Bizim Şarkımız Sosyalizm

Semih Gümüş26 Kasım 2024

Bu ülkede sosyalizmin nasıl kurulacağıyla ilgili sayısız parametre üstüne düşünmek, düşündüklerimizin bir bölümü fantaziler olarak kalsa ya da gelecekte gerçekliğini yiterecek olsa bile, bugünkü düşünce üretimimize pırıltılar saçabilir. Eğer yaşayan, organik bir toplum biçimiyse kapitalizm er geç ömrünü dolduracak. Bu söz güzel elbette ama en yakın çevremize baktığımızda bile buna inanmanın zor geldiğini görüyoruz. Bütün krizleri içinde debelenip yaralandığında sallanarak ayakta durmaya devam etse bile, düştüğü çukurun içinden çıkıp yoluna devam etme azmi bu yakadaki herkesi zaman zaman ümitsizliğin kıyılarına vurdursa da hiç kuşkumuz olmasın ki kapitalizm bir toplum biçimi olarak gezegenimizin en azından bazı parçalarında yerini sosyalizme bırakacak ve dalganın vurduğu kıyılar kapitalizmin kırıntılarını, çer çöpünü denizlerin dibine çekecek.

Tarihin sonu, diyordu Francis Fukuyama, erken öten horoz, ses tellerini kanserden kaybetti. 1989’da Duvar’ın yıkılışı, 1991’in sonlarında Sovyetler Birliği’nin çözülüp dağılmaya başlaması heyecanlandırmıştı Fukuyama’yı, o zaman kırk yaşındaydı (1992), bir siyaset bilimcinin antikomünist hezeyanlar üstüne ivecen bir tez kurma çabası çok kısa ömürlü olmuştu ki, daha ortaya atıldığı zaman tezinin çürüklüğü üstüne söz alınmaya, çekiştirilmeye başlanmıştı.

Tarihin sonu hayalini kurmuş ve erken uyanmışlardı ama onların acıklı durumu bizim de bir tarihin sonu tezi ortaya atmamızı engellememeli. Onlar tarihin sonsuza dek kapitalizmle yaşayacağını sanıyorlardı, oysa bizim de kapitalizmin er ya da geç yerini sosyalizme bırakacağı düşüncemizin ve tarihin sonunda sosyalizm ve komünizmle buluşacağı tezimizin pek çok haklı nedeni var. Bir an, emperyalizmin tamamıyla silahlardan arındığını –arındırıldığını– ve dünyadaki bütün savaşların bir daha yaşanmayacak kertede son bulduğunu varsayalım –ki ilerici insanlığın mücadelesi bunun için–, işte o zaman kapitalizm İkiz Kuleler’de izlediğimiz gibi ateş alıp hızla çökmeye başlar. Emperyalist kapitalizm barış içinde yaşamaya dayanamaz.

Bu tezimizi karşılıksız ya da iddialı bulanlar varsa, dünyadaki bütün kapitalist ülkelerin silahlardan arındırıldığı ve bir daha savaş çıkmayacağının garantisinin kesin olarak alındığı günleri görürlerse eğer, tarihin sonu tezimizin geçerliğine tanıklık etmiş olacaklardır. Üstelik bizim tezimiz daha incelikli. Biz sosyalizmden sonra komünizmle de tarihin sonuna dayanacağımızı söylemiyoruz. Komünizmin de kendisini daha ileri bir toplum biçimiyle sonlandıracağını düşünüyoruz, Marksizmin kesitisiz değişim düşüncesi içinde başka türlü düşünebilir miyiz?

Nasıl Bir Sosyalizm İstiyoruz?

Sosyalizme geçtikten sonraki kuruluş tasarısını bugünden öngörmek elbette zor. Aklımızın başımıza geldiği günlerden bugüne hep onun hayalini kurarak yaşadık, onu reel sosyalizm deneyimine benzeterek rahatladık ama neden sonra bugün o hayalin ayaklarını toprağa bastırırken artık daha çok kafa yormamız gerektiğini biliyoruz.

