2022 Nobel edebiyat ödüllü Annie Ernaux, Fransa’da yapılan seçimlerin ilk turu sonrasında verdiği röportajda kamuoyuna şöyle sesleniyordu: “Tarih Macron’u çok sert bir şekilde yargılayacaktır fakat Fransa’yı ırkçı bir partiye bırakırsak bizi de yargılayacaktır”. Kuşkusuz hem aşırı sağı büyüten iktidar bilançosuyla hem de erken seçim kararı almasıyla sanık sandalyesine Emmanuel Macron oturacaktır. Fransa’da ilk kez bir cumhurbaşkanı Avrupa Parlamentosu’nun (AP) seçim sonuçlarını gerekçe göstererek meclisi feshetti. Macron’un gözünü karartan, yarısından daha az oy oranına ulaştığı aşırı sağ Ulusal Birlik (RN) hareketinin Fransa’ya ayrılan 81 sandalyeden 30’unu elde etmiş olmasıydı. Ancak özellikle Fransa özelinde yaşanan büyük sıçramaya rağmen bu durumu sürpriz olarak değerlendirmek güç. Her şeyden öte hareket ilk atılımını 1984 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde yapmıştı. 2011’de partinin başına Marine Le Pen’in geçmesiyle şeytanlaştırmayı savuşturmak için kültürel-dışlayıcı bir cumhuriyetçiliğe demir atmış ve bunun meyvelerini seçimlerde elde ettiği başarıyla toplamaya başlamıştı. Neticede son 15 yılda Le Pen’in partisi ülkenin temel politik güçlerinden biri haline gelebildi. AP seçimi sonrası Fransa’da yapılan yasama seçimlerinin ilk turu da bu gerçeğin altının kalın çizgilerle çizilmesi anlamına gelmekteydi.
Le Pen ve partinin de jure lideri Jordan Bardella öncülüğündeki aşırı sağ Ulusal Birlik (RN), girdiği seçimlerde merkez sağdan da devşirerek oluşturduğu cılız bir ittifakla %33,15 oy oranına ulaştı. Böylece 2022 yılında yapılan bir önceki yasama seçimlerinde toplam 4 milyon oy almışken, bu seçimlerde bu sayı 10,6 milyona çıktı. Bu sonuçlar Fransızların büyük çoğunluğu için faşizm işbirlikçisi Vichy rejiminin yarattığı utancın tozlu raflardaki yerini aldığını ve aşırı sağa oy vermenin artık ciddi bir çekince oluşturmadığını gösteriyor. Çeşitli tahminlere göre ikinci tur sonucunda hareket, 240 ile 320 arası bir temsilci elde edebilir. Dolayısıyla Fransa’da yıllardır mücadele edilen ve fakat bir türlü “bitirilemeyen tehdit”, cumhuriyetçi cephenin etkisine bağlı olarak en nihayetinde başbakanlığı elde edebilir. İlk turda seçilen vekillerin dışında kalan yaklaşık 500 vekillik için 300 seçim bölgesinde üç aday yarışmaya hak kazandı. Dolayısıyla aşırı sağın çoğunluğu elde edip etmeyeceği, üçüncü sıradakilerin seçimden çekilip çekilmemelerine bağlı olarak değişebilir. Bu konuda şu ana kadar tereddütsüz şekilde bu iradeyi gösteren ve aşırı sağın ikinci tura kaldığı ve kendilerinin üçüncü olduğu her yerde adaylarını çekme kararı alan Yeni Halk Cephesi olurken merkez sağ ve eski Macronculardan aşırı sağla radikal solu eşitleyen çatlak sesler gelmeye devam ediyor. Her halükârda Fransa için öngörülmesi zor bir döneme girileceğe benziyor. Peki bu sürece nasıl gelindi?
