Nazım Hikmet, Mehmet Akif’e saygısını belirttikten sonra “doğacaktır sana vadettiği günler hakkın” dizelerini eleştirir ve “gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz kendimiz vadettik kendimize” der.
Yine kendimize vaat edeceğimiz yeni bir yılın eşiğindeyiz. Uzun bir yolun yolcuları olan bizleri, eşitlik ve özgürlük mücadelesine bir tuğla daha koymak, hak mücadelelerini adalet mücadelesi ile birleştirmek ve “adalet! Adalet için sosyal adalet” belgisini yurttaşların gündemine taşımak, daha özgür ve demokratik bir ülke için çabaları güçlendirmek, keyfiliğe karşı hukuku ve anayasal demokratik kazanımlara uygun, kurallı bir işleyişi savunmak bekliyor.
Hepimize kolay gelsin…
***
Yeni yılda ilk yazıma, öncelik belirlemenin, odaklamanın öneminin altını çizerek başlamak istiyorum. Yazım, yeni elitler, karar çevresi, statü toplumu, ikili işleyiş/ikili hukuk, OHAL Yönetimi ve öncelik/odaklanma üzerine kurulu bir yazı olacak. Açıklamaya çalışayım…
***
Çinli bilgenin “geçiş dönemlerinde yaşayasınız” bedduası üstümüze yapıştı kaldı. 2025 eşiğinde yine belirsizliklerle dolu bir yıla girdiğimizi görmekteyiz. Belirsizlikler yalnızca bizler için değil sürecin ana aktörleri için de geçerli. Onlar için de sürekli değişen güç dengeleri ve olayların akışı denetlenebilir değil, sisler içinde.
Ancak “iktidar bloğu” bakımından çok net bir öncelik var: İktidarda kalmak ve iktidarda kalmak için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak… Bu bakımdan dışardan bakıldığında çelişik, çatışmalı, hatta tutarsız görünen siyasetler, girişimler, adımlar … bu mercekten geçirildiğinde netleşip berraklaşıyor.
Demek ki bütün belirsizlikler içinde çok net bir önceliğe -önceliklere bile değil, önceliğe- sahip olan bir blok karşısına aynı netliğe sahip bir öncelik koymak gerekiyor: İktidar sorununa odaklanmak. Diğer bütün belirsizlikler, çelişki ve karmaşayı düzene koyabilecek yöntem böylesi bir odaklanma ile sağlanabilir.
İktidar bloğu kendi bakımından konuyu şöyle toparlıyor: “İktidarda olduğum sürece işleri kendi programıma göre yoluna koyabilirim.” İktidar olmak başlıbaşına bir güç kaynağı. Bugün yaşanan sorunların önemlice bir bölümünün 2023 Seçimlerinin kaybedilmiş olmasında aramak sanırım yanlış olmaz.
İktidara gelmelerinden önce açık sözlü bir siyasal İslamcıya “iktidara geldiğinizde yapacağınız ilk iş nedir” diye sorsaydık yanıtı mutlaka “iktidarı sıkı sıkıya tutacağız” olurdu. Nitekim sıkı sıkıya da tuttular. Bugün ülkemizdeki siyasal yapıyı ve ortamı 2000’lerin öncesi Türkiye’sinden esaslı biçimde ayırt eden tanımlarla ifade ediyoruz. Çünkü köklü bir dönüşüm gerçekleşti. Cumhuriyet elitleri, “halka yabancı seçkinler” propagandaları altında yeni bir “elit” akışı oluşturuldu. Konu kamu kurumlarının yöneticilerinin yandaşlarca doldurulmasının çok ötesindedir. Bu doldurmalar, boşalmalar, yeni atamalar artık belli kaynakları esas alarak sistemleşmiştir.
“Kaht-ı Rical”, siyasal İslam’ın iktidar yürüyüşünde önemli kitle propaganda aracı oldu. Sözcük anlamı “yetişmiş, eğitimli insanların kıtlığı” olsa da onlar bunu “halkına yabancılaşmış, düşmanlaşmış, onu özünden uzaklaştırmayı görev edinmiş siyasetçiler ve devlet adamları” olarak kullandılar. “Cumhuriyet elitleri” derken bir aristokratik veya özel ayrıcalıklı çevreden değil; modern anayasal bir devleti, kadın haklarını da içeren medeni hukuku (yurttaşlık hukuku), laikliği, -az biraz da- kurumlu, kurallı işleyişi savunanları kastediyorlardı. Şikayetleri kendilerinden başkalarının iktidarda olmasıydı. Sonunda “halkına yabancılaşmış elitler” kovularak yeni bir elit sistemi kuruldu. Bu sistem bütünüyle anayasa, hukuk, kuralın üstünde işliyor, denetim dışında kalıyor.
“Yeni elit”in oluşumu siyasette ve ekonomide paralel ilerledi. Bir “karar çevresi” etrafında toparlanmış, toplumsal ve siyasal yaşamı kuşatmış bir yapıdan söz ediyoruz. Bu çevrenin bütünüyle siyasal İslamcı olması gerekmiyor. Önemli olan “karar çevresine -iktidarı sürdüren odağa-” tam “sadakattir”, tam “bağlılıktır”. Yirmi yılı aşkın süre sadakatin etkin biçimde çalıştığını ve sonuçta sadık olan herkesin -en yukarıdan mahalleye kadar “çıkar çevresi” olarak tanımlayabileceğimiz çevrenin- ganimetten payını aldığı görülüyor.
