Donald Trump, yemin töreninden sonra 47. ABD Başkanı olarak göreve başladı. Peki ikinci kez “işbaşı” yapan, “pussy-grabber-in-chief”[1] olarak da anılan Trump’ın yeniden seçilmesi, feminist hareket için, Amerika’daki kadın politikaları için neler söylüyor?
İlk olarak Trump’ın yemin töreninde öne çıkan bazı ifadelerine bakalım. “Ülkeye yasa dışı girişler anında durdurulacak. Milyonlarca yasa dışı göçmenin geri gönderilmesi sürecini başlatacağız. ‘Yakala ve bırak’ politikasından vazgeçeceğiz. Ülkemizin istilasını durdurmak için sınıra görevliler göndereceğiz.” diyen Trump’ın bu ifadesi, elbette gündelik yaşamın da militaristleşmesine yol açacak. Militarizm yalnızca savaşla değil, gündelik yaşamın militarize olmuş yapılarıyla da ilişkilendirilir. Nitekim Trump’ın göreve başlamasını ilk tebrik edenlerden NATO genel sekreteri Mark Rutte X’te yaptığı “Başkan Trump’ın göreve gelmesiyle savunma harcamaları ve üretimine hız vereceğiz, NATO aracılığıyla birlikte güçlenerek barışa ulaşabiliriz” açıklamasıyla silahlandırmanın artacağını belirtti. Trump’ın dış politikada çizeceği hat, çatışma bölgelerindeki kadınların durumunu da etkileyecektir.
Törende Trump’ın “Amerika’ya ifade özgürlüğünü geri getireceğini” söylerken “Özgür Filistin” sloganı atan kadın bir protestocunun yuhalanarak sesinin susturulması ve salondan ayrılması -ya da ayrılmaya zorlanması- ise, ikonik anlardan biriydi. Trump, ayrıca, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farka vurguyla “Bugünden itibaren ABD hükümetinin resmi politikasının sadece iki cinsiyetin, kadın ve erkeğin, var olduğu”nu ve Biden döneminde ordudaki transseksüelleri koruma altına alan düzenlemenin kaldırılacağını açıkladı.
Bunun yanında törende bulunan belki de en çok konuşulan isimlerden biri olan “eski demokrat” Elon Musk’ın yeni kurulacak Hükümet Verimliliği Departmanı’nın başına geçeceği biliniyor. Amerika’da eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin büyük ölçüde özelleştirildiği, ücretsiz ya da “makul” ücretlerle bu haklara erişimin oldukça sınırlı olduğu bir ortamda, “verimlilik” adı altında devletin sunduğu sınırlı sayıdaki kamusal hizmetten hangilerinin daha da kısıtlanacağının tahmin edilmesi zor değil. Sonuçta, itibardan ve piyasadan tasarruf edilmez; ancak kamusal haklardan edilebilir. Kadınların kamusal yaşama ve istihdama katılabilmesi için hayati öneme sahip olan küçük çaplı bakım hizmeti alanlarının da bu tehlikeden etkilenebileceği açıkça söylenebilir.
Oligarşinin Distopyası
“Tarihin en zengin seçkinleri artık Donald Trump’ın gündemine hizmet ediyor; oligarşi ve otoriterliğin bir distopyası” şeklinde değerlendirilen törenden bir fotoğraf karesi de düştü önümüze. “Zeki girişimci” diye yıllarca övülen, Türkiyeli mühendis gençlerin önüne ulaşılması zaruri bir başarı hedefi olarak konan dünyanın en büyük şirketlerinin yöneticileri de törende hazır ve nazır bulunuyordu: dünyanın en zengin patronu, SpaceX ve Tesla’nın sahibi Elon Musk; Amazon CEO’su Jeff Bezos; Facebook’un kurucusu, Meta’nın CEO’su Mark Zuckerberg; Google’ın CEO’su Sundar Pichai. Fotoğrafta yer almasa da diğer benzer Trump destekçisi isimler ise, TikTok’un CEO’su Shou Zi Chou -ki kendisi son zamanlarda ABD’de TikTok’un yasaklanma süreciyle uğraşıyor-, OpenAI’den Sam Altman, Uber’den Dara Khosrowshahi ve medya patronu Rupert Murdoch, Aslında seçim sürecinde de sosyal medyadaki algoritmalara etki ederek Trump’ın “zaferinde” etkili olduğu söylenen mecraların “sahiplerinin” neredeyse tamamı.
