Yalnızca Aşağıdan Bir Kuvvet Tepedekilere Meydan Okuyabilir

Birleşik Krallık seçimleri gebe olduğu birçok tartışma ile birlikte geride kaldı. Labour’un zaferiyle sonuçlanan seçimde, artık Islington Bölgesi Bağımsız Milletvekili olan Jeremy Corbyn’in ve temsil ettiği çizginin siyasi akıbeti de bir o kadar tartışma konusu oldu. Yeni Labour lideri ve yeni Başbakan Starmer, Corbyn’in başkanlığı dönemindekinden daha az oyla -hatta tarihte çoğunluk iktidarı için alınmış en az oyla- seçimleri kazandı ve böylelikle, yine bir Labour iktidarı ancak sermayeye güven veren, yeterince sağda bir liderin varlığıyla kurulabilmiş oldu.

Bu süreçte, Corbyn’e dair birçok başlık da merak konusu oldu. Özellikle Corbyn’in 40 yılı aşkın bir süredir Labour’da yaşadıkları, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Birleşik Krallık’ta da iki büyük partiden müteşekkil bir demokrasinin tehlikelerini görebilmek için iyi bir fırsat sundu. Sosyalistlerin anaakım siyasetle nasıl ilişkilenebileceğine dair birçok konu başlığı, dünyada sosyalistler için iyisiyle kötüsüyle gözlerin çevrildiği bir figür hâline gelen Corbyn’in tecrübelerinde somutlaştı; doğru dersleri çıkarmak için yakından takip edilmesi gereken, kalıcı bir gündem hâline getirdi.

Bu çerçeve içinde, ayrım olarak Corbyn’le son zamanlarda gelişen siyasal süreçlere dair bu kısa söyleşiyi gerçekleştirdik. Kendi seçim kampanyasından Birleşik Krallık seçimlerine, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden Fransa’da solun zaferine, Filistin konusundan sağlık sistemine kadar geniş bir çerçevede sorularımıza yanıtlar veren Corbyn’e teşekkürlerimizi iletiyoruz. 

***

Onur Acaroğlu: Öncelikle İngiltere’den başlayalım. Starmer, Labour’ın başına geçtiğinde kimi ilerici ve kamucu reformlar öneren bir profil çiziyordu. Sonra bütün bu vaat ve önerilerinden hızlıca vazgeçti ve Labour’u iyiden iyiye neoliberal hatta çeken, Labour’un statüko için yönetebilir bir parti olduğuna dair sermaye çevrelerine güven vermeye çalışan bir çizgiye oturdu.  Labour hükümetinin nasıl bir performans sergileyeceğini düşünüyorsunuz?

Jeremy Corbyn: Eşi benzeri görülmemiş krizlerle karşı karşıyayız. Daha önce hiç bu kadar fazla insanın çaresiz bir yoksulluk içinde yaşadığını görmedim. Hayatta kalmak için çırpınan, çok daha fazla evsiz insan… Muhtaç olduğu bakıma ulaşamayan, çok daha fazla yaşlı insan… Savaşın ve iklim felaketinin dehşetinden kaçan, çok daha fazla mülteci…

İktisadi statükoyu koruyarak bu krizleri bir çözüme kavuşturamayacağız. İktidarın ve zenginliğin emekçi insanlar lehine, kökünden bir yeniden dağıtıma tabi tutulması, bütün hareketlerin ana hedefi hâline gelmeli. İş dünyasının çıkarlarını koruyan bir iktisadi strateji, daha eşit bir toplum tesis edemeyecek.

Peki bu haliyle Labour, toplumsal eşitlik ve özgürlük taleplerinin gerçekleşmesi için bir siyasal araç olarak değerlendirilebilir mi sizce? Yoksa artık ABD’deki gibi bir “birbirine benzeyen karşıtlar” senaryosunun parçası mı?

Halk gerçek bir değişim talep ediyor ve eğer hükümet bu talebi yerine getiremezse, işlerin güllük gülistanlık yürümesini beklememeliler. Unutmayın, genel seçimler, halkın iktidarını tam kapsamıyla yansıtmasına imkan tanımadı. Aksine, siyaset kurumunun reddedildiğini ve bunun da gönülsüz bir seçim galibiyetine yol açtığını gördük; bu seçim, 1918’den bu yana en düşük ikinci katılım oranı ve 1945’ten bu yana iki büyük partinin toplam oy oranının en düşük olduğu bir portre ortaya çıkardı. Hükümet, insanların umduğu değişimi gerçekleştiremedikçe, halkın bu bozuk siyasi sistemden duyduğu rahatsızlık da artacaktır.