Önümüzde yaşanmış ve son bulmuş büyük deneyimler var. Doğruları ve yanlışlarıyla. Onların doğrularını alıp yanlışlarının yerine doğruları koymaya çalışmaktır yapmamız gereken. Hem Ekim Devrimi’nden sonra yüz yıl, Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde iktidarın ele geçirildiği yıllardan bugüne seksen yıl geçti. 1990’larda sosyalizmin bir sistem olarak çözülüşünden sonra da otuz yıldan uzun bir süre. Ne Sovyetlerin iktidarı aldığı yılların Türkiye’si var bugün ne de öteki sosyalist ülkelerin kuruluş sürecinin yaşandığı yıllara benziyor dünya. Demek ki aradan geçen on yıllar içinde dünyanın aldığı yeni biçimler, yaşanan bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sosyalizmin geleceğini de değiştirecektir. Tersini düşünmek mümkün mü ve başka türlü olabilir mi? Biz daha yakın geçmişi, 1960’ların, 1970’lerin Türkiye’sini artık bir masal ülkesi olarak hatırlıyoruz.

Gene de nasıl bir sosyalizm istiyoruz sorusuna karşılıklar vermek, sosyalist hareketin önündeki ödevlerden. Türkiye İşçi Partisi ekonomik ve toplumsal hayatın çeşitli alanlarına dönük nitelikli programatik belgeler hazırlıyor. Demek ki, siz nasıl bir sosyalizm istiyorsunuz, sorusuna bütüncül karşılıklar vermeye de çalışmak zorundayız. Bize sorulduğunda, onu bilmediğimizi söyleyebilir miyiz?

Sonunda devletin yürütmeden yasamaya, güvenlik örgütüne, yargıya, bürokrasiye bütün organlarıyla yeniden örgütlenmesi, başta eğitim, sağlık, barınma olmak üzere, bütün hegemonya alanlarının yeniden düzenlenmesi gibi sorunların çözümlerini içerecek bir sosyalizm tasarımı, tek tek bütün sosyalistlerin düşünsel eğitimi ve donanımı için önemli olmalı. Devrimci bir değişiklikle birlikte sosyalist toplum biçiminin bütün kurumları ve alanlarıyla nasıl örgütleneceği konusunda belirgin düşünceler üretilmeli. Özellikle ekonominin yeniden nasıl örgütlenip düzenleneceği ve karşımıza çıkacak yeni sorunlarına hangi çözümler getirileceği daha zor bir dizi sorunu getirip önümüze yığacaktır.

Sözgelimi sosyalizmde üretim süreci içinde yapılacak mal üretiminin bazıları önceden kestirilemeyen sorunlarına getirilecek çözümler biliniyor mu? Mal üretiminde işçinin emek gücünün değeri nasıl hesaplanacak – kamuya ait işletmelerdeki işçilerin çalışma biçimi nasıl düzenlenecek – yedi saatlik çalışma günü içinde emek gücünün değerini karşıladıktan sonra işçinin yaratacağı artık değer nasıl değerlendirilecek – ortaya çıkan artık değer devlete mi ait olacak – halkın sosyalist devletinin bütün halkın yararına kullanacağı kârlılık yıllar içinde sabit kalırsa ne olur ya da nasıl artırılacak – ve bunlar gibi mal üretiminin birdenbire ortaya çıkardığı sorunlar…

Demek ki halkın çıkarları için üretimin kârlılığının artırılması ve sanayi, teknoloji, hizmet ya da tarım çalışanlarının örgütlenmesi için sağlam tasarılara gerek var. Bu tasarıları geleceğin belirsizliği nedeniyle bugünden yapmak kolay değilse bir yerlerden yapmaya çalışmalıyız.