Seçimden önce Amerikalı feministler, Trump’ın kazanmasının ülkeyi en az dört yıl geriye götüreceğini ifade etmişti. Bu sonucun, yalnızca seçim öncesinde büyük özveriyle çalışarak Trump karşıtı kampanyalar yürüten kadınlar için hayal kırıklığı yaratmakla kalmayacağı, aynı zamanda sosyal medyada örgütlenebilecek linç kampanyalarıyla kadınların yıllardır elde ettiği kazanımları hedef alan bir ortamın oluşmasına yol açabileceği konusunda uyarıda bulunmuşlardı. Trump’ın söylemleriyle cesaretlenen bu tür kampanyaların, kadınlara yönelik nefret söylemlerini artırarak kadın haklarına ciddi zararlar vereceği öngörülüyordu. İşte burada da, hiçbir denetime tabi olmadan cinsiyetçi, ırkçı ifadelerin paylaşılabildiği Musk’ın X’i, bu söylemlerin ortaya çıkması ve binlerce etki alarak yayılması için müthiş bir zemin sağlıyor. Elon Musk’ın sosyal medyada yaptığı tek bir paylaşımın yaratabileceği etkiyi tahmin etmek zor değil. Böyle bir paylaşımın, cinsiyetçi ve ırkçı söylemleri besleyebilecek, belirli toplulukları ifşa ederek linç girişimlerine açık hale getirebilecek bir potansiyel taşıdığı açık. Daha da önemlisi, bu tür bir etkinin yalnızca belirli bir bölgeyle sınırlı kalmayıp, dünya genelindeki kadın hareketlerini de olumsuz etkileyebileceği gerçeğini sarih bir şekilde ifade etmek gerekir.
Tüm bunların ötesinde, bu teknoloji devlerinin şirketlerinde çalışan işçi kadınların neler yaşadığına, dolayısıyla bu “koalisyonun”, bu fotoğraf karesinin görünenden daha fazla neler söyleyebileceğine de bir bakalım. Elon Musk’ın Tesla’sı, işyerinde cinsiyetçilik ve ayrımcılık iddialarıyla çeşitli davalara konu olmuştu. 2021 yılında, Tesla’nın Fremont fabrikasında çalışan yedi kadın, işyerinde sürekli olarak ıslık çalma, istenmeyen yaklaşımlar ve fiziksel temas gibi cinsel tacize maruz kaldıklarını belirterek şirkete dava açtı. Bu kadınlar, insan kaynaklarına şikâyette bulunmaktan çekindiklerini, çünkü amirlerinin de bu davranışlara katıldığını ifade etmişlerdi. Ayrıca, Elon Musk’ın kadın bedenleri hakkında yaptığı cinsiyetçi yorumların ve genel olarak cinsel taciz raporlarına karşı kayıtsız tutumunun bu kültürü beslediğini düşündüklerini belirttiler.[2] 2022 yılında ise, Tesla’nın bir hissedarı olan Solomon Chau, Elon Musk’a karşı, şirketin ırkçılık, cinsiyetçilik ve çalışanlara yönelik ayrımcılık üzerine kurulu toksik bir işyeri kültürü yarattığı gerekçesiyle dava açtı. Chau, bu durumun finansal zarara ve firmanın itibarının zedelenmesine yol açtığını iddia etti.[3] Bunlar dışında şirkete açılmış sayısız siyahi çalışanlara yönelik sistematik ırk ayrımcılığı ve taciz davası olduğunu biliyoruz.[4] Musk’ın törendeki Nazi selamlamasıyla ne kadar da örtüşüyor değil mi!
