Birleşik Krallık Seçimleri, Benzerler Demokrasisi, Geleceğimiz: Biz Hep Yenilmeye Mahkûm Muyuz?

Zeki Avci10 Temmuz 2024

4 Nisan 2021 tarihinde Birleşik Krallık’taki en büyük siyasi partilerden biri olan İşçi Partisi’nin (“Labour”) başına geçen “Sir” Keir Rodney Starmer, 2024 seçimleri sonucunda yeni ülkenin yeni başbakanı oldu ve böylelikle Muhafazakâr Parti’nin (“Tories”) 14 yıllık iktidarı son buldu. Labour’un önceki lideri olan ve “antisemitist” olduğu iftirasıyla üyeliği askıya alınan, takip eden süreçte de partiden “ihraç edilmişçesine ayrılan” Jeremy Corbyn ise bağımsız milletvekili adaylığında başarılı oldu ve yeniden “Islington North” bölgesinin temsilcisi seçildi.

Ulusal ve uluslararası basında, Labour’un nasıl kazandığı ve SNP (İskoç Ulusal Partisi) ile Tory’lerin neden kaybettiği konusunda yeterli bilgi aktarıldı. Türkiye’deki okuyucular için ise birkaç soru hâlâ ayakta duruyor: Starmer tam olarak kim, Labour tam olarak ne? Starmer ve Corbyn’i ayıran neydi? Seçimlerde gerçekte ne oldu? Hepsinden önemlisi, bu sonuçlar, seçimler ve sosyalistler hakkında bir şey anlatıyor mu?

1. Starmer kim, Labour ne?

Kariyerine insan hakları hukukçusu olarak başlayan, “ceza adaletine üstün katkılarıyla” şövalyeliğe yükselen, İngiliz siyasetindeki yükselişiyle paralel olarak savcılığa geçen, orada tanınınca da önce Labour’un, sonra da İngiltere’nin liderliğine soyunan Starmer, mavi yakalı bir anne babanın çocuğu olarak doğdu ve 20’li yaşlarındayken, şu anki pozisyonundan çok farklı olarak, bir Socialist Alternatives yazarıydı. Hatta kendini Marksist olarak tanımlıyor, liberal insan hakları anlayışına sert eleştiriler dile getiriyordu.

Starmer ve kampanyası hakkında en sade ve anlaşılır araştırmalardan birine imza atan Oliver Eagleton, The Starmer Project: A journey to the Right [Starmer Projesi: Sağa Doğru Yolculuk] kitabında, Starmer’ın sağa kayışını birkaç adımda inceler. Özellikle de başsavcı (Director of Public Prosecutions -DPP) olduktan sonra, Starmer -muhtemelen olaylara “devletlu” gözden bakabilmeye başladığından-, bir sosyalistin hiçbir hal ve şartta almayacağı bazı kararlara imza atarak, sağa kayışını gizleyememeye başlar.[1]

2011 İngiltere isyanlarında, koalisyon hükümetinin favori başsavcısı haline gelir: Önce, “hızlı soruşturmalar uzun cezalardan önemlidir” diyerek, 24 saat çalışan ve neredeyse her eylemcinin ivedilikle yargılanmasını sağlayan özel bir mahkeme düzeni oluşturur. Ardından bununla yetinmeyerek, 2011 yargılamalarını, -teamüllere aykırı olarak- 6 aydan fazla ceza veremeyen alt düzey mahkemelerin yetkisinden çıkarır ve müebbet hapis cezası vermeye dahi yetkili üst mahkemelere havale eder. Eyleme katılmayıp, zarar gören dükkânlardan bir dondurma veya çörek alanların bile “soygunculuktan” ciddi hapis cezalarına mahkûm edilmesine yol açar. Artık, devletinin ve milletinin yanında, şerefli bir İngiliz başsavcısıdır.[2] Karnesindeki pekiyiler, protestoları bastırmaktaki maharetinden ibaret de değildir: Julian Assange’ın kendi kontrolünde İsveç’e iadesi için -sonradan kayıtlardan silinecek- tehlikeli ilişkilere girmekten,[3] zihinsel engelli Osime Brown’un sınırdışı edilmesini savunmaya kadar[4] bir dizi hukuk trajedisiyle anılır.

