Yeni Felaket Çağının Peşrevi yahut Trump Grönland’ı Neden İstiyor?

Foti Benlisoy2 Şubat 2025

1935 yılının Mayıs ayı İstanbul’da pek sıcak geçer. Senelerden beri bu mevsimde böyle boğucu bir hava görülmemiştir. Sıcaklık gölgede 35, hatta 37 dereceye varır, imkânı olanlar sayfiye yerlerine kaçarlar. Akşam gazetesi, dondurmacı ve şerbetçileri bilhassa mutlu ettiği söylenen bu beklenmedik hava koşullarının bir başka dolaylı sonucu üzerine şöyle yazar:

Son günlerde şehrimizde döğme vakaları artmıştır. Bunda, ilkbahara pek uygun olmıyan şimdiki mevsimsiz sıcakların da tesiri olsa gerektir. Çünkü vakaların çoğu pek sudan sebeplerle oluyor. Dün Fatihte oturan Aziz adında bir genç, çocukluk arkadaşı Mehmed Emini nişanlanma toplantısına çağırmıştır. Aziz birden bire Mehmed Eminin üstüne atılmış ve ‘Nişanlıma yan bakıyorsun!’ diye zavallı davetliyi yumruklarla döğmüştür. Neye uğradığını şaşıran Mehmed Emin, bitkin bir halde nişan evinden kaçmış ve soluğu karakolda almıştır. Zabıta işe el koymuştur. Galatada Kasımın ve Yedikulede Yaninin kahvelerinde de döğüşme vakaları olmuş, kahveci Koço, elektrikçi Nuri ve Efdad Kasım ve Karnik tarafından döğüldükleri iddiasile zabıtaya baş vurmuşlardır.[1]

“Sıcaktan mı?” başlığını taşıyan bu haber, sıcak havaların insan ilişkilerinde gerilimi artıran ve şiddeti tetikleyen bir faktör olduğuna dair yaygın kanaati yansıtıyor. Aslında bir dizi bilimsel çalışma, yüksek sıcaklıkların insanlar arasında agresyonu artıran bir etkide bulunduğuna dönük bu popüler bilgiyi teyit ediyor. İklim değişikliğinin neden olduğu sıcaklık artışlarının, özellikle de aşırı ısı dalgalarının insan davranışı üzerinde nasıl etkide bulunduğuna ya da bulunacağına dair çok sayıda araştırma, sıcaklık artıkça saldırgan davranışların da artış eğilimi gösterdiği hipotezini destekliyor.[2]

Tam da bu nedenle olacak Spike Lee’nin yönettiği ve bir aşırı sıcak dalgasının etkisi altındaki Brooklyn’de geçen, 1989 tarihli Do the Right Thing filminin iklim krizinin olası toplumsal sonuçları üzerine erken bir uyarı olduğu düşünülür. “Yazın en sıcak gününde” geçtiği başından itibaren tekrar tekrar hatırlatılan filmde, siyahlar ve İtalyanlar arasında adım adım artan gerilim ve ırkçı polis şiddeti aktarılır. Başroldeki bunaltıcı sıcak şiddetin nedeni değildir elbette ama mevcut çelişki ve gerilimlerin patlayıcı hale gelmesinde adeta katalizör işlevi görür. Film, muhtemelen öyle niyet edilmiş olmasa da iklim krizinin sadece bir “çevre” meselesi olmadığını, sınıfsal ve toplumsal iktidar ilişkileriyle nasıl bağlantılı olduğunu hatırlatır.[3]

Oysa iklim krizinin insanlığın tamamını birleştirmesi gereken, tahakküm ve sömürü yapılarından azade siyasetler üstü bir bilimsel mesele olduğuna dair yanılsama günümüzde dahi yaygınlığını koruyor. İklim krizini hâlihazırda mevcut ezme-ezilme ilişkileriyle, hatta jeostratejik güç ilişkileriyle hiçbir rabıtası olmayan temelde apolitik, teknik-bilimsel bir mesele addeden bu yaygın yanlış kanaatle mücadele etmek gerekiyor. İklim krizinin tüm “insanlığı” tehdit ettiği, dolayısıyla onunla mücadelenin er ya da geç daha barışçıl ve işbirliğine yatkın bir uluslararası düzeni gerektireceğine dair tüm yanılsamaları acilen terk etmeli.