Otoriter Neoliberalizmin Aşırı Sağa Yaptığı İktidar Aşısı
Öncesinde belirginleşmeye başlasa da Macron’un 7 yıllık iktidar deneyimi Fransa’nın politik manzarasını 4 parçaya böldü: Radikal sol, merkez, aşırı sağ ve kurumsal siyasete, mevcut sisteme karşı yabancılaşmış, çeşitli sokak eylemlilikleriyle memnuniyetsizliğini gösteren halk kesimleri. AP seçimlerinin tetiklediği yasama seçimleri Macron’da özdeşleşen merkez bloku bütünüyle zayıflatırken başta aşırı sağ olmak üzere müesses nizama radikal eleştiriler yönelten aktörleri daha da güçlendirdi. Üstelik dördüncü bloku oluşturan liberal demokrasiye ve Fransız modeline küskün seçmenin bir kısmı da yeniden seçim oyununa dahil oldu. Bu değişiklik tam da mevcut düzenle kesinti iddiasındaki politik aktörlerin artan etkisinden kaynaklanmaktaydı.
Bakıldığında Fransız yarı başkanlık modeli, cumhurbaşkanının meclis çoğunluğuna sahip olup olmamasına bağlı olarak süper başkanlıkla parlamentarizm arasında salınmaktadır. Fakat Fransa pratikte (soldan sağa) uzun zamandır “seçimle gelen kral” mahiyetinde süper başkanlarla yönetilmektedir. Böylece yasama seçimleri biraz da kaos korkusuyla mevcut cumhurbaşkanlarının pozisyonunu onaylayacak şekilde biçimlendi. Tam da bu yüzden bu tarihten sonra istikrarlı şekilde anlam ifade etmediği düşünülerek yasama seçimlerine katılım giderek düştü. Geçtiğimiz Pazar ilk turu gerçekleştirilen seçimlerde ise bu eğilim tersine dönmeye başladı ve katılım oranı %47’lerden %59’lara yükseldi. Artan bu ilgiyi anlamak için Macron’un bir buçuk dönemine ve hatta 80 sonrası kurumsal siyasete bakmak gerekir.
Macron öncesinde (2017), 1980 sonrası dönüşümlü iktidara gelen merkez sağ ve merkez sol iktidarlar ehlileştirilmiş merkez cumhuriyetçilik sosuyla birlikte neoliberal politikalar konusunda ortaklaşmışlardı. Macron onların ölmekte olduğu bir konjonktürde o politikalara can suyu oldu ve eskiyi farklı kıyafetlerle hayatta tuttu. Üstüne mevcut “otoriter tek adam” yöneticiler dalgası içerisinde kendi kibrinin ve sınıf kininin beslediği otoriter politikaları da Fransa dışında pek tepki görmedi; özel olarak “sırıtmadı”.
Her ne kadar birçoklarınca ilerici neoliberal olarak selamlansa ve de iki dönem üst üste seçimi kazansa da Macron baştan beri olağanüstü koşulların ve bir tür tıkanmışlığın ürünüydü. Bu açıdan iktidara geldiğinde bile büyük bir toplumsal desteğe yaslanmıyordu. Zamanla merkez sol ve merkez sağ seçmeni aynı anda içerme kabiliyetini yitirerek bütün meşruiyetini merkez sağ seçmen üzerinden var etmeye başladı. Geldiğimiz noktada ise büyük sermaye yanlısı politikaları ve bunları otoriter biçimde (sıklıkla meclisi devre dışı bırakarak) hayata geçirmesi halk katmanlarında büyük bir öfkeye yol açmış, bir dizi toplumsal hareketin de etkisiyle (Sarı Yelekliler, emekli isyanları, aşı karşıtları, çiftçi eylemleri, demiryolu işçilerinin eylemleri, üniversite işgalleri vb.) giderek istikrarsızlaşan bir iktidar patikasına girmişti. Son dönemde etkisi ve sıklığı artan toplumsal hareketler Fransız halkının neoliberal ekonomik politikalar ve süper başkanlar yorgunu olmasından kaynaklanmaktaydı. Nitekim bu seçimlere artan ilginin temel nedeni de hem politik aktörlerin (aşırı sağ, sol birlik) mevcut sisteme radikal eleştiriler yönelterek bir kopuşa işaret etmeleri hem de ilk kez otoriter neoliberalizme karşı bir kohabitasyon kurma olasılığından dolayı başbakanın yeniden bir aktör olarak sivrilebilme ihtimaliydi.
