19 Mart Direnişinin İmgeleri

Emin Çelik26 Nisan 2025

Son zamanlarda sokakta, meydanlarda, üniversitelerde gerçekleşen eylemlerde üretilen yeni görseller hepimizin dikkatini çekmiştir. Kimi zaman el yapımı bir pankartta, kimi zaman bir bedenin taşıdığı kostümde, kimi zaman da bir sesin yankısında… Bu görsellerin içinde sadece bir mesaj değil, bir çağrı, bir hafıza ve bir gelecek tahayyülü olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Yönetmen Emre Yeksan’ın sosyal medyada yaptığı bir paylaşım ise bu düşüncelerimi daha da derinleştirdi. Yeksan, eylemlerde taşınan iki görseli (birinde Dev GenZ yazısı, diğerinde orak-çekiçli bir kurt figürü olan pankartlar) yorumlarken, bu görsellerin taşıdığı imgeleri tartışmaya açtı. Bir diğer çarpıcı deneyim ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde kayyum rektör Handan İnci’nin yasağına karşı gerçekleştirilen “Direniş Balosu” oldu. Geleneksel olarak her yıl düzenlenen balo, bu yıl yasaklara karşı öğrencilerin yaratıcı tepkisiyle direniş temalı bir etkinliğe dönüştü. Baloda kullanılan imgeler (Gezi’den ilham alan afişler, bedenle kurulan teatral kompozisyonlar, eylemde kaybedilenlerin yüzlerini taşıyan görseller) bu sürecin yalnızca politik değil aynı zamanda estetik olarak da nasıl şekillendiğini gözler önüne serdi. Tüm bu deneyimler, beni Sefa Aslan’ın bir röportajındaki şu soruya götürdü: “Gezi direnişi kendi öznesini üretebilmişti, Saraçhane’deki kitle kendi direniş öznesini üretebilecek mi?” Ben ise bu soruyu biraz değiştirerek yeniden sormak istiyorum: Bugünün direnişi kendi imgesini üretebilecek mi?

Bu soruya geçmeden önce, “imge” dediğimiz şeyin ne olduğuna daha yakından bakmak gerekiyor. İmge üzerine düşüncelerimin ve öğrendiklerimin Walter Benjamin’in Tarih Tezleri’nden ve Zeynep Sayın’ın imge derslerinden şekillendiğini başta belirtmeliyim. Peki nedir imge? Gündelik dilde sıkça kullandığımız bu sözcük, aslında düşündüğümüzden çok daha derin ve çok katmanlı bir anlam taşır. Etimolojik olarak “imge” sözcüğü, Latince imago kelimesinden gelir. Imago, bir şeyin dışsal görünümü, sureti ya da hayali anlamına gelir. Ancak Roma geleneğinde “imago” aynı zamanda ataların balmumundan yapılan yüz maskeleri için de kullanılırdı. Yani hem hatıra hem temsil hem de bir tür “hayatta kalma” biçimi olarak var olurdu. Zeynep Sayın’ın İmgenin Pornografisi adlı kitabında ve derslerinde sıkça belirttiği üzere, biz imgeyi genellikle indirgeriz. “Kitap imgesi”, “kalem imgesi” dediğimizde, imgeyi yalnızca nesneye, forma, yüzeye hapsederiz. Oysa imge, bir çağrıdır. Gözle görülmeyenin, dile dökülemeyenin taşıyıcısıdır. Bizi sadece bir şeye yönlendirmez; aynı zamanda bir duygulanıma, bir hafızaya, bir direnişe de sürükler. Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine tezlerinde kullandığı meşhur “Angelus Novus” örneği burada yol gösterici olabilir. Paul Klee’nin bu resmindeki melek, geçmişin yıkıntılarına bakarken, rüzgâr tarafından geleceğe doğru savrulmaktadır. Melek ilerlemeyi değil, yıkımı ve kaybı görmektedir. Benjamin’in tarif ettiği bu tarihsel imge, bir çakışma anında belirir: geçmişin enkazıyla şimdinin telaşı arasındaki gerilimde. Yani imge dediğimiz şey “kalem imgesi” tamlamasındaki gibi bir zamanda sabitlenmez, o hem geçmişte hem gelecekte hem de bu andadır. İşte bu yüzden imgeler, Benjamin’e göre sadece temsil değil, bir tür hakikat açıklamasıdır. Aurası vardır. Aura, imgenin taşıdığı tekillik, mekâna ve zamana yerleşmiş deneyimdir. Bu anlamda imge, sadece bir görsel değil, bir politik olaydır. Zamanla çatışır, geçmişi bugüne çağırır. Ve tam da bu yüzden, devrimcidir. Aby Warburg’un Mnemosyne Atlası‘nda incelediği imgeler de benzer bir işlev taşır. Warburg, Rönesans tablolarından reklamlara kadar geniş bir yelpazede imgelerin nasıl dolaştığını, nasıl dönüştüğünü ve nasıl hayatta kaldığını gösterir. Ona göre imgeler sadece temsil etmez; aynı zamanda aktarır, yük taşır, hayatta kalır. Warburg’un Nachleben (hayatta kalım) kavramı, bir imgenin kendi tarihini nasıl sürdürdüğünü, yeniden nasıl canlandığını anlatır.

