Bedbin ve Nikbin: Süreç Üzerine Notlar

Can Soyer4 Mart 2025

Bazı sözler vardır, geri kalan her şeyi anlamsızlaştırır. Son günlerde herkesin dilinde olan “barış” sözcüğü ise, tersine, her şeye anlam kazandıran bir söz. İster barış, ister çözüm, ister süreç densin, neredeyse yarım asırdır süren bir savaşın, on binlerce genci hayattan koparan bir çatışma ortamının sona ermesi anlamına gelecek olan silahların bırakılması, taşıdığı kıymeti kendinden taşırarak geri kalan her şeyi de anlamlı hale getirebilecek ölçüde önemli.

Bu ülkede yüz yılı aşkın süredir işçi sınıfının iktidarı için mücadele yürüten sosyalistlerin ilk sözü bu olmak durumunda.

Silahlı mücadelenin taraflarının birbirine göre konumu, birbirlerinden beklentileri, vardıkları uzlaşı, yakın ve orta vadeli beklentileri, ülkenin diğer sorunları ve dinamikleri karşısındaki mevcut ve muhtemel pozisyonları; bütün bunlar fazlaca olasılığa gebe ve bu olasılıkların her birinin günlük güneşlik bir iklim vaat ettiği söylenemez. Hatta, (şimdilik spekülasyon denebilecek) bazı olasılıkların yan yana gelmesi, silahların sustuğu ama faşizmin daha da kök saldığı bir ortama bile taşıyabilir ülkeyi. Bu durumda bile, sosyalistler barışın, silahların bırakılmasının, çatışma atmosferinin sona ermesinin karşısında yer alamaz.

Sosyalistler, icap ederse, iki tarafı da topa tutar; ama birbirlerine doğrulttukları silahları bırakmaya karar verdikleri için değil.

O halde, sosyalistler için tartışmanın konusu veya odağı silahların bırakılıp bırakılmamasından ibaret değildir, olamaz. Ülkede gençleri hayattan koparan bir savaşın sona ermesinin gerekliliği, gençlerin bu düzende başka başka yollarla da öldürülüyor olduğu gerçeği ileri sürülerek inkar edilemez. Ülkede Kürt halkının canına olduğu kadar tarihine ve kültürüne de kast eden bir savaşın sona ermesinin şart olduğu, Kürtlerin ve Türklerin ve coğrafyamızdaki tüm halkların ümüğüne çökülmüş olduğu gerçeğine dayanarak görmezden gelinemez. Ülkede on yıllardır halkın kaynaklarını emdiği gibi kardeşlik hissini de zehirleyen bir savaşın sona ermesinin ivediliği, halkın bir iktidar çetesi tarafından tümüyle kuşatılıp sömürüldüğü gerçeğine işaret ederek ertelenemez.

Savaş kötüdür. Nokta. Barış iyidir. Nokta.

Tarafların birbirleriyle sağladığı ya da sağlamayı umduğu uzlaşının ne olacağından, daha doğrusu halihazırda masada olan, görülen, hissedilen olasılıkların hangilerinin sonuca varacağından, hangilerinin birbiriyle eklemlenerek kalıcılık kazanacağından bağımsız olarak, sosyalistlerin eşitlik, özgürlük, kardeşlik mücadelesi devam edecek, ülkemizin 25 yıllık gerici tasalluttan kurtarılması için verilen kavga sürecek. Nokta.

***

Gündemde olan sürecin, taraflardan birinin diğeri üzerindeki mutlak zaferi ile başlamadığı malum. Daha ziyade, istense pekala birkaç on yıl daha sürdürülebilecek bir kavganın çatışma uğrağının sona erdirilmesi ve belki de her iki taraf açısından da maliyeti hayli yüksek olan bir biçimin terk edilmesi denebilir. Bu haliyle bile, tarafların kendi hanelerine yazacakları kazanımlardan söz etmek mümkün elbette.