Askeri Adaptasyon

Daha sıcak bir dünyanın daha çatışmacı bir dünya olacağı şimdiden belli. Akşam gazetesinin zamanında yazdığı anlamda, yani artan aşırı sıcakların insanların tepesini attırması yüzünden değil elbette. İklim değişikliğinin parçası olduğu ekolojik krizin, mevcut yapısal güç hiyerarşi ve eşitsizliklerini pekiştiren, daha da belirgin hale getiren bir hızlandırıcı rolü oynaması nedeniyle. İklim krizi daha şimdiden jeostratejik sonuçlar yaratıyor, daha doğrusu emperyalist sistemdeki çelişkileri derinleştiren bir işlev görüyor.

Günümüzde fosil yakıtlardan arınmış bir ekonomiye geçişi desteklemek için gerekli teknolojilerin geliştirilmesinin muazzam bir jeoekonomik rekabetin konusu haline gelmesi bu durumun tipik bir örneği. “Yeşil enerji” teknolojileri alanında, örneğin rüzgar türbinleri, güneş enerjisi panelleri ya da elektrikli araç üretimi (ve elbette askeri teknoloji) gibi alanlarda oynadıkları kritik rol dolayısıyla nadir toprak elementlerine artan ihtiyaç, bu elementlerin bulunduğu bölgelerde yeni sömürgeci pratiklerin gelişmesine neden oluyor. Dahası nadir toprak elementlerinin bu önemi dolayısıyla büyük güçler arasında bunlara erişimin kimin kontrolünde olacağına ilişkin bir rekabet ve mücadele gelişiyor. Çin nadir toprak elementlerinin üretiminin her aşamasında lider konumunda olsa da ABD ve Avustralya gibi ülkeler bu hâkimiyete meydan okumaya çalışıyor. Böylece emperyalist güçler arası rekabet bağlamında enerji altyapısının fosilsizleştirilmesi ve kapitalizm içi “yeşil geçiş” tartışmaları, enerjinin jeopolitik bir silah haline getirilmesine ve uluslararası düzenin daha da çatışmacı ve eşitsiz hale gelmesine yol açıyor.

Aslında bunda şaşırtıcı bir şey yok: İklim krizinin gündeme getirdiği bütün tehditler eşitsiz ve hiyerarşik bir dünya sistemi çerçevesinde gündeme geliyor. Uluslararası sistemdeki hegemonya bunalımı, emperyalistler arasında yoğunlaşan rekabet, iklim krizinin içerisinde tartışıldığı düşünsel ve fiziki bağlamı belirliyor. Daha askerileşmiş bir dünyada iklim krizi de esasen bir güvenlik sorunu, bir “risk çoğaltıcı” olarak, yani “güvenlikleştirilmiş” bir biçimde tartışılıyor. Emperyalistler arası artan rekabet koşullarında bu çekişme olası etkileri itibariyle ele alınıyor, bu rekabet dolayısıyla tutumlar geliştiriliyor.

Oysa iklim değişikliğine ve ekolojik krize jeostratejik çıkarlar temelinde “askerileşmiş bir adaptasyon”, Mona Ali’nin hatırlattığı üzere mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştiren bir rol oynayacaktır.[4] İklim krizinin uluslararası düzeni tanımlayan mevcut güç asimetrileri temelinde esas olarak bir “güvenlik sorunu” olarak ele alındığı koşullarda sonucun, bir Birleşmiş Milletler raporunda da ifade edildiği üzere, bir “iklim apartheid”ı olması pekâlâ olasılık dahilinde. Yani en akut tezahürü iklim krizi olan ekolojik yıkımın uluslararası sisteme karakterini veren eşitsizlik ve hiyerarşileri azaltmaktansa pekiştirme ve kalıcı hale getirme olasılığı yüksek.

Kıyamet Döngüsü

Uluslararası sistemi giderek daha kırılgan hale getiren emperyalistler arası rekabet ile ekolojik yıkım ve özellikle de iklim krizi arasındaki rabıtaya dair belki de en çarpıcı örnekse Kuzey Kutbu. Küresel ısınmanın en ikonik boyutlarından olagelmiş Kuzey Kutbu’ndaki buzul kütlelerin erimesi süreci, bölgenin deniz ticaretine açılması ve yeni fosil yakıt kaynaklarına erişim açısından muazzam bir fırsat olarak görülüyor. Kuzey Kutbu’nda deniz üzerindeki buzul kümelerinin 2035 yılına gelindiğinde yazları tamamen ortadan kalkacağı tahmin ediliyor.[5] Bu durum Kuzey Deniz Yolu’nun açılması ve deniz altındaki fosil yakıt rezervlerinin kullanılır hale gelmesi açısından sermaye için devasa olanaklar yaratıyor.