Her şeyden önce, sosyalist ekonomi devletin bitmeyen gereksinimleri içinde boğulup eritilmemeli. Yoksa devletin askeri ve sivil bürokrasisi artık değerin tamamını kolayca iç edebilir. Onlar gelecekte de konumlarını sağlam görebilir, konformizme yatkın olabilirler. Reel sosyalizm deneyimi içinde çözülmesi giderek olanaksızlaştırılmış temel sorunlardan biri buydu. Aradan elli altmış yıl geçti ama sosyalizm ve bürokrasi sözcükleri yan yana gelince hep Mehmet Ali Aybar’ı hatırlarım. Onun sosyalizm anlayışını benimsemesek bile, bürokrasiyle ilgili duyarlığını görebileceğimiz bir yere not etmeliyiz.

Sovyetler Birliği’nde emperyalist-kapitalist sistemin gücüyle ve yenilikleriyle rekabet (silah sanayi, uzay araştırmaları vb.) başlangıçta devletin ve sosyalizmin lehine işlerken –ya da işler görünürken– zamanla halkın refahına karşı duyarsız kalınmasına, dolayısıyla halkın aleyhine çalışmıştı diyebilir miyiz? Elimizde kalan sonuca bakarak bunu yadsımak olanaksız gibi. Sovyetler Birliği silah harcamalarında bütün ülkeler arasında 1921’de ilk sıradaymış ve ilk sıradaki yerini 1937’ye kadar korumuş. Savaştan önce ABD ilk sıraya çıkmışken Savaş’tan sonra 1947’de yeniden listenin birinci sırasına gelmiş. Her şey ve tartışmalı bütün zorunluluklar bir yana, eğitim ve sağlık harcamalarının her zaman önüne geçen savunma harcamalarının halkın refahını ne kadar olumsuz etkilediği kuşkusuzdur. Bu arada savunma harcamalarının ekonomik büyümeye olumlu katkı yaptığı düşüncesi de var. Gelgelelim savunma harcamalarının ekonomik büyümeye etkisinin olumsuz, sanayi, tarım, teknoloji gibi, hayatın doğrudan kendisine ait harcamaların ekonomik büyümeye etkisinin her zaman olumlu olduğu üstüne kafa yormak gerekiyor.

Sosyalizmde Merkezi Planlama

Devletin kendisi için belirlediği gereksinimlere koşulsuz bağımlılık, yani üretimin öncelikle devletin gereksinimlerini karşılamak üzere yapılması planlamanın pek çok zorunlu alana yayılmasını engelleyebilir. Bu da sosyalizm deneyimimizi olumsuz etkileyebilir. Başlangıçta bir kuruculuk dönemi yaşanacak ve devrimci değişikliklerden sonra gelen tek bir kuruculuk dönemi yoktur ki sorunsuz geçsin. Yepyeni bir sosyalist cumhuriyet, kültür, toplum biçimi kendini yenileyecek toplumla, ülkeyle kurulacak. O gün idealle ya da en azından yapılmak istenenlerle verili gerçeklik birbiriyle çelişebilir. Daha da doğrusu, bu çelişkinin hiç yaşanmayacağı düşünülemez. O düzeyde iradeciliğin olumlu rolü olabilir ama gerçekliğin daha güçlü olduğu da unutulmamalı. Sorunsuzluk aranmayacak elbette ama olağan sorunlara bile isteye yeni sorunlar eklenmemesi de önemli olacaktır.