Esasen bu sonuçların işaretleri güçlü şekilde bir önceki yasama ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verilmişti. Aşırı sağcı aday Le Pen cumhurbaşkanlığının ikinci turunda Macron karşısında %40’ların üzerine çıkmış, sonrasındaki yasama seçimlerinde de cumhurbaşkanlığını kazanan Macron’un partisi mutlak çoğunluğu kaybetmişti. “Popülist olmayan popülizm”iyle sağ ve sol ayrımını 2017’de reddeden Macron, sonrasında sürekli şekilde aşırı sağ karşısında tek alternatifin kendisi olduğu illüzyonunu yarattı. Bu seçimlerde de solun dağınıklığı, sağın zayıflığı karşısında yine seçmeni böyle bir tercihe zorlayabileceğini düşündü. Fakat hem sol; faşizme ve ekonomik krize karşı “ekmek-barış-özgürlük” diyerek iktidara gelen 1930’ların deneyimine referansla Yeni Halk Cephesi’ni kurdu hem de Macron’un ana gücü olan merkez sağ seçmenin bir kısmı bu kez aşırı sağa yönelmeye başladı.
Bu tablonun da gösterdiği üzere AP seçimlerini fırsat görüp mutlak çoğunluğa ulaşmayı uman Macron, iktidarlarıyla büyüttüğü aşırı sağa başbakanlığı hediye edebilir. Bu durumda, benzerlerini ülkesinin yakın tarihinde rahatlıkla bulacağı üzere, kendisi için en rasyonel seçim toplumsal sorunları müstakbel başbakanın omuzlarına yükleyerek aradan sıyrılmak olacaktır. Ancak aksine, bu çaba aşırı sağın mutlak iktidara (cumhurbaşkanlığını kazanma) kavuşmasına giden süreci daha da hızlandırabilir. Macron’un bir şekilde farklı ittifaklarla meclis desteğini sürdürmesi, dolayısıyla bir kohabitasyon olmaması durumunda ise meclisteki kırılganlığı, zayıflığı ölçüsünde diğer aktörlerce hem istifaya zorlanacak hem de gensoru vb. mekanizmalarla epey hırpalanacaktır. Her halükârda ülkede istikrarsız bir döneme girilebilir. Yarım kalmış iktidar dönemi, kurumsal siyasetteki basıncın yanı sıra sokağın artık süreklileşmiş tazyiki neticesinde istikrarsız ve yönetilmesi zor bir dönemi beraberinde getirebilir. Tam da bu yüzden meclisin feshedilme kararından hemen sonra Le Monde, ateşle oynayan devlet başkanının bütün ülkeyi ateşe verebileceği uyarısında bulunuyordu.
Muhafazakâr Kır Karşısında İlerici Kent mi?
Yazının bundan sonrası için kişisel bir anlatıyla başlamak istedim. Beş yıl önce doktora tez araştırması için bulunduğum Paris’te en sık uğrak yerlerim arasında kitapçılar bulunuyordu. Bir süre sonra politik-sosyolojik denemelerin-araştırmaların ağırlıklı kısmının benzer bir mesele etrafında döndüğünü fark ettim: Toplumsal olarak bölünmüş Fransa nasıl bir araya getirilebilir, uzlaştırılabilir? Hatta o yıl en iyi politik kitap ödülünü alan ve çok satanlar listesine giren eser politolog Jérôme Fourquet’ın, Fransa’nın yakın dönemini çarpıcı şekilde anlattığı, L’Archipel français (Fransız Takımadası) kitabı olmuştu. İlk gördüğümde kitabın başlığı bana 1814 yılında tahta oturan 18. Louis’nin iki Fransa’yı (Ancien Régime ile Devrimci Fransa) birleştireceğine dair vaadi aklıma gelmişti. Fransızlar sanırım çok uzun süredir, her ne kadar Cezayir bağımsızlığı sonrası gelen göçmenlerle şiddetlense de, birçok olayı, durumu benzer bir argümanla (Fransa’nın toplumsal yarılmışlığı) açıklamaya ve çözüm üretmeye çalışıyorlar. Tam da yeri olduğu için bu argümanı şimdilik ödünç alacağım. Bu anlamda aşırı sağa büyük bir sıçrama getiren 2024 Fransız yasama seçimleri, Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i eserindeki yeğen Napolyon’un cumhurbaşkanı seçilmesine dair yaptığı muazzam tespiti uyarlarsam, kırın coup d’état’sı (hükümet darbesi) olacağa benziyor.