Facebook da platformunda nefret söylemini engelleme ve yanlış bilgilendirmeyi durdurma konularında yetersiz kaldığı için feministler, kadın hakları ve LGBTİ+ toplulukları tarafından eleştiriliyor. Facebook’un eski çalışanı Frances Haugen, şirketin önceliğinin kâr etmek olduğunu ve nefret söylemiyle veya yanlış bilgiyle mücadeleye yeterince önem verilmediğini ifade etmiş, şirketin büyümeyi güvenliğe tercih ettiğini ve bu durumun platformda nefret söylemi ve yanlış bilginin yayılmasına neden olduğunu belirtmişti.[5]
Amazon da işyerinde cinsiyetçi söylem ve kadın çalışanlara yönelik eşitsiz yaklaşımlarıyla, düşük ücret politikaları ve trans bireyler de dahil olmak üzere çalışan haklarına yönelik eksikliklerle sıkça gündeme geliyor. Örneğin 2021 yılında, Amazon Prime üyelik ekibindeki kadın çalışanlar, cinsiyet eşitsizliği ve kadınlara karşı düşmanca davranışların olduğu işyeri kültüründen şikâyet etmişlerdir. Doğum izni aldığı için kadınların eleştirilmesi, toplantıda söz alan kadınların küçük düşürülmesi, yurtdışına yapılan seyahatlerden kadın işçilerin dışlanması, Prime bölümündeki en kıdemli 41 liderden sadece dördünün kadın olması gibi örnekler de söz konusu. Amazon’un operasyon deposu Ceva Lojistik’te kayıtlı işçiler, insanlık dışı koşullar, kötü yemekler, uzun mesai saatleri, mola sürelerinin azaltılması gibi nedenlerle hem Amazon’un merkezine hem de Çalışma Bakanlığı’na defalarca şikâyette bulunuyor ancak hiçbir çözüm bulunamıyor. Üstelik sendikalaşan işçiler de işten çıkarılıyor.[6] Yine Amazon, işe alım süreçlerinde yardımcı olması için geliştirdiği bir yapay zekâ sistemini, kadın adaylara karşı cinsiyetçi bir tutum sergilediğini fark edince kapatmak zorunda kalmıştı. Bu durum, şirketin teknolojik uygulamalarında bile cinsiyet eşitsizliğinin varlığını göstermesi açısından iyi bir örnek teşkil ediyor.[7] Ve elbette yapay zekâ uygulamalarının bir kez daha sorgulanmasını da beraberinde getiriyor, yani getirmeli!
Google da şirket içindeki cinsel taciz ve ayrımcılık iddiaları nedeniyle çalışanlarının protestolarıyla karşılaştı ve algoritmalarının taraflı olduğu, özellikle LGBTİ+ içeriklerini sınırladığı yönünde eleştirilmekte. Örneğin 1 Kasım 2018’de, dünya genelinde yaklaşık 20.000 Google çalışanı, şirket içinde kadınlara yönelik cinsel taciz ve ayrımcılık iddialarını protesto etmek amacıyla iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Bu eylem, üst düzey yöneticilere yönelik cinsel taciz suçlamalarının şirket tarafından yeterince ciddiye alınmadığı ve bazı yöneticilerin yüksek tazminatlarla işten ayrıldığı iddialarına tepki olarak düzenlendi. Protestocular, cinsel taciz iddialarının daha şeffaf bir şekilde ele alınmasını ve “zorunlu tahkim” uygulamasının sona erdirilmesini talep ettiler.[8] Yine, Google’ın algoritmalarının, özellikle LGBTİ+ topluluğuna ait içerikleri sınırladığı ve bu içeriklerin görünürlüğünü azalttığı yönünde eleştiriler bulunmaktadır. Bu durum, LGBTİ+ içerik üreticilerinin ve aktivistlerinin mesajlarının geniş kitlelere ulaşmasını engellemektedir. Örneğin, bazı sosyal medya platformları, LGBTİ+ temalı hashtag kampanyalarını desteklemek için algoritmalarını optimize ederken, LGBTİ+ karşıtı söylem içeren hashtag’leri sınırlandırmaktadır. Bu tür uygulamalar, algoritmaların içerik üzerindeki etkisini ve olası taraflılıklarını gündeme getiriyor.[9] Tüm bunlar söze gelenler, kaleme dökülenler. Dünyanın pek çok yerinde üretim ve hizmet dağıtımı yapan bu şirketlerin çalışma koşullarına, kadın çalışanlara dönük eşitsiz politikalarına dair biraz daha kazısak neler çıkacak kim bilir!