  • Üretimin devlete bağımlılığı ne demek? Kapitalist devletin oluşum ve işleyiş biçimlerinden devralınan bir uygulama varsa o da sosyalist devletin de asker ve sivil çalışanlarının çıkarlarını öne çıkarmaya başlamasıdır. Bunu bir kaygı olarak taşımalıyız, örneklerini gördük. Devletin, sosyalist ülkenin korunması amacını öne sürerek silahlanmayı tırmandırmak –mecazen– kanlı çöküntülere önce pencereleri, sonra kapıları açmaktır. Üretimin bile isteye devlet tarafından soğurulması halkın tedrici yoksullaşmasına neden olabilir. Dahası, kaçınılmazdır bu sonuç.
  • Peki ekonominin bütünü merkezi olarak mı planlanacak? Hiç kuşku yok ki sosyalizmde ekonomi Merkezi Planlama’yla yönetilecek. Doğrusu, o gelecek uzarsa neler olacağını da bilmiyorum ama planlama, tasarı gibi çalışmalar her zaman sağlam deneyimlerdir. Kapitalizm büsbütün geride bırakıldıktan hemen sonra devrimci bir alt üst oluşla sosyalizme geçiş zorlu bir kuruculuk dönemi gerektirdiğine göre, Merkezi Planlama olmadan ekonominin bütünüyle ters yüz edilip yeniden örgütlenmesi neredeyse olanaksızdır. İleri kapitalist bir ülkede bile devrimden sonra devralınan ekonomi ağır hasarlı demektir.
  • Planlama üretimin artırılması, dolayısıyla büyüme amacına göre hazırlanacak. Ülkemizde nüfus artış hızı düşmekle birlikte, halihazırda 85 milyonluk, gelecekte belki 100 milyonluk bir toplum, kaynakların ve üretim kapasitelerinin yanlış ve gereksiz kullanımını zorlayabilir mi? Pekâla olabilir. Belki bu ülkenin verimli topraklarının, oldukça yüksek düzeyde gelişmiş sanayisinin, nitelikli insan kaynağının tükenmez varlığı kaynakların ve kapasitenin verimli kullanılmasını sağlayacak en önemli olanağımız olarak sosyalizme devrolacak.
  • Merkezi Planlama’nın yalnızca devlet bürokrasisi içinde halledilmesi düşünülemez. Bütün halk yararına hazırlanması için, planlamayı yapacak kurulun devlet yetkilileri yanında, sanayi, teknoloji, finans ve tarım işletmelerinin yöneticilerinden, işçi ve emekçi örgütlerinin temsilcilerinden oluşması gerekir. Bunun yerine devlet organlarının belirleyici özne, dolayısıyla ötekilerin edilgin tutulması çok geçmeden onarılması zor yaralar açar.

Sonunda yapılan üretimle artığın nasıl paylaşılıp değerlendirileceği sosyalist üretim biçiminin zor sorunlarından. Bir yanda kapitalizmin yıkıntıları arasından çıkan sınıfsal kimlikli halk iktidarının korunup güçlendirilmesi gibi yaşamsal bir sorun var, öte yanda kapitalizmden yaka silkmiş, yoksullaşmış halkın üretimden gelecek refahının giderek artırılması. Burada merkezi kontrolün çok sıkı denetimli olması, üretici olmayan bir kurumun –ya da onu oluşturan kesimin– haklarının ve otoritesinin artışı, yani devlet organlarının baskın oluşu, üretimden gelen fazlanın uygun olmayan odaklarda eritilmesi sonucunu getirebilir. İnsan unsurunun yol açacağı sorunlar gözden uzak tutulamaz. Kapitalizmden gelen insan sosyalizmde de insandır, bir toplumun temelli değişmesi için üç yüz yıl gerekiyorsa insanın güvenilirliği kendine bırakılmadan sağlanmalıdır.

Derdimizi sadeleştirelim: Üretilen artık kimin olacak, onun üstünde kimlerin söz hakkı olacak, nasıl paylaşılacak? Devlet kurumu, işçi birlikleri, bireyler olarak işçiler, emekçiler, kooperatifler, o gün geldiğinde hangi örgütlenmeler olacaksa onlar… Hak sahibi hangisi? Tek başına hiçbiri, bunu biliyoruz. Merkezi Planlama Kurulu’nda bütün tarafların eşit temsili, tarafların birinin kendini azınlık görmemesini sağlamak, yönetenlerin sağgörüsüne bağlıdır. Eşitlik için önkoşul siyasal iktidarın özgüveni, halka verilen güvendir.