Yeni bir okyanusun yıl boyunca kargo gemilerine açık hale gelmesi, seferlerin hızını önemli ölçüde artırarak uluslararası deniz taşımacılığında bir devrim anlamına gelecek. Deniz buzullarının geri çekilmesi sonucunda Kuzey Kutbu’ndaki deniz trafiği son on yılda yüzde 37 oranında artmış durumda.[6] Kuzey Kutbu sadece deniz ticareti açısından önemli değil. ABD hükümetine bağlı Jeolojik İnceleme Ajansı (US Geological Survey), dünyanın henüz keşfedilmemiş doğal gaz kaynaklarının yüzde 30’unun, petrol rezervlerininse yüzde 13’ünün Kuzey Kutbu’nda olduğunu tahmin ediyor. Birleşik Krallık hükümetine bağlı Bilim Ofisi (Office for Science), bölgenin taşımacılık, madencilik ve turizm alanında 100 milyar doları aşan bir yatırım potansiyeli taşıdığını iddia ediyor.[7]

Yani Kuzey Kutbu’nun buzullardan arınması, ABD’den Kanada ve Rusya’ya, Norveç’ten Çin’e hemen herkesin üzerine atlamaya hazırlandığı bir tür ticari nimet. Kuzey Kutbu, “yok oluş yoluyla sermaye birikiminin” tipik bir örneği. Yani sermaye birikim süreçlerinin neticesi olan iklim değişikliğinin yol açtığı sonuçlar tam da sermaye birikim süreçlerini derinleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabiliyor. Evan Calder Williams’ın kıyamet döngüsü diye adlandırdığı süreç işte böyle işliyor; felaket kapitalizminin rutin işleyişi içerisinde kârlı bir felaket, daha da kârlı bir başka felaketin koşullarını yaratıyor.[8]

Kuzey Kutbu’nun önümüzdeki yıllarda emperyalist güçler arası rekabetin yoğunlaşacağı bir bölge olacağını tahmin etmek güç değil. Bölge daha şimdiden emperyalistler arası rekabet ve ihtilafların, artan militarizasyonun ve bilhassa ekstraktivist faaliyetlerin yoğunlaştığı bir jeopolitik sıcak noktaya dönüşmüş durumda. Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı olan Mike Pompeo’nun Kuzey Kutbu’nda deniz buzullarının erimesini, bir “fırsatlar ve bolluk” kaynağı olarak gördüğünü beyan etmesi bundandı.[9] Son yıllarda bölgede askeri güç gösterileri ve tatbikatların sayısının artması da bu bakımdan bir tesadüf değil. NATO ile Rusya arasında giderek artan gerilimin (Ukrayna savaşının da etkisiyle Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılması ve Baltık denizindeki görünür askeri rekabet) ve Çin gibi diğer aktörlerin dahli sonucunda Kuzey Kutbu’nun hızlı gelişen militarizasyonuyla karşı karşıyayız.[10]

Sömürgecilik ve terra nullius

Trump’ın NATO üyesi olan Danimarka’ya ait Grönland’ı talep etmesi, bu talebin yerine getirilmediği durumda müttefikine karşı ekonomik önlemlere başvuracağını söylemesinin, hatta bu konuda askeri seçeneğin dahi masada olduğunu ima etmesinin ardında işte Kuzey Kutbu’nun kapışılmasına dönük bu yarış var. Aslında Trump ilk başkanlığı sırasında da Grönland’ı Danimarka’dan satın almaya dönük isteğini ifade etmişti etmesine ama o zaman bu iş başkanın nevi şahsına münhasır kişiliğine atfedilmiş, eksantrik başkanın bir başka kaprisi diye düşünülmüştü. Oysa Trump, Grönland (hatta Kanada) üzerinde talepte bulunurken iklim krizinin Amerikan emperyalizmi için gündeme getirdiği fırsat ve meydan okumaları dikkate alıyor.[11] İklim krizini bazen “aldatmaca”, bazen “dolandırıcılık” olarak alaya alan, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilen Trump, iklim krizinin yaratacağı jeostratejik sonuçlarıysa ciddiyetle hesaba katıyor. Hızla erimekte olan Grönland buzulları altında kalan nadir toprak elementlerini Çin’e kaptırmamak ve Kuzey Kutbu’ndaki yeni deniz ticaret yolunun denetimini Çin’e ve Rusya’ya teslim etmemek için ön alıyor.[12]

Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz bunu açıkça söylüyor zaten: “Plan sadece Grönland ile ilgili değil… Bu Kuzey Kutbu’yla alakalı. Bir tarafta bazıları nükleer enerjiyle çalışan 60’dan fazla buz kırıcısı olan Rusya var… Bizdeyse sadece bir tanesi yakınlarda yanan iki tane var. Buzullar geri çekildikçe Çinliler de buz kırıcılarını artırarak oraya ilerliyor… Bu petrol ve gazla alakalı. Bu ulusal güvenliğimizle alakalı.”[13]

Grönland buzullarının altında yaklaşık 31,400 milyon petrol varile eşdeğer petrol ve takriben 148 trilyon kübik feet doğal gaz bulunduğu tahmin ediliyor. Dahası ülke, nadir toprak elementlerinin yoğun olarak bulunduğu bir alan. ABD iklim krizi dolayısıyla erişilebilir hale gelmekte olan bu kaynakların Çin ya da Rusya’nın erişimine kapalı olmasını hedefliyor. Dahası Grönland’ı topraklarına katarak yeni açılacak deniz ticaret yolunun denetimini elinde tutmayı, Çin’in denizlerde üstünlük kurmasını engellemeye çalışıyor (Panama Kanalı ile ilgili tartışmanın da bu nedenden kaynaklandığını hatırlatmakta fayda var).[14]

Kuzey Kutbu ve bilhassa Grönland’ın kimin elinde kalacağına dair rekabet, tipik sömürgeci kibirle yerli halkın hiçbir sözünün olmadığı bir boşlukta cereyan ediyor. Kuzey Kutbu insansız bir alan, kendine has toplumsal ve siyasal dinamikleri olmayan bir boş alan (terra nullius) olarak görülüyor. Oysa Grönland’ı şu anda yöneten bağımsızlık yanlısı ve sosyalist hükümet, 2021 yılında fosil yakıt ve uranyum madenciliğini yasaklamıştı.[15] Grönland’ın gerçek sahibi olan İnuit halkının siyasal iradesinin, ekstraktivist kapitalizme karşı verdiği mücadelenin tüm bu tartışmalarda es geçilmesi, Kuzey Kutbu’nun paylaşılmasına dönük emperyalist rekabetin yeni sömürgeci karakterinin açık bir işareti.[16]

Yeni Felaket Çağı

Klişeleşmiş tabirle “büyük resme” bakarak bitirmek en iyisi: Afrika’nın dönemin emperyalist güçlerince kapışılması-talan edilmesi (scramble for Africa), “klasik emperyalizmin” yükselişe geçişinin bir ifadesi, bu kapışmanın birer sonucu olan Kongo ya da Namibya’daki soykırımlar da takip edecek felaketlerin birer ön işaretiydi. Bugünse Kuzey Kutbu’nun emperyalistler arasında yeniden paylaşılmasına dönük rekabet ve bölgede ekstraktivist sömürgeciliğin derinleşmesi de başka bir felaketli geleceğin meşum bir alameti olarak görülmeli.

Bir yeni felaketler çağının kıyısında, belki çoktan içindeyiz. Bu çağın temel bazı karakteristiklerini kabaca ve birkaç satırda şöyle özetlemek mümkün:

Emperyalistler arası mücadele, bir kez daha küresel politikanın merkezinde yer alıyor, çok kutuplu bir uluslararası sistem şekilleniyor.

Çok kutuplu bir emperyalist sistem, yani rekabet halindeki hegemonlar ve hegemon adaylarının birbiriyle mücadele ettiği bir dünya, açık ya da örtük bir biçimde savaş halinde olan bir dünya demektir.

Hâkim sınıflar gezegenin bu yüzyıl içinde sanayileşme öncesine göre en az 2 ya da 2,5 derece ısınmasını göze almış görünüyor.

İklim krizinin en akut tezahürü olduğu ekolojik yıkım süreci, günümüzün çok kutuplu emperyalizmine has ihtilaf ve çelişkileri daha da derinleştiriyor.