Otoriterliğin Distopyası
Şimdi filmi Trump için de biraz daha geri saralım ve bir önceki Başkanlık süresince Trump’ın söylemlerine, politikalarına ve Amerikalı feminist kadınların tüm bunlarla nasıl mücadele ettiğine bakalım. Her şeyden önce en başa yazmamız gereken şu; Trump hüküm giymiş bir suçlu! Peki neydi suçlu bulunduğu dava: Magazin yazarı E. Jean Carroll, 1996 yılının ilkbaharında New York’taki ünlü bir mağazanın giyinme odasında Donald Trump tarafından cinsel saldırıya ve tecavüze uğradığını öne sürmüştü. Trump, bu iddiaları reddetse de Mayıs 2023’te sonuçlanan iki haftalık dava süreci, Carroll için adaletin yerini bulduğu bir dönüm noktası oldu ve jüri Trump’ı cinsel taciz ve darp suçlamalarından dolayı 2 milyon dolar, Carroll’ın itibarına zarar verdiği gerekçesiyle de 3 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Bu ilk hukuki zaferin ardından Carroll, Trump’a karşı mücadelesini sürdürerek 10 milyon dolarlık ek bir tazminat davası daha açtı. 6 Eylül 2023’te yargıç, bu davada da Trump’ın suçlu olduğuna hükmetti. Hatta Donald Trump, E. Jean Carroll davasında jüriye iki kadının daha cinsel saldırı iddialarını anlatmasının ve 2005 tarihli “Access Hollywood” videosunun izletilmesinin adil olmadığını savundu. Ancak, temyiz mahkemesi bu unsurların Carroll’un iddialarını destekleyen bir “davranış modeli” oluşturduğunu belirterek, mahkemede yer almasının doğru olduğuna hükmetti.
Peki “Access Hollywood” videosu neydi? 2005 yılında çekilen ve 2016 ABD başkanlık seçimleri sırasında ortaya çıkmış bu görüntülerde başkan adayı Donald Trump ile televizyon sunucusu Billy Bush arasında geçen konuşmalarda, Trump’ın kadınlara yönelik cinsiyetçi ve aşağılayıcı ifadeler kullandığını görüyoruz. Videoda Trump, kadınlara izinsiz şekilde dokunmaktan ve cinsel taciz içeren davranışlarından bahsederken şu ifadeleri kullanıyor: “Kadınlara karşı çekim hissedersem onları hemen öperim. Sadece çekerim, öperim. Ve onlar bunu yapmana izin veriyor. Ünlü olduğunda her şeyi yapabiliyorsun. Onları kavrayabilirsin.” Bu ifadeler, kadınlara karşı cinsel tacizi normalleştirirken Trump’ın kadınlara yönelik davranışlarına ilişkin kamuoyunda tartışmaları da alevlendirmişti. Daha sonra Trump bu ifadeleri için özür dilerken bile “erkekler arasında yapılan şakalaşma” şeklinde söylediklerini meşrulaştırmıştı.