Starmer’ın devletlu karakteri, savcılıktaki faaliyetlerinden de derine gider. Starmer, artık sadece adliyelerin değil, Labour’un merkezci (sağ) kanadını temsil eden -ama Muhafazakâr Parti’ye de muazzam destekler veren- düşünce kuruluşu Labour Together grubunun da favori figürüdür[5]. Bu sayede Blair’ın da bağışçısı olan Trevor Chinn ve Martin Taylor gibi sermayedarlardan olağanüstü maddi destekler alır ve tesadüf ki Chinn, aynı zamanda, “İsrail’in Muhafazakâr Dostları” (Conservative Friends of Israel [CFI]) isimli, Muhafazakâr Parti’ye mensup parlamento grubunun da bağışçılarındandır.[6]

Starmer, sağın veya sermayenin öncü isimlerinden -ve bizzat bazı devletlulardan- gelen bu desteklerle, Labour’un başına geçer. İlk fırsatta, Blair döneminin meşhur sağ-Labour figürlerini, yani, İşçi Partisi’ni merkeze hatta sağa çekme projesinin mimarı olan isimleri yeniden ön plana çıkarır. Amaç, selefi Corbyn’in sol-sosyalist pozisyonuyla daraldığı iddia edilen seçmen profilini, “merkez-sağa” doğru genişletmektir.[7] Starmer’ın Labour’u nasıl sağa çektiği ve Corbyn’le nasıl ayrıştığı bir sonraki başlıkta açıklanmadan önce, Labour’a da bir göz atmakta fayda var.

Keir Starmer’ın ismi konulurken, Labour destekçisi anne ve babasının, partinin kurucusu Keir Hardie’den (1856-1915) esinlendiği rivayet edilir.[8] Hardie, Labour tarihinin, en “solda kalan” liderlerinden biridir. Bir maden işçisidir, fakat daha önemlisi, sıkı bir sendikacıdır ve birçoklarına göre sosyalisttir. Terry Eagleton’a, 16 Ocak 2024 tarihinde Daily Telegraph’a verdiği bir söyleşide,[9] “Starmer’dan bir Hardie çıkar mı?” diye sorulduğunda, Terry, “bu, bir antifaşiste Adolf demeye benziyor … Starmer, tipik bir küçük burjuva” cevabını verir. Öyleyse, Labour’un sınırlarını anlamak için, “en solda kalan tarihsel figürü olan” Hardie dönemini kısaca ele almak işe yarayabilir.

Lenin, dönemindeki Britanya sosyalistlerine yönelik eleştirilerinde, Hardie ve temsil ettiği grubu -o zamanlardaki adıyla Bağımsız İşçi Partisini (Independent Labour Party -ILP) de ele alır. Ona göre, Bağımsız İşçi Partisi, “Marksizme ait kavramları kullanmaktan” bile -o günlerde rağbet görme ihtimalinin yüksekliği de gözetilince- dikkatle kaçınmaktadır, düzeni kökten değiştirmeyi en ufak düzeyde hedeflemeyen, “ütopyacı” bir sosyalizmin saflarındadır. “‘Sosyalizmden’ bağımsız, fakat liberalizme oldukça bağlı”dır ve özellikle de Heswell Islahevi’nde işkenceyle öldürülen çocuk mahkûm yerine, düşme riskiyle karşı karşıya kalan Liberal Parti hükümetini savunarak (Osime Brown’u hatırlayın), liberal angajmanından kurtulamayacağını açığa çıkarmıştır.[10] Üstelik bu tutumları, gündelik siyasetle de sınırlı kalmaz. Hardie’nin tarihsel marazı, Birinci Dünya Savaşı başladığında ortaya çıkar. O günde dek “savaş karşıtlığı” ile bilinen -hatta hâlâ en büyük savaş karşıtlarından biri olarak tanıtılan- Hardie, Lenin’in tanımıyla birden Anglo-Fransız burjuvazisinin lehine manevra yapar ve savaşın sürmesi için “sosyalistlerden” alınması gereken onayı sağlar.[11] Gerçekten, savaş başladıktan kısa süre sonra, Hardie, şu satırları kaleme alır:[12]

“[… soruya atıfla:] Bir saniye ILP broşürleri meselesine dönebilir miyim? Hiçbiri savaşı hemen durdurmak için yaygara koparmıyor. En azından Almanlar kendi sınırlarından geri püskürtülene kadar bu son derece aptalca olurdu… Gençlerimizi askere gitmekten caydıracak hiçbir şey söylemedim ve yazmadım; neyin tehlikede olduğunun gayet farkındayım…