Gezi Direnişi yalnızca politik bir ayaklanma değil, aynı zamanda imgelerin patlamasıydı. O dönemin afişleri, duvar yazıları, maskeleri, sembolleri; yalnızca mesaj değil, aynı zamanda birer direniş jesti, birer estetik karardı. Bu imgeler arasında belki de en çarpıcısı, Erdem Gündüz’ün gerçekleştirdiği Duran Adam performansıydı. Hiçbir slogan atmadan, hiçbir pankart taşımadan, yalnızca ayakta durarak yapılan bu eylem, bugüne dek taşıdığı etkisini tam da bir “imge” oluşuna borçlu. Çünkü Duran Adam yalnızca o anın değil, bir geçmişin de çağrısını içeriyordu: Berlin’deki Schweigende Mahnwache’leri (sessiz nöbet), Tiananmen’deki meçhul adamı, Mahatma Gandhi’nin pasif direnişini ve daha fazlasını. Bu yüzden Benjamin’in tarif ettiği gibi hem geçmiştedir, hem bugünde, hem de gelecekte yankı bulur. Zeynep Sayın’ın ifadesiyle, imge hakikati karanlığıyla birlikte gösterir. Duran Adam, susturulanların, bastırılanların ve yalnızca var olmakla direnenlerin kolektif hafızasını taşır. Bu imgeler, hiçbir zaman sadece “estetik” değildir. Direnişin estetiğidirler.

Sefa Aslan’ın sorusu tam da burada güncelleniyor: Gezi kendi öznesini üretmişti ama dağıldı. Peki Saraçhane’deki kalabalık? Bu sorunun yanıtı, tekil bir öznede değil, çoğul bir imge potansiyelinde yatıyor olabilir. Saraçhane’de ya da Boğaziçi’nde ya da Mimar Sinan’ın bahçesinde bir araya gelen bedenler, henüz tekil bir özne kurmasalar da, yeni bir imgesellik üretiyorlar. Emre Yeksan tam da buradan yorumluyor Dev GenZ ile orak çekiç ve kurtlu pankartı. Solun genellikle kapalı ve geçmişe yaslanan bir anlam dünyasını tercih ettiğini, yenilik ihtimalini bastırdığını söylüyor. Dev GenZ imajı, artık kopması gereken bir geçmiş bağını temsil ederken, orak-çekiçli kurtlu imajın bugüne ve geleceğe yönelik bir çağrı, bir görev ilanı olduğunu ifade ediyor. Sonuç olarak yenilik üretmenin geçmişin parodisiyle değil, bugünün çatlaklarından sızan yeni imgelerle mümkün olduğunu savunuyor. Yeksan’ın işaret ettiği gibi, bu yeni görseller (örneğin “orak çekiçli kurt” pankartı gibi) neredeyse mitolojik ve kolektif bir çağrıyı bugüne taşıyor. Bu tür imgeler bir yandan geçmişin yükünü (sınıf mücadelesini, işçi estetiğini, solun nostaljisini) taşırken, öte yandan bugünün melez diline, sokaktaki mizaha, grafik dile de temas ediyor. Belki henüz öznesi oluşmadı, ama imgesi oluşuyor.