İngiltere de iki kutuplu bir demokrasiye sıkışmak üzere ve görüldüğü gibi, iki kutuplu demokrasiler daima birbirlerine benzeyenler yaratıyor. Bağımsız adaylığınız geniş kapsamda gönüllü ve kolektif çabayı harekete geçirerek beklenenin üzerinde ses getirdi. Sizce bu durumun bununla bir ilişkisi var mı?

Bu seçim benimle ilgili değildi. Bu bizim toplumumuzla ilgiliydi ve bu seçimi kazanabilmemizin tek bir yolu vardı: birliktelik. Burada, Islington’da, yeni bir siyaset yapma biçiminin tohumlarını ekiyoruz. Bu, ilk Halk Forumumuzla başlıyor. Bu, bölge sakinlerinin seçilmiş temsilcileri olan benden hesap sormaları için her ay sağlanan bir imkan niteliği taşıyacak. Bölge halkının bana geçmiş aya dair istediği herhangi bir şeyi sorması ve gelecek ay için talimatlar vermesi için bir şans olacak. Yerel kampanyalar, işçi sendikaları, kiracı sendikaları, borçlu sendikaları ve ulusal hareketlerin birlikte, yaşamak istediğimiz türden bir dünya için örgütlenebilecekleri ortak, demokratik bir alan olacak.

Kampanyamız, ülkenin her köşesinde toplumsal güç inşa etmek için zaferimizden ilham alanlarla birlikte örgütlenecek. Tabandan gelen modelimiz başka yerlerde de tekrarlandığında, bu, bayatlamış iki partili sisteme meydan okuyabilecek yeni bir hareketin doğuşunu meydana getirebilir: Çocuk yoksulluğuna, eşitsizliğe ve sonu gelmeyen savaşlara gerçek bir alternatif sunan bir hareketin.

‘Sağ’ın solu’ denebilecek bir çizgiye gelen Labour’ın hükümette olduğu, fakat toplum içinde sosyalist/sosyal demokrat politikaların da ilgi gördüğü ve sizin yarattığınız enerjinin karşılık bulduğu da göz önüne alınırsa, alternatif bir sol parti kurulmasına nasıl bakarsınız?

Bu hareketin er geç seçimlere de gireceğinden hiç şüphem yok. Ancak, tek bir şahsın kişiliğine dayalı yeni, merkezî bir parti yaratmak, arabayı atın önüne koşmak anlamına gelecektir. Unutmayın ki yalnızca aşağıdan ilerleyen bir kuvvet inşa ederek tepedekilere meydan okuyabiliriz. Şüpheniz olmasın: Bu daha sadece başlangıç. Ülkenin dört bir yanındaki topluluklarla birlikte -ve onlar için- zafere ulaşacak bir hareketin başlangıcı.

Starmer, aksini düşündüren tüm tutumlarına rağmen kendisinin bir sosyalist olduğunu ama “memleketini partisinin önüne koyan” bir sosyalist olduğunu söylüyor. Bu ifadesi büyük infial yarattı ve samimiyeti sorgulandı. Dünyanın pek çok yerinde, sık sık, sosyalistlerin memleketleri ve kendileri arasında bir tercih yapmaları gerektiği yönünde sözler sarf edilerek sosyalist siyasetçiler “memleketlerini sevemezlermiş” gibi bir algı yaratılıyor. Starmer da bu anlatının bir parçası gibi görünüyor. Sizce, solcuların, sağa ait argümanları sol hareketlere sokmadan da yaşadıkları yeri sahiplenmesi ve sevmesi mümkün mü?

Yurtseverlik, birbirine omuz vermekle olur, bir diğerine saldırmakla değil. Ülkenizi, kimsenin evsiz ya da aç kalmadığı, kenara atılmadığı ya da geride bırakılmadığı bir yer kılacak kadar sevmekle olur. Bunlardan da öte, hepimizin aynı gezegende yaşayan insanlar olduğu aklımızdan çıkmamalıdır. Her zaman ve her yerde, herkesin insan hakları için mücadele etmiş olma sebebim de budur.

İngiltere’de Filistin konusunda büyük eylemler yapıldı. Seçimde Filistin yanlısı adaylar, Labour genel başkanı Starmer’ın seçim bölgesi de dahil birçok yerde önemli derecede destek topladı. Bu deneyimleri nasıl görüyor ve sonuçlarını nasıl okuyorsunuz?