Sürecin bu niteliği, aynı zamanda, onun taraflardan birinin iradesine indirgenmesinin, tek taraflı bir kazanım listesi çıkarılmasının imkansızlığını gösteriyor. Belli ve doğal ki, halihazırda iki taraf da ortak hedefler kadar kendilerine ait beklentiler ve hazırlıklar içinde. Süreç, bitmiş değil de başlamış olan süreç, tarafların kendileri açısından azami faydayı elde etmelerine hizmet edecek bir dizi çekişme ve itişme içerecek. Eşyanın doğası gereği, böyle çoklu dinamiklere ve niyetlere sahip bir zeminden taraflardan birinin diğerine zırnık bile koklatmadığı ya da ötekinin berikini emri altına aldığı bir sonuç çıkmaz. Bu yüzden, her şeyin bu süreçle birlikte daha da kötüye gideceği bedbinliği ne kadar dayanaktan yoksunsa, her şeyin otomatikman daha da iyiye gideceği nikbinliği de o kadar dayanaksız.

Zaten süreç, gündemdeki “silahların bırakılması” anlamındaki değil, diyalektik düşüncedeki anlamıyla süreç olasılıkların karşılıklı etkileşimlerinin bileşik sonucu anlamına gelir. Yani, saptanabilen tüm olasılıklardan doğacak nihai sonuç, kendi içsel/ilksel ereklerine ulaşma tarzında değil de sürece dahil olan öznelerin mevcut olasılıkların yörüngesi ve kuvveti üzerinde yarattıkları etkilerle biçimlenir.

Haliyle, süreç, birçok ve bazıları birbirine zıt olasılıklar barındırıyor; yenilerini de üretme kapasitesine sahip. Bu olasılıkların dikkatlice değerlendirilmesi, ülkenin ve emekçilerin yararına olanlarla iktidarın ve düzenin bekasına hizmet edenlerin ayrıştırılması, ilkini güçlendirecek ve ikincisini zayıflatacak somut siyasal ve toplumsal müdahalelerin tasarlanması şart. Yani olasılıkların, birer selamet müjdesi ya da kıyamet haberi gibi değil de son tahlilde sınıflar ve ezilenlerle egemenler arasındaki mücadelenin seyri ile ilişkili biçimde düşünülmesi gerekiyor.

Ancak, olasılıkların değerlendirilmesi, hatta onlara müdahale yollarının düşünülmesi ayrı, şimdiye kadar ortaya çıkmış olan gerçekler, somut gerçekler ayrı. Bu gerçekleri, ne eksik ne fazla, ama olduğu gibi görmek bedbinlik ile nikbinlik uçlarının çekiştirdiği atmosferde görüş mesafesi kazanmak için zorunlu. Bu tür durumlarda sık sık karşımıza çıkan tevilcilikten uzak durulması da öyle.

Söylenenin aslında öyle söylenmediğini, okunanın esasında okunduğu anlama gelmediğini, velhasıl gözün ve kulağın vakıf olamadığı bir anlam katmanının varlığını ima eden ve kendi inandırıcılığını da bu derin katmandan konuşuyor olma ayrıcalığına bağlayan bir üsluptan söz ediyoruz. Sahiden de ağızdan çıkan o söz o anlama gelmiyorsa ya da okunan bir cümle ifade ettiği anlamı kast etmiyorsa nasıl düşünülebilir, konuşulabilir, anlaşma sağlanabilir ki? Bu nedenle, anlama ve yorumlama faaliyetinin bu tevil çabasından uzak tutulması gerekiyor. Zira, bunların hiçbiri, ister ürkütücü boyutlardaki kuşkular gerçek olsun isterse de sürecin yol haritası umulandan daha belirsiz ve zorlu çizilsin, sosyalistlerin silahların bırakılmasına duyduğu memnuniyeti değiştirmeyecek. Ama bu memnuniyetin sahiplerinin aynı zamanda kendilerine ait bir yöne, perspektife, programa sahip olduğunu gösterecek.