2016’da Trump’ın göreve başlamasının hemen ardından, feminist direniş başladı ve kadınlar Amerika genelinde yürüyüşler yaptı. 2017 yılının Ocak ayında gerçekleşen kadın yürüyüşleri ülke tarihindeki en büyük gösterilerdendi. Daha önce bir mitinge katılmayı hiç düşünmeyen kadınlar bile bu protestolara katılmıştı. Öyle ki 2018 yılında gerçekleşen ara seçimler, 1914 yılından bu yana en yüksek katılım ile gerçekleşti ve bunda kadınlar ve gençlerin etkisi çok büyüktü. Hatta benzeri görülmemiş sayıda kadın aday oldu ve seçimi kazandı. İlhan Omar (Minnesota) ve Rashida Tlaib (Michigan) Kongre’ye seçilen ilk Müslüman kadınlar oldu. Sharice Davids (Kansas) ve Deb Haaland (New Mexico) Kongre’ye seçilen ilk Yerli Amerikalı kadınlar olarak dikkat çekti. Alexandria Ocasio-Cortez, 29 yaşında Kongre’ye seçilen en genç kadın oldu. #MeToo ve #BlackLivesMatter gibi taban hareketleri, on binlerce yeni aktivisti harekete geçirdi. Seçimler, büyük ölçüde Donald Trump’ın politikalarına ve söylemlerine karşı bir referandum olarak değerlendirildi. Özellikle göç, sağlık reformu (Obamacare), çevre politikaları ve kadın hakları konuları öne çıktı. Yani Trump’a olan tepki, özellikle kadınlar cephesinde epey büyüktü. E tabii bu ara seçimler ve devamında gelen hareketlilik 2020 başkanlık seçimlerinin de ön hazırlığı oldu haliyle.
Trump başkanlığı sırasında neler yaptı hızlıca bakalım. Kürtaj karşıtı yargıçları atayarak kürtaj haklarını kısıtlayan politikaların önünü açtı, kürtajın federal düzeyde korunmasını sağlayan Roe v. Wade kararını bozabilecek muhafazakâr yargıçları Yüksek Mahkeme’ye atadı, Planlı Ebeveynlik (Planned Parenthood) gibi kadınların sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştıran kurumlara federal fonları kesmeye çalıştı. Trump yönetimi, Kadına Yönelik Şiddet Yasası’na (VAWA) yönelik fonları azalttı, uluslararası sağlık ve üreme haklarını etkileyen “Küresel Susturma Kuralı”nı (Global Gag Rule) yeniden yürürlüğe koydu. Bu politika, gelişmekte olan ülkelerde milyonlarca kadını olumsuz etkiledi. Trump, 2017’de, trans bireylerin ABD ordusunda görev yapmasını yasaklayan bir kararname imzaladı. Bu, trans bireylerin orduya kabulü ve mevcut görevlerine devam etmeleri üzerinde büyük bir olumsuz etki yarattı. Başkanlık kampanyası sırasında LGBTİ+ haklarını destekleyen bir duruş sergiliyor gibi görünse de evlilik eşitliği ve eşcinsel hakları konusunda muhafazakâr bir duruş sergiledi. LGBTİ+ bireylerin koruyucu aile olmasına yönelik engelleri destekleyen politikaları savundu. Atadığı federal yargıçların birçoğu ise LGBTİ+ haklarına karşıt tutumlarıyla bilinen muhafazakâr isimler. Özellikle Yüksek Mahkeme’ye atadığı yargıçlar, LGBTİ+ haklarına yönelik kazanımları zayıflatma potansiyeline sahip olarak değerlendirildi. Trans bireylerin cinsiyet kimliğine dayalı sağlık hizmeti almasını zorlaştıran düzenlemeler yaptı. LGBTİ+ bireylerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğramasını önleyen Obama dönemi düzenlemelerini geri aldı. Bir solukta çıkan tüm bu maddelerin devamı elbette var, ama ikinci görev dönemi için ise devamı çok daha sert olabilir. Özellikle kadın düşmanlığını artıran söylemleri,[10] tüm bunların hazırda bekleyen sosyal medya devlerinin platformlarında körüklenmesiyle de toplumun tamamı ve hatta tüm dünyada etkili olacak şekilde kadın düşmanlığının palazlanma potansiyelinin olduğu bir dönem kapıda.