İmgeyle İnat Etmek

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde her yıl geleneksel olarak düzenlenen mezuniyet balosu, yalnızca bir kutlama değil, aynı zamanda okulun kendine özgü kültürel hafızasını taşıyan bir törendi. Ancak bu yıl, kayyum rektör Handan İnci’nin kararıyla bu balo iptal edildi. Öğrenciler ise bu yasaklamayı pasif bir şekilde kabullenmek yerine, yaratıcı ve politik bir hamleyle Direniş Balosu düzenlediler. Bu etkinlik yalnızca bir “alternatif kutlama” değil; bir imgeler sahnesi, bir kolektif jest, politik bir estetik üretimdi. Baloda Gezi Direnişi’nden Boğaziçi protestolarına uzanan bir dizi görsel tekrar üretildi. Afişler, pankartlar, kostümler ve performanslar; yalnızca geçmişe bir selam göndermiyor, aynı zamanda bugünü kuruyordu. Öğrenciler, eylem alanlarında ortaya çıkan imgeleri balo mekânına taşıyarak, bir tür geçici politik sahne yarattılar. Bu durum üst kuşaktan sanatçılar arasında farklı tepkiler yarattı. Sanatçı Ali Elmacı, etkinliği eleştirerek, bu balonun Mimar Sinan geleneği için önemli olduğunu ve öğrencilerin düzenlediği Direniş Balosu’nun ise “direnişin parodisine” dönüştüğünü savundu. Ancak tam da burada, yeni kuşağın politik pozisyonu netleşiyor: Bu gençler, yalnızca yasağa değil, geleneğin muhafazakârlaşmış formuna da karşı çıkıyorlar. geleneğin otoritesine de karşı estetik bir itiraz geliştirdiler. Bedenleriyle, kılıklarıyla, görselleriyle, sahnelemeleriyle hem “şenlikli” hem de “karanlık” olan o imgeleri ürettiler. Belki de direnişin en güçlü imgesi, tam da bu çelişki içinde geleneği yıkarken onu dönüştürmekte saklıdır. Çünkü sanat, gelenekle uyum sağladığında değil, onunla çatıştığında var olur.

Başta sorduğumuz soruya geri dönelim: Bugünün direnişi kendi imgesini üretebilecek mi? Evet, bu sorunun cevabı büyük ölçüde olumlu. Çünkü bugün tek bir özne yoksa bile, dolaşımda olan imgeler var. Yeni görsellerin, yeni estetik biçimlerin, yeni jestlerin üretildiğini görüyoruz. Bu imgeler, geçmişten kalanları taşırken aynı zamanda bugünü kuruyorlar. Belki de artık özne değil, imge kuruyor direnişi. Bu bağlamda, direnişin imgeleri artık yalnızca bir dönemin değil, zamansız bir politik hafızanın taşıyıcılarıdır. Onlar, Benjaminci anlamda bir “şimdi-zamanı” taşıyor; geçmişle gelecek arasında bir çakışma yaratıyorlar. Ve bu çakışma anında, direniş estetikleşiyor; estetize edilmiyor, estetiklik üzerinden politikleşiyor. İmgeleri kim üretecek? Bugünün sanatçıları, öğrencileri, eylemcileri, sokak afişçileri, dijital kolajcıları, bedenini taşıyanlar, pankart boyayanlar…
Yani biz.

-Benjamin, Walter. Tarih Kavramı Üzerine. Metis, 2015.
-Sayın, Zeynep. İmgenin Pornografisi. Metis, 2015.
-Sefa Aslan, +90 röportajı, 2025