***

Baştan bu yana bu sürecin birçok olasılık barındırdığından ve bu olasılıkların hangilerinin sonuca varacağının siyasal öznelerin karşılıklı güç dengeleri ve müdahaleleri tarafından belirleneceğinden söz ettik. Ancak içinde bulunduğumuz anda, Saray’ın ajandasında sivriliği ile kendisini fark ettiren kimi tehlikeli olasılıkların somutlaşmaya başladığını ya da süreç içerisinde kaçınılmaz olarak öne çıkacağını şimdiden görmek mümkün. Bunlar, sürecin gerçek ve hayırlı bir sonuca erişmesi arzusunda olan tüm öznelerin dikkate alması ve güçlenmesine engel olması gereken olasılıklar. Bu yazı çerçevesinde bunlardan üç tanesini ileri süreceğiz.

Birincisi, Saray iktidarının bu süreci suistimal etmeye yelteneceği, hatta halihazırda ediyor olduğu inkar edilemez. Fakat bunun kaçınılmaz olduğu da görmezden gelinemez. Sonuçta, iki tarafın karşılıklı olarak masaya oturduğu ve birtakım konular üzerinde uzlaşı sağladığı, sağlamaya çalıştığı bir ilişkide Saray’ın kendi çıkarına gördüğü bazı hususları dayatması, muhtemelen de alması şaşırtıcı olmaz. Bunların bir kısmı, barışın kazanılması için ödenmesi gereken makul bir bedel olarak da görülebilir. Bir kısmı ise, asla gerisine düşülmeyecek bir kırmızı çizgi olarak. Kürt hareketi ile sosyalistler için neyin makul bedel neyinse kırmızı çizgi olarak görüleceği konusunda tam bir örtüşmenin beklenmesi gerçekçi değil elbette. Ama sosyalistler açısından, Erdoğan’a ömür boyu başkanlık garantisi veren bir yeni anayasa uzlaşısının böyle bir kırmızı çizgi anlamına geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

İkincisi, mevcut haliyle sürecin kendiliğinden ve dolaysız bir demokratikleşme getireceği beklentisini temellendirmek hayli zor. Bunun bir nedeni, elbette, şimdiye dek gözlenen ve tevil çabalarına konu olan gerçeklerin yansıttığı olasılıklar. Ama başka, hatta daha baskın nedeni ise, Türkiye’de otoriterleşmenin biricik kaynağının Kürt sorunu olmaması. Yani bizzat sermaye birikim biçiminin başta emekçileri disiplin altına almak ve toplumu da mutlak bir teslimiyet içinde tutmak ihtiyacı bu otoriterleşmeyi gerekli kılıyor. Kürt sorunu olmasa Türkiye’de bir demokrasi sorununun olmayacağını, hatta Türkiye’nin Kürt sorunu nedeniyle otoriterleştiğini düşünmek fazlasıyla tek boyutlu ve sermaye sınıfının devlet projesini hesaba katmayan bir yaklaşım olur. Aynı şey milliyetçiliğin gerilemesi için de söylenebilir. Kürt sorununun kimi demokratik reformları da kapsayan bir biçimde çözüme ilerlemesi, Türkiye’de milliyetçi/faşizan siyasal ve toplumsal eğilimi otomatik olarak zayıflatmaz. Zira Türkiye tarihinde milliyetçi/faşizan saldırganlığın tarihsel hedefi önce sosyalistler olmuş, antikomünizmle pekişen bu çizgi son 50 yılda Kürt düşmanlığını da kuşanmıştır. Dolayısıyla, sürecin neredeyse kendiliğinden biçimde milliyetçiliği gereksizleştireceği beklentisinden değil de bu milliyetçi saldırganlığın sosyalistlere ve göçmenler gibi savunmasız topluluklara yönelme ihtimalinden söz etmek daha doğru olur.