ABD’de kürtaj hakları, 2022’de Roe v. Wade kararının iptal edilmesinden bu yana kadınların gündeminin merkezinde. Kararın iptaliyle birlikte eyaletler kürtaj yasalarını yeniden düzenleme yetkisi kazandı. Bu başkanlık seçimleri sırasında, 10 eyalette gerçekleşen seçimlerde seçmenler, kürtaj haklarını eyalet anayasalarına dahil etme konusunda oy kullandı. Missouri, kürtaj haklarını yeniden yasallaştırarak dikkat çekerken, Florida’da benzer bir girişim % 60 oy barajını aşamadı. Florida’daki mevcut yasa, altı haftalık gebelikten sonra kürtajı yasaklıyor ve tecavüz veya ensest durumlarında bile istisna tanımıyor. Güney Dakota ve Nebraska’da ise kürtaj neredeyse tamamen yasak. Trump’ın Roe v. Wade’in iptalindeki rolü, sadece Amerika’da değil, dünya genelinde kürtaj karşıtı hareketleri de güçlendirdi. İngiltere’deki MSI Reproductive Choices yetkilisi Louise McCudden, bu iptalin, kadınların kliniklere giderken tacize uğramasına yol açtığını belirtiyor. Trump’ın ikinci başkanlık döneminde, küresel olarak kadınların üreme haklarının daha fazla tehdit altında olacağı öngörülüyor. Özellikle global gag rule (küresel susturma kuralı) gibi politikaların genişletilmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların sağlık hizmetlerine erişimini ciddi şekilde kısıtlayabilir.[11] Kadınların temel haklarını geri kazanma mücadelesi dünya genelinde süregelen bir savaş. Ancak Trump yönetiminin attığı adımlar, bu savaşı daha çetin hale getirecek gibi görünüyor. Bu süreçte dayanışma ve direnç, kadınlar için en güçlü araçlar olmaya devam edecek.
2016’da Trump ilk defa göreve geldikten sonra kadın hareketinin epey canlandığını görmüştük. Bu ikinci başkanlık süresince de kadın hareketinden direniş repertuarı geniş bir başkaldırı görmek epey olası. Feminist hareket, Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi bu döneminde de elbette tüm bunlarla mücadele etmekten vazgeçmeyecektir. Ancak Amerika özelinde de kimlik siyasetine sıkışmış bir feminist hareket, bu seçimde de örneğini gördüğümüz biçimde örgütlülüğün sınırlarında gezmeye mahkûm kalıyor. Örneğin, Trump’ın başkanlığının kesinleştiği günlerden bugüne, Amerika’daki kadınlar arasında, Güney Kore feministleri arasında öne çıkan 4B hareketine ilgi artıyor. 4B, Güney Korece dört kelimenin kısaltması; bihon (evlenmemek), bichulsan (çocuk doğurmamak), biyeonae (flört etmemek) ve bisekseu (erkeklerle cinsel ilişkiye girmemek). Bu hareket, 2015-2016 yıllarında Güney Kore’de ortaya çıktı. Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles’tan cinsiyet çalışmaları yardımcı profesörü Ju Hui Judy Han, hareketin çoğunlukla 20’li yaşlardaki genç kadınlar arasında popüler olduğunu ve #MeToo hareketinin bir uzantısı olarak ortaya çıktığını söylüyor. Güney Kore’deki belirgin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yanıt olarak gelişen bu hareket, radikal bir feminist hareket olarak tanımlanıyor. ABD’de 4B hareketinin yaygınlaşma ihtimali şimdilik belirsiz olsa da genç kadınlar arasında çevrimiçi tartışmalar artmış durumda. Bazı kadınlar bu hareketle yeni tanıştıklarını ve katılmaya karar verdiklerini söylüyor. Hâlihazırda evli veya partneri olan kadınlar ise erkeklere yönelik duygusal emeği reddetmek veya erkeklere ait işletmeleri boykot etmek gibi başka yollarla protestolarını sürdüreceklerini ifade ediyor.[12]