Kır-kent dikotomisi, sıklıkla küreselleşmenin kaybedenlerinin, devletin kaderine terk ettiği yurttaşların, geleneksel değerlerinin tehdit altında olduğunu düşünen kırsal nüfusun çeşitli araçlarla (oy, toplumsal hareket vb.) kentsel nüfustan intikam aldığı bir süreç olarak tariflenir. Bu bağlamda kültürel ve etnik şekilde inşa edilmiş Fransızlığa yaslanan ve geleneksel yaşam tarzına vurgu yapan bir politik hareketin (Ulusal Birlik-RN) bu bölgelerden yüksek oy alması sürpriz olmayacaktır. Nitekim her ne kadar aşırı sağ ülkenin neredeyse tamamında oylarını arttırmış olsa da esasen hareketin motor gücünü kırsal Fransa (özellikle güney doğu, batı, kuzey doğu) oluşturmaktadır. Bu üstünlüğün nedeni kır ve kentin özsel değişmez karakterinden ziyade eğitim düzeyi, gelir düzeyi, cinsiyet rolleri, bölgesel farklılıklar, ekonomik koşullar gibi bir dizi toplumsal farklılıktır. Aşırı sağın daha eğitim ve gelir düzeyi düşük ya da işsiz kesimlerden oy alması biraz da bununla ilişkilidir. Buna karşın Yeni Halk Cephesi büyük ölçüde ekonomik olarak görece kalkınmış bölgelerde ve metropollerde ciddi bir direnç göstermektedir. Fakat özellikle kentlerde 18-24 yaş aralığında açık ara büyük desteğe sahip olsa da (sandığa çekebilirse önemli bir jenerasyonel üstünlük) kırsal bölgeler başarısının önündeki temel sorun olarak kalmaya devam edeceğe benziyor. Sol birliğin, zayıf da olsa kıra dair en iyi programa ve vaatlere sahip olmasına rağmen, bu bölgelerdeki ağır seçim yenilgisi, buralarda toplumsal yaşayışın içinde varlık gösterememesinden, daha da önemlisi ‘ateşleyici’ militan bir ağa sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Fransız solunun içine girdiği dönüşüm sürecinin bu düğümü çözebilme kapasitesini zaman gösterecek.
2022’yle Başlayan Fransız Solunun Yeni Dönemi
Yasama seçimlerine Fransız solu yarattığı güç birliğiyle (Yeni Halk Cephesi) katıldı. Solun yeşilleri de kapsayan birliği esasen yakın dönemden çıkarılmış bir dersti. 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerine ayrı ayrı giren sol adaylar ortak adayla girmeleri durumunda Macron’a karşı ikinci tura kalabileceklerini acı şekilde tecrübe ettiler. Tam da bu yüzden seçimin hemen ertesinde gerçekleşen 2022 yasama seçimlerine NUPES çatısı altında girdiler. Birlik o dönemde temelde aşırı sağla mücadeleden ziyade Macronculuğa ciddi bir alternatif sunmayı ve sistemde radikal bir dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Zira o gün için aşırı sağın meclis seçimlerinde ciddi bir tehdit oluşturacağı düşünülmüyordu. Fakat daha o günden aşırı sağ beklentileri-anketleri dörde katlayarak 89 temsilci elde edip grup kurdu, devlet yardımı, medya görünürlüğü vb. bir dizi imkâna kavuştu. Bu durum, Fransa’da aşırı sağın hiçbir şekilde, hiçbir seçimde ihmal edilmemesi gereken bir tehdit olduğunu göstermektedir. Ayrıca 2022’deki seçim sonuçları sol aktörlerin ayrı ayrı girmeleri durumunda elde edecekleri temsilci sayısından çok daha fazla temsilci elde ettiklerini de gösterdi. Tam da bu yüzden sonrasında mecliste ayrışmış olmalarına rağmen Macron meclisi feshettiğinde örneğine nadir rastlanır şekilde birkaç günde, ciddi farklılıklara rağmen, Yeni Halk Cephesi’ni kurup programını ilan ettiler ve seçim bölgelerinde tek/ortak adayla girdiler.