“Yeni elit” ile son yıllarda aşırı palazlanan “orta burjuvazi” arasındaki ilişki konunun özüdür. Büyümesi, iktidar hamlesi süreci dikkatli analizleri gerektirir. Burada yalnızca değinip geçeceğiz. Anlatılacak olan, uzun yıllar devlet, siyaset, kamu kaynakları/KİT talanları, belediyeler, muafiyetlerle korunan “orta burjuvazi”, yıllar içinde oluşturduğu toplumsal bağlar sonucunda “genel oy”a hâkim olduğunu görmesinin ve hamle yapmasının hikayesidir. Kısaca toplumsal servetin yağmalanması üzerine kurulu siyasete ve ekonomiye dallanmış bir yapı üzerine konuşmaktır. Böylesi bir yapının aksamadan, bozulmadan sürmesi görevini yerine getiren “karar çevresi” artık “iktidar bağımlısı”dır.
Bu işleyişi/yapıyı belki de en iyi modern devlet öncesi “statü toplum”u işleyişiyle açıklayabiliriz. Statü toplumunda durumunuz; toplumda, siyasette vb. vb. doğuştan gelen konumunuzla belirlenmiştir. Neysen o olursun. Günümüzde de eğer “yeni elit” ve çevresinde oluşan sadakat halkası içinde değilsen yurttaş haklarının herhangi bir önemi kalmamıştır. “Statün” belirlenmiştir.
Anayasa, hukuk, kural olmayınca “ikili iktidar/ikili hukuk/ikili işleyiş” durumu oluşuyor. Günümüzdeki “ikilik”, geleneksel anlamıyla “birbiriyle içiçe olan ve egemenlik için çatışan yapılar”dan bütünüyle farklı. Buradaki ikilik, devlette ve her türlü kurumda oluşturulan elitler eliyle “iktidar” alanına giren her türden konuda farklı bir işleyişi sağlayan ikili işleyiştir. Bir anayasa sorunundan en ücra köşedeki arsa tahsisine kadar ihtiyaç duyulduğunda hemen devreye giren bir ikili işleyiştir. Öngörülemez -elbette varolan hukuka göre öngörülemez, iktidar bakımından gayet öngörülebilir- önceliklere göre, yorumlara/kurallara göre işleyen Olağanüstü Hal Yönetimi, OHAL’dir.
Ülkemizde bu “ikili işleyiş”ten çıkılmadan her hangi bir alanda mesafe almak olanaksız görünmektedir. 2019, 2023 Yerel Seçimleri’nin de gösterdiği gibi “ikili işleyiş”i denetleme ve sınırlama olanakları geniş yurttaş kesimleri için esas olarak “seçim/oy” hakkına kadar daraldı.
“Esas olarak” notu önemlidir. TİP ve daha genelde demokratik, sol hareket seçmeni yurttaşa dönüştürme, siyasette etkinliğinin artması için yoğun bir günlük faaliyet sürdürüyor. Kitlelerin gündelik siyasete çekilmesi keyfi yönetimin esas panzehridir. Ancak bu alanda bir karşı karşıya getirme yaklaşımı bütünüyle otoriterliğe avantaj sağlayacaktır.
Bütün belirsizlikler, çelişkiler içinde “öncelik, dikkat, odaklanma”; OHAL durumunu yaratan “ikili işleyiş”i sonlandırmaktır.
Burada, iktidar olmanın gücüyle seçimlere müdahale, seçmen manipülasyonları, usulsüzlükler başlığı açılıp derin bir tartışma başlatılabilir. Öne sürülen argümanların epeycesi de geçerli gerekçelere dayanacaktır, katılırım. Ancak “Bugün korkmamız gereken şey, totalitarizmin şiddet yoluyla iktidarı ele geçirmesi değil, totalitarizmin kendisini sözde meşru yollarla iktidara getirmeye çalışmasıdır” saptamasının önemine dikkat çekmek isterim.
Bu nedenle yurttaşın önüne konulacak yönetebilir, kapsayıcı bir alternatif 2025 yılı -ve daha sonrası için- bütün belirsizliklerini netleştirecektir.
Toplumsal muhalefetin, 2023 Seçim başarısızlığının etkisiyle ittifaklardan, işbirliklerinden uzaklaştırıcı etkisinden sıyrılması da önemlidir. “Yönetebilir, kapsayıcı bir alternatif” ancak geniş işbirliğinin sonucu oluşabilir. 2023 işbirlikleri üzerine birçok görüş ileri sürülebilir. Bazı sonuçlarıyla haklı olarak demokratik ve sol kamuoyunda büyük öfkelere de, çatışmalara da neden oldu. Yeni işbirliklerine ilişkin mesafeli duruşlara yol açtı. 2023 işbirliklerinin, önemlice bir eksiği “iktidar ve yönetme konusuna odaklanmak yerine muhalefet içi dengeler kurma”ya odaklanması söylenemez mi? Elbette bu yanlışı yinelememek, tüketici iç denge arayışlarından uzak durmak gerekir. Ancak bunun karşılığı toplumsal muhalefetin her bir unsuru için ”yalnızlık” siyaseti de olmamalıdır. Yerel seçimlerde yükselen ve farklı yöntemlerlerle önü açılan “aşağıdan birleşme dalgası” önümüzdeki kritik seçimde “yukardan açılımlarla” desteklenmek durumundadır. Değilse hiç kaale alınmayan adaylaşmaların bile nasıl dağıtıcı olduğu akılda tutulmalıdır.
Nazım Hikmet ne iyi varsa “onu biz kendimiz vadettik kendimize” diyor. Biz de 2025’te kendimize daha demokratik bir ülke vadediyoruz. Bu hedefimizi en birinci önceliğimiz yapıyor, bütün dikkatimizle odaklanıyoruz.