Bu düzeyde yapılacak önemli yanlış, sahip olunan üretim kaynaklarının bilgisizce, düşüncesizce, plansızca kullanılması olabilir. Bu tutum kuruculuk dönemine ihanet demektir. Bunun bir sonucu üretim maliyetlerinin gereksiz yere şişmesiyse bir başka sonucu da belki üretimin genişlemesi, dolayısıyla kısa erimli rahatlık ve refah yükselişi olabilir. Uzun erimdeyse maliyet artışı kârlılığı azaltacağı için, elde edilen refah payının geri alınması sonucunu verebilir ki bu da işçi ve emekçi kitlelerde yeni bir hoşnutsuzluğa, dolayısıyla üretimdeki genişlemenin yeniden başlangıçtaki haline dönmesine neden olabilir. Sonuç: Aldatıcı büyüme gerileyecek, büyümenin gerilemesi toplumsal sorunlara uygun bir zemin oluşturmaya başlayacaktır.

Sosyalizmde Piyasa Nasıl Düzenlenecek?

Sosyalizmde piyasanın nasıl düzenleneceği, dolayısıyla piyasanın sınırlarının ve rolünün ne olacağı bir grup nitelikli uzmanın üstünde çalışıp karar verebileceği önemli bir başlık. Bu da demek ki nasıl bir piyasa oluşacağı piyasanın kendisine bırakılmadan –yoksa sistem çürümeye başlar– kamunun yapacağı düzenlemeler ve alacağı kararlarla belirlenmeli.

Önce, şunda anlaşıyor muyuz: Biz piyasaya karşı değiliz, piyasa toplumuna karşıyız. Biliyorum, ağır bir söz bu, iyi düşünülüp altı iyi doldurulmalı. Demek ki sosyalist ekonomi kendine özgü bir piyasa düzeni de kurmak, kurgulamak zorundadır ama sosyalizmde toplumun piyasa kültürü ve değerlerine bağlı olmayacak biçimde yaşamasının yolları bulunmalı.