“Burjuva demokrasisi” diye adlandırdığımız Batılı parlamenter demokrasilerin iklim krizi ve emperyalist sistemdeki bunalımın yaratacağı çifte basınç karşısında bugün olduğu biçimiyle ayakta kalması zorlaşıyor.

Sermaye sınıfının bazı sektörleri bir kriz yönetme biçimi olarak faşist seçeneğe giderek daha hayırhah bakmaya başlıyor.

Manzara karanlık. Ancak nerede durduğumuzla ilgili her türden yanılsamayı, tarihin bizim safımızda olduğuna dair müsekkin işlevi gören bön iyimserlikleri bir kenara bırakmanın zamanı çoktan geçti. Hiç değilse nereden başlayacağımız konusunda net olmalıyız: Bu yeni felaketler çağının devrimci pratiği, felaket ile (eski) normal arasındaki yanıltıcı ayrıma, güya “normal” ve “mutedil” ya da “ilerici” bir kapitalizmin nostaljisine dayanarak değil, kapitalist felaketin içinde, ona karşı ve onu aşmaya dönük mücadele içerisinde şekillenecektir.

[1] “Sıcaktan mı? Son günlerde kavgalar çoğaldı”, Akşam, 28 Mayıs 1935.
[2] Örneğin bkz. Sujata Gupta, “How extreme heat from climate change distorts human behavior”, https://www.sciencenews.org/article/extreme-heat-climate-change-human-behavior-aggression-equity Jen Christensen, “Hot under the collar? Heat can make you angry and even aggressive, research finds”, https://edition.cnn.com/2023/09/05/health/heat-anger-wellness/index.html
[3] Tim Brinkhof, “Shadow as sanctuary”, https://theecologist.org/2024/oct/17/shadow-sanctuary
[4] Mona Ali, “Militarized Adaptation”, https://www.phenomenalworld.org/analysis/militarized-adaptation/
[5] Alejandra Borunda, “Arctic summer sea ice could disappear as early as 2035”, https://www.nationalgeographic.com/science/article/arctic-summer-sea-ice-could-be-gone-by-2035
[6] Lisa Friedman, “Trump Wants Greenland and the Panama Canal. It’s About Climate”, https://www.nytimes.com/2024/12/31/climate/trump-greenland-panama-canal-climate-change.html
[7] Salvage Editorial Collective, “The Tragedy of the Worker: Towards the Proletarocene”, https://salvage.zone/the-tragedy-of-the-worker-towards-the-proletarocene/
[8] Evan Calder Williams, Combined and Uneven Apocalypse, Zero Books, Wichester, 2010, s. 174.
[9] Victoria Herrmann, “Pompeo says melting arctic ice is an opportunity, not a problem”, https://www.thearcticinstitute.org/pompeo-says-melting-arctic-ice-is-an-opportunity-not-a-problem/
[10] Carlos Rubio, “Disappearing Arctic Ice Cap Opens New Terrain for Imperialist Conflict”, https://www.leftvoice.org/disappearing-arctic-ice-cap-opens-new-terrain-for-imperialist-conflict/
[11] Chris Bambery, “Buying Greenland: Trump’s Arctic manoeuvres”, https://www.counterfire.org/article/buying-greenland-trumps-arctic-manoeuvres/
[12] Oliver Milman, “‘It’s ironic’: how climate crisis is driving Trump push on Greenland and Panama”, https://www.theguardian.com/environment/2025/jan/13/trump-greenland-panama-canal-climate-crisis
[13] Aktaran Gabriel Gavin ve Leonie Cater, “Why Trump’s Greenland grab could be a disaster for the planet”, https://www.politico.eu/article/why-trumps-greenland-grab-could-be-a-disaster-for-the-planet/
[14] Miranda Bryant, “Why is Donald Trump talking about annexing Greenland?”, https://www.theguardian.com/world/2025/jan/08/why-is-donald-trump-talking-about-annexing-greenland
[15] Adam Ramsay ve Aaron White, “Greenland’s government bans oil drilling, leads indigenous resistance to extractive capitalism”, https://www.opendemocracy.net/en/oureconomy/greenlands-government-bans-oil-drilling-leads-indigenous-resistance-to-extractive-capitalism/
[16] Pedro Allemand Mancebo Silva, “The Old Colonialisms and the New Ones: The Arctic Resource Boom as a New Wave of Settler-Colonialism”, https://www.thearcticinstitute.org/old-colonialisms-new-ones-arctic-resource-boom-new-wave-settler-colonialism/