2022’deki birliğe oranla etki gücü azalsa da yeni birliğin anahtar partisi bir kez daha Melenchon’la özdeşleşmiş Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) hareketiydi. Hareketin ayırt edici yönü Fransız cumhuriyetçi düşünceyi sol popülist bir stratejiyle eklemlemiş olmasıdır. Bu jest 2012 öncesi Fransız solu düşünüldüğünde hem bir farklılığa hem de bir meydan okumaya denk düşmektedir. Tam da bu yüzden çok uzun süre ana akım Fransız solu açısından da pek de uzlaşılabilecek bir hareket olarak görülmedi. Hatta solun diğer aktörlerinde belli çekinceler hâlâ varlığını sürdürüyor. Nitekim seçim kampanyası döneminde rakiplerinin de buraya ısrarla saldırdıkları görüldü. Fakat ironik olan hareketin, yeni bir cumhuriyet vaadiyle, doğrudan demokrasi pratiklerine programlarında yer vermesiyle, toplumsal eşitliğe dair ekonomik önerileriyle ölmekte olan Fransız soluna bizatihi can suyu olmasıydı. Gelinen noktada ise popülizm tartışmalarının seyrelmesi ve solda güç birliğine gidilmesinin de etkisiyle kısa süre önce herkes tarafından neredeyse reddedilen sağ ve sol ikiliği yeniden makbul görülmeye başlanmışa benziyor.
Dolayısıyla Fransa’nın yakın dönem kurumsal siyaseti sol odağında ele alındığında şöyle bir manzara söz konusu: Kendini solda tanımlayan merkez sol Sosyalist Parti, 1981 sonrasında, neoliberal ekonomik politikaları uygulamasıyla, merkez bir cumhuriyetçiliğe demir atmasıyla merkez sağla yakınlaşmış seçmenler nazarında sağ ve solun anlamsızlığını var eden temel aktörlerden biri haline gelmişti. Sonrasında Melenchon eski bir Sosyalist Partili olarak önceleri klasik sol bir repertuvarla mücadele yürütmüş; ardından Latin Amerika deneyimiyle ve Mouffe gibi entelektüellerle temas kurarak hızlıca sol popülist bir stratejiye doğru dümen kırmıştı. Geleneksel cumhuriyetçi refleks açısından ciddi bir tehdit olarak algılanmasına ve konvansiyonel sol açısından da aşırılıkla damgalanan bu yeni tarzda ısrar, konvansiyonel merkezlerin (sağ ve sol) çöktüğü 2017 sonrasında seçmenlerin gönlünü kazanarak sola yeni/farklı bir dinamik kazandırmıştır. Hareket, kendini solcu tanımlayanların solla ilişkili olmayan politikalarının karşısında teoride pek dillendirmeden sol vaat ve programıyla hızla kitleselleşmiştir. Bu dönemde Melenchon, popülist stratejisine de bağlı olarak kurumsal siyasetin bütün aktörlerini iş birliği yapılmayacak ‘halk düşmanları’ olarak görüp ittifakların elit düzeyinde değil, ancak halkın farklı kategorileri arasında kurulabileceğini savunmuştur. Böylece bizzat kendisi monarşik cumhuriyet olarak tanımladığı Beşinci Cumhuriyeti halkçı bir cumhuriyete dönüştürecek yegâne aktör olarak öne çıkacaktı. Ancak 2022 cumhurbaşkanlığı yarışında kıl payı ikinci tura kalamamış olması bu stratejiyi terk etmesini sağlamış, böylece Fransız solu açısından bir kez daha ittifakların kapısı aralanmıştır.
2024 yasama seçimlerinin ilk turunda Yeni Halk Cephesi, yarışı Macron’un ittifakının önünde, aşırı sağın gerisinde ikinci sırada tamamladı. İttifakın iç çelişkileriyle birlikte sonuç üzerinde özellikle Gazze ve Ukrayna’daki çatışmalar belirleyici oldu. Özellikle birliğin Melenchoncu kanadı politik muarızları tarafından birlikle özdeşleştirildi ve bu özdeşlik Filistin’e olan destekten dolayı Yeni Halk Cephesi’nin antisemitik olarak suçlanmasına neden oldu. Aşırı sağın söylemlerinin yanı sıra Macron’un da benzer bir tavır takınmasıyla birlik bir korku unsuru olarak (antisemitik, cumhuriyet düşmanı, şiddet yanlısı, göçmen akınının müsebbibi vb.) işaretlendi. Nitekim Fransız politik manzarası antisemitizm korkusuyla muazzam bir manipülasyona teslim olmuş izlenimi uyandırmaktadır. Kuruluşundan beri Neo Nazilerle olan ilişkisi aşikâr olan aşırı sağ, solu antisemitizmle suçlayabilmektedir. Üstelik her ne kadar Marine Le Pen gömlek değiştirip Müslümanları nefret unsuruna dönüştürse de Ulusal Birlik hala Nazi hava kuvvetlerinin şapkasıyla poz verebilen adaylara sahip… Buna rağmen Filistin’in tanınmasını, Gazze’de şiddete son verilmesini savunduğu için Yeni Halk Cephesi hem antisemit olduğuna dair taarruzlarla hem de bölmeye dönük çabalarla (Mélenchon’un başbakan yapılacağı vb. tartışmalarıyla) mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Bütün bunlara rağmen, Yeni Halk Cephesi meclis çoğunluğunu elde edemeyecek olsa bile hâlâ ülkenin kaderine etki edecek ve aşırı sağı engelleyebilecek temel aktör konumundadır.