Donald Trump’ın başkanlık döneminde kadın haklarına yönelik tehditler pek çok alanda kendini gösterdi ve ikinci döneminde benzer politikaların yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Kürtaj ilaçlarına ve doğum kontrolüne erişimde daha fazla bürokratik engel yaratılması, kamu sağlık sigortası programlarında kesintiler yapılması ve düşük gelirli kadınların sağlık hizmetlerine erişiminin zorlaşması bu tehditlerin başında geliyor. Trump’ın Eğitim Bakanlığı’nı kaldırma hedefi, kız çocukları, LGBTİ+ öğrenciler ve etnik azınlıklar için ayrımcılıkla mücadelede ciddi boşluklar yaratabilirken, birçok eyalette LGBTİ+ içeriklerine getirilen eğitim yasaklarının genişletilmesi ihtimali de bu alanı daha geriye götürebilir. Bunun yanı sıra, Obama döneminde cinsiyet ve ırk maaş eşitsizliği verilerinin açıklanmasını zorunlu kılan politikaların Trump yönetimi tarafından kaldırılmaya çalışıldığı düşünüldüğünde, iş yerlerindeki eşitlik mücadelesinin zayıflayacağı öngörülüyor. Trump’ın 2020’de imzaladığı ve kadınları toplumsal cinsiyet rollerine indirgemeyi savunan Cenevre Mutabakatı Deklarasyonu’nun ikinci dönemde yeniden gündeme gelme ihtimali, kadın haklarını küresel ölçekte de tehdit ediyor. Tüm bu politikalar, kadınların eğitim, sağlık ve iş yaşamında daha fazla ayrımcılıkla karşılaşma riskini artırırken, feministler, kadın hakları savunucuları bu tehditlere karşı dayanışma ve mücadeleyi sürdürmenin önemine dikkat çekiyor.[13]
Sonuç Yerine; Ufak Bir Hatırlatma
Belirtmemde fayda var; “distopya” olarak başlığa taşıdığım bu ifade, karamsar tablo çizerek sorumluyu silikleştirme riski taşıyor. Üstelik bu karamsar tabloyu bir “kader” olarak kabul etme eğilimi de gösteriyor. Durumun vahametini belirtmek için kullandığım bu ifade aslında her şeyi kesen bir ip. Yemin törenindeki vaatlerden, Trump’ın geçmişinde yapıp ettikleri, törende hazır bulunan teknoloji milyarderlerinin sahip olduğu şirketlerde kadın çalışanların yaşadıklarına kadar tüm bunları kesen bir ip bu. Patriyarkal kapitalizmin ta kendisi. Bunun daha farklı coğrafyalarda tezahür eden “liderleri” de var üstelik. Bir tarafta kadınların öncelikle “annelik rolünü” benimsemeleri gerektiğini vurgulayan, cinsiyet eşitliğiyle ilgili akademik çalışmaları kısıtlayan ve kadın hakları savunuculuğuna yönelik destekleri azaltan Orbán, diğer tarafta Polonya’da kürtaj haklarının ciddi şekilde kısıtlanması gibi kadınların temel haklarını hedef tahtasına oturtan Duda. Bu tarafta 2025’i “aile yılı” ilan eden Erdoğan, o tarafta kadın siyasetçilere hakaret eden, tecavüzle ilgili şakalar yapabilen Duterte. Bir bakıyoruz Norveç’te yapılan bir araştırma “toplumsal cinsiyet eşitliğinin fazla ileri gittiğini” öne süren erkekler arasında politik olarak etkili olan yeni bir antifeminist dalganın yayıldığını belirtiyor.[14] Bu bağlamda kadın hareketini zor günler bekliyor diyebiliriz. Ama her şeyi kesen ip yalnızca bu değil aynı zamanda bir diğeri de direniş, bir diğeri umut, bir diğeri inat! 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Şikago’da faaliyet gösteren, kadınlara erişemedikleri kürtaj hakkına erişimi sağlamak için “yasadışı” kürtajlar gerçekleştiren efsanevi grup Jane’in eski üyelerinden Luara Kaplan, kürtajın federal düzeyde korunmasını sağlayan Roe v. Wade kararını iptalinden hemen önce, “Kadınlar birbirini terk etmez,” diyerek kadınlara “birleşin” çağrısı yapıyor!