  • Üretimin gerektirdiği mallar nasıl sağlanacak, maliyetleri nasıl belirlenecek, üretim araçlarına sahip olmayan emek gücünü metalaşmaktan korumak için devlet tek yanlı hangi düzenlemeleri yapacak, işçi ücretleri nasıl ayarlanacak, köylünün üretim içindeki konumu ve ücretleri nasıl belirlenecek, çiftçiler kendi ürünlerini kendileri ayrıca satabilecek mi, işçi ve köylü birlikleri bu süreçlere hangi ilkelerle eklemlenecek?
  • İşçilerin ve bütün çalışanların ömür boyu, yani emekli olana dek aynı işyerinde çalışmaları mı gerekecek, yoksa işyeri değiştirilecekse bunun koşulları hangi ilkelere bağlanacak? Vasıflı bir işçinin daha yüksek ücretli bir iş arayışı önünde engel olacak mı ya da işletmeler daha yüksek ücret önerdikleri işçileri başka bir işyerinden kendilerine geçirebilecek mi? Zor soru. Demek işletmeler arasındaki ilişkileri düzenleyen yasalara ve yönetmeliklere gerek duyulacak.
  • Tamamıyla devletin elinde ve yönetiminde olması gereken eğitim, sağlık, konut, ulaştırma, enerji, iletişim gibi sektörlerin yanında, bilişim, tekstil, hizmet gibi sektörler teknik işbölümleri bakımından birbirlerinden ayrılsalar da, çalışanların tümü de işçi statüsünde olduğuna göre, onların birlikleriyle devlet organları arasında ortak yönetim statüsü oluşturulabilir mi?
  • Bu ülkenin sosyalizmi sahip olduğu kaynakların yanında kendinde olmayanlara, sözgelimi ileri teknoloji ürünü üretim araçlarına gerek duyacak. Onları dışarıdan almak için sahip olduğumuz kaynaklar kapitalizmin bu son vahşi döneminde neredeyse yok edilmek üzere. Sözgelimi bu ülkenin olağanüstü zengin ve verimli topraklarını son çeyrek yüzyılda bu ülkeyi düşman anlayışı ve hukukuyla yönetenlerin elinden alıp yeniden verimli hale getirmek elbette mümkün olacaktır. Doğal kaynaklarımızı ihraç ederek yaratılan kaynak, ülkede üretilmeyenlerin dışarıdan alınması için kullanılabilir.
  • Ülkemizin, bildiğimiz kadarıyla petrol, doğal gaz gibi dünya pazarında değeri yüksek kaynakları yok. Şimdiki halk düşmanlarının ülkenin topraklarının neredeyse yarısını maden alanına dönüştürmesinin nedeni de buydu. Çeşitli madenler orta ve büyük sermaye gruplarının iştahını kabarttı ve kendilerine peşkeş çekilen madenlerin yarattığı zenginliği yönetenlerle paylaşmaya başladılar ve bunu hoyratça sürdürüyorlar.
  • Bireysel üreticilerin kendi küçük üretimlerini yapıp piyasaya sokma biçimleri bütün bir piyasanın nasıl olması gerektiğine ilişkin mikro deneyimler sunacaktır. Gelecekte onların engelleneceğini değil, yarattıkları küçük deneyimlerin büyük deneyimimize yapacağı katkıyı değerlendirmek gerektiğini öngörebiliriz.
  • Öte yandan öteki ülkelerle, dünya pazarıyla ilişkiler var. İthalat ve ihracatın karşılıklı ilişkisi ekonomik olarak herhalde zor zamanlar içinden geçmek zorunda kalacak sosyalist ekonomi için önemli bir denge arayışı gerektirecek. Sistemin kesintisiz sürmesi ithalata bağımlı olursa, yani dünya pazarına mahkûm olunursa bu kez sosyalist ekonomide kriz yaşanabilir. İhracatı geliştirirken her zaman belirleyici olan birkaç ürüne bağımlılık yerine, ihraç ürünlerini çeşitlendirmek üretimin sağlığını da olumlu etkileyebilir. Kısa vadeli çıkarlar bazen önemli olsa da ekonominin güvencesi uzun vadeli ihracat yelpazesinin renklerinin çoğaltılması olacaktır. Şöyle bir duruma düşmemek için: “Gaz ve petrol üretimi 1980 yılında tavan yaptı; bu yüzden Sovyetler Birliği, ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlamak için ticaret hadlerindeki iyileşmeye gitgide bağımlı hale geldi. Ticaret hadleri 1985’ten itibaren sert bir şekilde Sovetler Birliği’nin aleyhine döndüğünde, reformlar daha fazla ertelenemezdi.”1 Bunun adım adım hangi sonuca götürdüğünü artık iyi biliyoruz.

Benzer bir durumla her zaman karşılaşılabilir. Kolay değil, ülkenin kaynakları yeterli gelmeyebilir, halkın refahını adım adım yükseltme zorunluluğu var, ticaret hadlerindeki dengenin bozulması devletin kontrolü kaçırmaya başlamasına, en azından zayıflamaya neden olabilir. Bu da krize götürecek bir zincirleme reaksiyon başlatabilir ki o da içine düşülecek kısır döngüyle daha fazla bozulma, dışa bağımlı hale gelme, içerde merkezi denetimin zayıflaması, yani piyasanın baskısının artması demektir ki böylece küçükken büyümek için atak durumuna geçen üreticiler, küçük tüccarlar, belki de devletin kontrol edemediği mafya ilişkileri, onlara uygun koşullar… Bugün Rusya’da piyasanın aynası olduğu bir tür kapitalizm örneği, Çin’de devlet kapitalizminin özgün bir örneği yaşanırken sosyalist ekonominin bir sistem olarak uygulanmasının ne denli büyük güçlüklere gebe olduğu daha iyi görülüyor.