Son Söz…
Sol açısından 2022 yasama seçimlerinin temel motivasyonu aşırı sağa kaybettirmek değil Macron’a mutlak çoğunluğu elde ettirmemekti. İkinci turu yapılacak şimdiki seçimlerin temel amacı ise aşırı sağın mutlak çoğunluğu elde etmesini engellemek. Zira birkaç seçim dönemi öncesi meclise temsilci bile sokamayan aşırı sağ bugün Fransa’da mutlak çoğunluğu elde etmeye yakın. Macron iktidarlarının bu süreci hızlandırdığı aşikâr. Gerici popülizmin 2017’de panzehiri olarak selamlanan Macron bizatihi gerici popülizme iktidardan yapılan bir aşı olduğunu gösterdi. Üstelik Macron aşırı sağı büyütmekle kalmadı, cumhuriyetçi refleksleri olan belli merkez sağ seçmeni de radikal sola karşı düşmanlaştırarak geleneksel cephe (aşırı sağa karşı cumhuriyetçi baraj) anlayışına büyük zarar verdi. Gelinen noktada aşırı sağın mutlak çoğunluğa ulaşamasa dahi, 200’ü aşkın vekil elde etmesiyle, bir sonraki cumhurbaşkanlığı yarışını kazanması değil, çok büyük değişiklikler olmazsa, kaybetmesi büyük sürpriz olacaktır. Aşırı sağ şeytanlaştırmadan çıkmışa, normalleşmişe benziyor, cumhuriyet için tehdit olmadığını göstermek için benimsediği dışlayıcı cumhuriyetçi kimlik, sistemi ele geçirmesini sağlayabilir.
Sol birliğin (Yeni Halk Cephesi) aşırı sağın homojenliği karşısındaki en büyük dezavantajı pek de anlaşamayacak unsurları içinde barındıran heterojen bir ittifak (özellikle nükleer enerji, Ukrayna meselesi, Filistin meselesi konularında) olması. Dolayısıyla 1930’lardaki Halk Cephesi’ne benzer şekilde tehlike karşısında inşa edilmiş olağanüstü bir birlik görünümünde. Yine benzer şekilde sisteme dair bir kesinti iddiası taşısa da yükselen aşırı sağa set çekmek temel motivasyonu olmaya devam edecek. Fakat Macronculuğun nihai ölümü, ancak solun bu öğretici birlik deneyiminin derneklere, örgütlere, sendikalara, sokak eylemlerine sirayet etmesiyle mümkün olabilir. Bu doğrultuda geçmişin deneyimlerinin de öğrettiği üzere sol cephenin halk sınıflarında hegemonik olabilmesi için kapitalist toplumsal formasyonda -hiç olmazsa- gedik açma iradesinden sapmaması gerekir. Melenchon’un ikinci tur öncesi yaptığı açıklama da farklı açılardan bu gerçeğe yaslanıyor: “Yeni Halk Cephesi yerleşik düzenle uzlaşmadığı müddetçe bir ivme yakalayacaktır”. Bekleyip göreceğiz. Her halükârda kısa bir süre önce sömürgeciliğe karşı isyanlarla, çiftçi eylemleriyle mücadele eden ve halihazırda olimpiyat oyunlarına hazırlanan Fransa için zamanın çarkı daha da hızlanacağa benziyor.