[1] “Pussy-grabber-in-chief” ifadesi, Donald Trump'ın 2005 yılında yaptığı ve 2016'da ortaya çıkan bir konuşmasında kadınlar hakkında söylediği cinsiyetçi ve rahatsız edici sözlere gönderme yapan bir tabir. Trump, o konuşmada kadınları rızaları olmadan taciz ettiğini ima eden bir dil kullanmış ve “Grab them by the pussy” (Onları vajinalarından yakala) ifadesini sarf etmişti. Bu ifade elbette çok geniş çapta tepki çekmişti. Bu bağlamda, “pussy-grabber-in-chief” ifadesi, Trump’a yönelik eleştirel ve alaycı bir sıfat olarak kullanılmaya başlandı. Buradaki “in-chief” ifadesi, bir lideri veya başkanı ifade etmek için kullanılan geleneksel bir terim aslında (örneğin, “commander-in-chief”-başkomutan). Ancak “pussy-grabber-in-chief”teki bu sıfat, Trump’ın cinsiyetçi davranışlarına ve söylemlerine gönderme yaparak eleştirel bir anlamda kullanılıyor. [2] https://www.rollingstone.com/culture/culture-features/tesla-sexual-harassment-lawsuit-investigation-elon-musk-1234590697/ [3] https://www.indyturk.com/node/522866/ya%C5%9Fam/tesla-hissedar%C4%B1ndan-elon-muska-toksik-i%C5%9Fyeri-k%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC-davas%C4%B1 [4] Kaliforniya Eyaleti Davası ve Owen Diaz Davası bunlardan bazıları. [5] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58789657 [6] https://www.indyturk.com/node/606246/haber/ceva-lojistik-emek%C3%A7ilerinden-siyasilere-amazondan-korkuyor-musunuz [7] https://webrazzi.com/2018/10/11/amazon-ise-alim-icin-urettigi-yapay-zekayi-cinsiyetcilik-yaptigi-icin-kapatti/ [8] https://anlatilaninotesi.com.tr/20181101/google-da-cinsel-tacizler-nedeniyle-dunya-capinda-is-birakma-eylemi-1035952320.html [9] https://www.meselelgbt.com/haber-sosyal-medya-uygulamalarinda-lgbt-ve-hashtag/ [10] https://www.cosmopolitan.com/uk/reports/a42442/donald-trump-women-sexist-quotes/ [11] https://www.glamourmagazine.co.uk/article/donald-trump-presidency-women [12] https://edition.cnn.com/2024/11/09/us/4b-movement-trump-south-korea-wellness-cec/index.html [13] https://www.hrw.org/news/2024/11/18/interview-womens-rights-under-trump [14] Mathisen, R. B. (2025, January 6). Growing Apart: Ideological Polarization between Teenage Boys and Girls. https://doi.org/10.31219/osf.io/7z2va (Erişim: https://osf.io/preprints/osf/7z2va)