Buna fırsat vermemek için çekilen acıların örnekleri Küba’da yaşandı. Bunlar her düzeydeki potansiyelleri çok büyük olan ülkemizde de yaşanabilir. Üretimden çıkan artığın devlet tarafından doğru değerlendirilmesi, halk yararına kullanılacaklarla devleti ayakta tutacaklar arasında dengeyi koruma becerisi, ülkenin her karış toprağını tarım için değerlendirmek, kapitalizmin yarattığı sanayi kuruluşlarını, finans işletmelerini ve ticaret araçlarını doğru merkezi planlamalara tabi kılmak ve planlamalara bağlı kalmak görece doğru yollarda bulunmayı sağlayabilir, göreli verimlilik ve kararlılık kesin olarak sosyalizme kazanılacak yeni uygulamalarla adım adım devreye sokulabilir.

  • Demek ki sanayi, finans, ticaret ve tarım işletmelerinin verimliliği ve büyümenin güvencesi olan artık hem girdi maliyetlerini karşılayacak hem bütün (on milyonlarca) çalışanların ücretlerini karşılarken en değerli ihracat ürünlerinde devletin denetimi öne çıkacaktır. Sovyetler Birliği’nde artığa el koyanların değişmeye başlaması, yani devletin payı küçülürken ortaya çıkan girişimcilerin kapitalist yöntemlerle yaptıkları büyüme, oligarkların artan etkisi sosyalizmden kapitalizme geçişin sosyalizm içinde yaşanmaya başladığının çarpıcı örnekleri olarak yaşandı.
  • Öte yandan bireysel girişimler merkezi plana mı bağlı kalacak, yoksa kendi istedikleri alanlarda mı çalışacak, üretecek? Bireysel girişimler kendiliğinden en kârlı görünen alanlara yönelebilir, belli ve sınırlı alanlarda yoğunlaşma olabilir. Örnekse yeme-içme sektörü herkese çekici gelirken sanayi ve tarımdan uzak durulabilir. Bu durumda kârlı alanlar bireysel girişimlere açılır, dolayısıyla zamanla onlar büyümeye başlarken devlete daha verimsiz ya da düşük kârla çalıştırılan sektörler kalabilir. Kazancı artan bireysel girişimler daha yüksek ücretler vermeye başlayınca, kamu işletmelerinde çalışanlar tercihlerini bireysel, özel işletmelerden yana kullanmaya başlayabilir.

Biz kendi tarihimizin içinden geliyoruz. Reel sosyalizmin ekonomik ve siyasal çöküşünü derinleştiren eksikler ya da yanlışlar bizim için büyük derslerle dolu. 1990’dan bugüne aradan geçen otuz yıldan daha uzun sürede dünya çok değişti. 1990’da dünyada Google yoktu, Türkiye’de internet yoktu, yapay zekâ aklımıza gelmiyordu, dijital olanakların siyaset yapma biçimimize getireceği katkıları bilmiyorduk. Bilimsel teknolojik buluşlar ve ilerleme bizi arkasından koşturan bir hızla yaşanıyor. Gelecekteki sosyalizmin bir toplum biçimi olarak bugüne dek düşündüklerimizden farklı olacağına kuşku yok ve o ayrıca tarihi değiştirecek. Demek ki bu ülkenin gerçekliğine uygun bir sosyalizm tasarımını onu bugün ufukta görenler yapacak. Burada yapmaya çalıştığım da doğruları ve yanlışlarıyla alanını genişlettiğim bir akıl yürütme.

Ne denir: Şarkılar biz söyleyince şarkı olur. Bizim şarkımız sosyalizm.

(Sosyalizm tasarımı üstüne yazmaya karar verdiğim bir dizi yazının bu ikinci bölümünde Simon Clarke’ın “Küreselleşme ve Sovyet Üretim Biçiminin Sermaye Kapsamına Alınması” yazısının planından yararlandım.)
1 Kapitalizme Marksist Reddiye - Bir Giriş, Hazırlayan: Alfredo Saad-Filho, Çeviren: Emel Kahraman, Yordam Kitap, İkinci Basım: Ekim 2023, s. 235.