Üçüncüsü, hem ideolojik dayanakları hem de güncel ihtiyaçları açısından Saray iktidarının Kürt sorunu en başta Kürt solu sorunudur. Mevcut düzen, solundan arındırılmış bir Kürt siyasetini, Kürt halkının tarihsel haklılığını çeşitli reformla araçsallaştırarak, daha kolay kabullenebilir. Dahası, Gezi Direnişi’nden 2019 ve 2023-2024 seçimlerine kadar Saray iktidarının süreklilik gösteren politikalarından biri Kürt hareketi ile CHP’nin ortak bir mücadele etrafında tabanlarını birleştirmesini engelleme çabası oldu. Bu seçimlerin neredeyse hepsinde ve yine bizzat Bahçeli tarafından İmralı’ya çağrı yapıldığını ve o çağrıların hedefinde silah bırakılması değil CHP ile tabanların birleşmesinin engellenmesi olduğunu hatırlamak zor değil. Haliyle, şimdi açılan süreçle Saray’ın varmak istediği en önemli hedefin Kürt hareketindeki hegemonik kanat olan solun zayıflatılması olması kimseye şaşırtıcı gelmez. Bu ise, önümüzdeki seçimde toplumsal muhalefetin birleşik bir taktik geliştirmesinin kesin olarak imkansızlaştırılması anlamına gelir. Son aylarda “kent uzlaşısı” adıyla anılan birçok belediyeye ve belediye görevlisine yönelik polisiye operasyonların verdiği sinyal de bu olasılığın deneneceğini gösteriyor.

Toparlarsak, temsil ettiği tüm umuda ve silahların susmasının her koşulda savunulması gereken bir adım olmasına rağmen, sürecin, bir kısmı da son derece tehlikeli olan birçok olasılığı barındırdığını, masanın diğer aktörü olan Saray iktidarının bu yönde dayatmalarda bulunacağını söylemek zorundayız. Bunu söylemek, sürece taş koyma ya da onu baltalama maksadını taşımıyor. Ama bu süreçten ülkenin emekçilerinin ve ezilenlerinin en azami faydayı elde etmesi ancak Saray’ın emellerinin önüne yüksek setler çekilmesiyle mümkün. Bu yüzden, gerçeği sürekli iyiye doğru tevil etmek yerine onu ve barındırdığı tüm olasılıkları çıplak biçimde görmek doğru bir tutum alabilmenin ilk şartı.

***

Sosyalist hareketin günümüzdeki ağırlığı, bu savaşın olmadığı bir Türkiye’yi hiç deneyimlememiş bir kuşaktan oluşuyor. Tersinden söylersek, sosyalist hareketin mevcut kadro birikimi, sadece siyasal yaşamının değil ömrünün de tamamını ülkenin nefesini kesen ve siyaseti içinden çıkılmaz bir cendereye sokan bu savaş koşullarında geçirmiş insanlar. Sadece bu durum bile, silahların susmasından memnuniyet duymaya ve bununla da yetinmeyip sürecin emekçilerin ve ezilenlerin çıkarları yönünde ilerlemesi için müdahalede bulunmaya yeterli aslında.

Böyle bir sürecin birtakım tehlikeler barındırmaması da böylesi tehlikeli olasılıklara sahip diye sürece karşı çıkılması da imkansız. Fakat sosyalistlerin bu tehlikeleri küçümsemesi, görmezden gelmesi, hatta bunların her birini barış karşılığında ödenmesi gereken birer bedel sayıp sessiz kalması da bu denli imkansız.

Bu iki vurguyu birbirinden tamamen farklı pozisyonlarmış gibi algılamak ve eleştirmek, aynı anda iki işi yapamamak gibi gelişimsel bir beceri sorununa işaret ediyor olabilir. Neyse ki, sosyalist hareketimiz bu beceriye sahip. Yani silahların bırakılmasını olumlu bulup başlayan sürecin gerçek bir barışa varması, emekçiler ile ezilenlerin faydasına olması için müdahaleyi ve öte yandan bu sürecin barındırdığı tehlikeli olasılıklara, iktidarın kötü emellerine set çekmek için mücadeleyi birlikte yürütebilecek beceri.