Diğer bağımsız adayların anaakım partilere karşı en etkili meydan okumayı ortaya koyduğu yerlere şöyle bir bakın. Gazze’deki soykırıma karşı çıkma talebini yok sayanlara karşı durmak için, toplumun gücüne başvurdular. Gazze’de yaşanan soykırımdan iğrenen, her kesimden ve inançtan insanı bir araya getirdiler. Uluslararası ve toplumsal dayanışma sayesinde kazandılar. Kazandılar, çünkü barış ve insanlık için ayağa kalktılar. Islington North’da, oy pusulasında Filistin’in yer aldığını ve Filistin halkının, özgürlüğünün ve kendi kaderini tayin hakkının sesi olacağımı açıkça belirtmiştik. Bu, İsrail’e silah satışının derhal durdurulmasını talep etmek anlamına geliyor. Bu, Filistin devletinin tanınması anlamına geliyor. Bu, adil ve kalıcı bir barışa giden tek yol olarak, Filistin’in işgaline son verilmesi çağrısını yapmak anlamına geliyor.

Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sıklıkla “aşırı sağ” olarak tanımlanan, faşizan denebilecek yeni siyasi eğilimlerin revaç kazandığı görülüyor. AP seçim sonuçlarına, katılım düşüklüğü ne kadar etki etti? Katılım konusunda sağ daha mı teşvik edici? Sağın nispi başarısı gerçekten bir çoğunluk iradesiyle mi alakalı?

Aşırı sağ Avrupa’nın dört bir yanında yükselişe geçti, çünkü sözde ılımlı hükümetler ve partiler, sağa her zamankinden daha fazla yaklaştı. Göçmen karşıtı söylemleri benimseyen hükümetler, aşırı sağı etkisiz hale getirmiyor, aksine daha da cesaretlendiriyor. Fransa’da görece ümit vadeden bir alternatif sunma özgüvenine sahip, cesur ve direngen bir sol olmasaydı, aşırı sağcı bir hükümet seçilmeye çok yaklaşmıştı. Netice itibarıyla, Fransa’nın olağandışı seçim sonuçları bize hemen dikkate alınması gereken, değerli bir mesaj veriyor. Meydanı ayrışma ve korku tohumları ekenlere bırakmayın. Solun içinden, insanları katılımcılık ve yeniden dağıtım temelinde birleştiren, kendine güvenen bir hareket inşa edin. Aşırı sağı bu şekilde yenebilirsiniz. Birleşik Krallık’ta yeni hükümet, korku ve yabancı düşmanlığını körüklemede nasıl bir rol oynamak istediğini iyi düşünmeli. Mevcut siyasi sistemden hayal kırıklığına uğramış insanlara, farklı bir şeye inanmaları için bir neden sunmalı ve onları şikayetlerinin asıl nedenleri, yani eşitsizlik ve şirket açgözlülüğü karşısında birleştirmemize yardımcı olacak bir program vadetmeliyiz.

Yani aşırı sağa karşı, gerçek bir muhalefet sunmalıyız: Ayrıştırıcı söylemlere boyun eğmeyen, ırkçılık karşıtı, eşitlik ve kapsayıcılık prensiplerine bağlılığını sürdüren bir muhalefet.

Bir önceki seçim kampanyanızda Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) özelleştirilmesini merkeze almıştınız. Temel hizmetlerin özelleştirmesine kamusal bir tepki örgütleniyor mu, örgütlenmiyorsa bu nasıl mümkün olabilir?

14 yıldır sistematik biçimde sürdürülen yetersiz bütçelendirme ve örtülü özelleştirmelerin ardından, NHS’miz diz çökmüş durumda. Hasta bekleme listeleri rekor seviyeye ulaştı. Hastanelerdeki yatak sıkıntısı, bir ruh sağlığı krizine körükle gidiyor. Çökmüş sosyal hizmet sistemimiz, korunmasız insanları ihtiyaç duydukları destekten mahrum bırakıyor. Çöküşün temel nedenleri olan yetersiz bütçelendirme ve özelleştirmelerle mücadele etmediğimiz sürece, NHS’deki krizin üstesinden gelemeyiz. Özel sektörün lehine piyasa genişletmek, herkes için kapsamlı bir hizmet sunuyor olması gereken bir sistemin içini boşaltmaktan başka bir işe yaramaz. Hizmetlerin karneye bağlanması, iki tabakalı bir sistem yaratır; varsıllar ihtiyaç duydukları tedaviye erişebilirken, en yoksullar artan bekleme listelerinde çürümeye terk edilir. Sağlık hizmetleri, servetlerine bakılmaksızın herkes için ulaşılabilir olmalıdır. NHS bu nedenle kurulmuştur ve bu temel gayeyi yeniden ortaya koymanın zamanı gelmiştir. Muhafazakârların yaptığı şekilde yetersiz bütçelendirme ve özelleştirmelere devam ederek NHS’imizi kurtaramayız. Onu ancak sağlık hizmetlerini herkes için tamamen kamusal, bütünüyle bütçelendirilmiş bir hizmet olarak yeniden tesis ederek kurtarabileceğiz.