyenin-uzun-uc-ayi-iktidar-cephesi-ne-yapmaya-calisiyor/