Bir siyasi hareketi anlamak amacıyla o hareketin tarihini ele almak, daima riskli olsa da en azından taraftarları aracılığıyla geçmişinin nasıl yorumlandığına bakarak o harekete dair bazı sınırlar çizmek mümkün olabilir. Starmer’ın “tam zıddı” olacak kadar “solcu” addedilen -ve gerçekten büyük saygıyla anılan- Hardie bile, Marksizme karşı daima mesafeli durmuş, emperyalist savaşa belirli bir aşamadan sonra karşı çıkamamış, hiçbir zaman düzeni kökten değiştirme iddiasında olamamıştır.

Labour’un tarihine kısa bir göz atan Tarık Ali’nin 2015 yılında -henüz Starmer’ın yükselişi tamamlanmamışken- BirGün’de yayınlanan makalesi, Labour’un diğer liderleri bakımından da açıkça özetliyor ki, Labour tarihinin en sol -ve belki de tek sosyalist- lideri, Corbyn’dir.[13]

2. Starmer vs. Corbyn

Tesadüf değil, 1979’dan bu yana, Starmer dışında Labour adına “mutlak” denebilecek bir zafer elde eden tek isim, Labour’ı “ortanın sağına”[14] çekme projesinin en meşhur aktörü Tony Blair’di. Ortak danışmanlarının yol göstericiliğinde, Starmer da Blair’in politikalarını izledi ve kendisini en solcu lider Corbyn’in adeta antitezi olarak konumlandırdı.

Bugüne dek, hakkında yapılmış pek çok samimi incelemede, kendisiyle ilgili “ayıplı” bir söz edilemeyen, “amelde eksikse bile itikatta sağlam” olduğu herkesçe teslim edilen Corbyn, hayatı boyunca ve özellikle de liderliği döneminde, temel olarak demiryolları, posta hizmetleri, su işleri ve benzeri kamu hizmetlerinin kâr odağı olmaktan çıkarılmasını, erişilebilir kılınmasını ve bu uğurda devletleştirilmesini (nationalize) savundu.[15] Varsılları vergilendirme ve kamu hizmetlerine daha ciddi yatırımlar yapma taraftarı olageldi; sermayedarlara nasıl bir yük oluşturursa oluştursun, bir “yeşil sanayi devrimi” yapma fikrini benimsedi. Partinin, her türlü dönüşüme açık olabileceği bir taban hareketine kapı açma taraftarıydı. Ona göre partiyi “iç gruplar” değil, sosyalist ilkeler doğrultusunda, geniş kesimler yönetmeliydi.

Bunun karşısında, Starmer, “ilk başlarda” -göreve gelene dek- sosyalist (sosyal demokrat) çıkışlar yapsa da hızlıca “merkezci” pozisyonunu açığa çıkardı ve Labour’un “neoliberal statükoyla tam uyumlu” olduğunu hissettiren bir rotaya girdi. Parti yönetiminde “profesyonel bir yaklaşım” benimsedi, partiyi sıkı bir bürokratizme tabi tuttu. Bu “profesyoneller” de doğal olarak, Blair döneminin “siyaset uzmanları” ve hepsinden önemlisi, neoliberalizm bayrağının sancak beyleriydi.[16] Doğal olarak Starmer, “kendisine el veren” Blair’cı neoliberallerin de desteğiyle, selefi Corby’in tam karşısına geçti ve en geniş tabirle “piyasa dostu” denebilecek her şeyi savundu. Ona ve Blair’cı danışmanlarına göre sorun, Corbyn’in sol politikalarındaydı. Labour merkeze yerleşirse, daha fazla oy alabilir, daha geniş bir (sağ) seçmen kitlesine hitap edebilir ve başarılı olabilirdi. Politikanın ne olduğu önemli değildi, mesele, sağın neye oy vereceği, sermayenin neye destek olacağıydı.

Ayrım, sadece gündelik sosyal politikadan ibaret değildi; bizzat emperyalizme yaklaşımla da ilgiliydi. Corbyn, biz onu bildik bileli bir Filistin savunucusuydu; İsrail’in işgalini en üst perdeden eleştirdi, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını sonuna dek savundu. Corbyn’in bu sarsılmaz tutumu, anaakım medyanın İsrail lobisi aracılığıyla Corbyn’e ve Labour’a yönelik olarak muazzam bir karalama kampanyası yürütmesine yol açtı. Medya devleri, açıkça, Labour İsrail’i destekleyene dek bu kampanyanın süreceğini ilan etti.[17]  Bu durum, Starmer için bulunmaz bir fırsattı ve Corbyn’in -İsrail’e karşı ses çıkaran herkesin yaşadığı üzere- bir “antisemitist” olarak yaftalanmasına, sonucunda da partiden “ihraç edilmişçesine ayrılmasına” vardı -henüz İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım bile başlamamıştı. Brexit sürecindeki hataları ışığında, artık ondan, Labour tarihindeki en felaket liderlerden biri olarak bahsediliyor, ana akım medya başarılarından çıkarılabilecek her türlü dersle birlikte Corbyn’i gömmeye kararlı görünüyordu.[18]

Bunun karşısında, Starmer, uluslararası İsrail operasyonunun deyim yerindeyse “adamıydı”. İsrail yanlısı lobilerden ciddi bağış ve destek aldı. Bu destekleri korumak için Corbyn’den sonra, İsrail yanlısı politikalara doğru keskin bir dönüş yaptı. Bunlarla da yetinmedi, Labour içinde güya antisemitizmle mücadele için yeni politikalar izledi, yani sadece Corbyn’in değil, Filistin savunucusu birçok kişinin de aynı iftirayla partiden uzaklaştırılmasını sağladı. Artık yalnızca yer yer İsrail “hükümetinin” politikalarını eleştiren, fakat en uç noktada “iki devletli çözüm” diyebilen, normal zamanlarda ise işgale ve insanlık suçlarına sessiz kalan bir Labour vardı.

Partiden ayrılığını takiben Corbyn, Filistin için kitlesel eylemlerin merkezinde yer aldı, “enough is enough” başta olmak üzere yurttaş yararına birçok kampanyada, Starmer’ın “sermaye dostu” temkinliliğinin önüne geçti. Eski ve yeni liderlerin seçim atmosferindeki görünümleri de bu ayrımlar üzerinden belirmeye başladı. Islington’un kuzeyinden bağımsız bir milletvekili adayı oldu. Bu atmosfer içinde, Starmer da aynı pozisyonu belirginleştirdi: Arada sosyalist (sosyal demokrat) olduğunu söylüyor, fakat konu “yerli ve milli meseleler” olduğunda, daima sağdaki pozisyonu savunuyordu.

3. 2024 Seçimleri: Kim Kazandı, Kim Başardı?

Bu eksenden bakınca, eğer seçim sonuçlarını sadece manşetlerden takip etmişseniz, alıştığımız bir sonucun ortaya çıkmış olmasını beklersiniz: Sağa yatan Starmer, solcu Corbyn’in Labour’undan başarılı oldu ve onun elde edemediği zaferi kazanarak Labour tarihinde görülmedik bir sandalye sayısına, 411 koltuğa ulaştı.[19]

Öte yandan, durum, bundan biraz daha karmaşık: Starmer, seçimleri, Corbyn’in Labour’undan (2019) 500.000 oy daha az alarak kazandı. Yani, “sağcılık yaparak daha geniş bir seçmen kitlesine hitap etme” projesi, en ufak anlam taşımıyordu. Buna rağmen, Labour tarihinin en yüksek ikinci koltuk sayısına ulaşmıştı. Starmer’ın Labour’u, enteresan bir rekor da kırdı: %33,7’lik oy oranı, Britanya tarihinde bir çoğunluk hükümetinin sahip olduğu en düşük oy oranıydı. Yani, garip biçimde, Starmer, en az başarıyla, en büyük zaferi kazanmıştı.

Bu sonuçların bir dizi sebebi var, bunların hepsini bu yazıda incelemek mümkün olmasa da kısaca irdelenebilir. Genel itibarla, Tory’ler, oylarının yarısından fazlasını kaybetti, eski seçmenlerin birçoğu sandığa gitmedi. Bu durumun, Labour’un “sağa oynamasıyla” hiçbir doğrudan bağlantısı bulunmayan bir dizi sebebi vardı. Aşağıdaki skandalların, sermayenin Starmer’la ilgili dolaylı planlarından ileri gelip gelmediğini şimdilik bilemesek de Starmer’ın başarısından ileri gelmedikleri kesin.

Liz Truss’un 45 günlük başbakanlığı ve bu 45 günde büyük bir finansal krize yol açması,[20] Partygate skandalı, yani, pandemi sırasında, bazı hükümet yetkililerinin -hayatın eve sığmadığını, aynı gemide olmadığımızı ortaya çıkararak- karantinayı deldiklerinin ve hunharca partilediklerinin sızdırılması, dönemin Kalkınma Bakanı Priti Patel’in, 2017’de “İsrail’le gizli görüşmeler yaptığı” ortaya çıkınca -İngiliz siyasetinde alışık olunmadığı üzere- istifa etmesi, fakat Johnson’un başbakanlığında umursamazca yeniden görevlendirilerek 2019-2022 arasında İçişleri Bakanlığı yürütmesi, aynı hafta, Patel’den hemen önce, Savunma Bakanı Michael Fallon’un da cinsel taciz suçlamaları karşısında istifa etmiş olması, o sırada Theresa May’in yardımcısı olan Damian Green’in de taciz suçlamalarına maruz kalması, Sunak’ın yardımcısı Dominic Raab’ın çalışanlara ciddi zorbalık ve mobbing uyguladığı iddiaları üzerine istifa etmek zorunda kalması, tüm bunların, Başbakan Rishi Sunak’ın ekonomiyi sadece daha kötüye götürmesiyle ve Brexit sürecinden bu yana devam eden bölünmelerle (ve Brexit lehine oy kullananların Muhafazakârları kitlesel biçimde terk etmesiyle) birleşerek, seçmenlerde -Akşener’in masadan kalkışına benzer- bir “iktidarsızlık ve istikrarsızlık” hissine yol açması, Tory’lerin, “devletlu” görüntüsünü kaybetmesine yol açtı.

Nigel Farage’ın kurduğu ve yönettiği, dünya akımına entegre sağ-popülist “şaka partisi” Reform UK, 2019’da “affettiği” Tory’lerin oylarını ciddi biçimde bölerken, Liberal Demokratlar da oradan 60 sandalye kaptı. Genel itibarla, Yeşiller dahil olmak üzere, tüm bu partiler doğru bir “odaklı çalışma” yürütürken, Tory’lerin savruluşu, Starmer’ı “seçim aritmetiği” gereği zirveye taşıdı. Diğer deyişle, Fransa’da Yeni Halk Cephesi’ni zafere taşıyan, soldaki birlik iken, burada Starmer’ı zafere taşıyan, sağdaki dağınıklık oldu.

⁠Gelelim, Starmer’ın 2002 AKP’sine benzer bu başarısı karşısında, Islington’da Labour’dan koltuk alan Corbyn’e. Labour, kalesi olan birçok yerde, kaybolmaya yüz tutmuş gücünü tesis etmiş olsa da Corbyn, istatistiği -büyük bir farkla- bozdu. Üstelik bunu, hakkındaki tüm karalama kampanyalarına rağmen, kendisinden en ufak ödün vermeden yaptı. Corbyn, Starmer’ın “fırsatı kullanan zaferi” karşısında, açıkça “bir mevzi kazanarak” başarılı oldu, son başlıkta buna döneceğiz.

Seçimler, beklenenin aksine, uluslararası akımla paralel bir “kurulu düzen karşıtı sağ”ın inanılmaz başarısı ile sonuçlanmadı –Reform UK başta olmak üzere birçokları sağ-popülist argümanlar kullanmış ve Farage ciddi bir başarı elde etmiş olsa da. Daha ziyade, Labour’un zaferi, Tory’lerin son zamanlardaki krizlerinden sızılmasıyla mümkün oldu. Belki de sağın, kuvvetli, monolitik bir partisi olsaydı, yani Tory’ler eski günlerinde olsaydı, bu partinin konsolidasyonunu yarmaya motive, “garantili popülizme talip” bir alternatif-sağ yükselebilirdi; fakat böyle bir sağın yokluğunda, sağ-popülizme yaslanması muhtemel “dışarıda kalmış” burjuva aktörler, zaten istedikleri pozisyonu elde edebildiler ve şimdilik bu “pek de bir şey ifade etmeyen zafer”in yanında yürümeyi tercih ettiler.

Seçimlerin sonuçlarına ilişkin esas not olarak, Daniel Finn’in Jacobin için kaleme aldığı makalede sunulan gidişata dikkat çekmekte fayda var: Starmer, şimdiden soldan gelen hakiki bir meydan okumayla karşı karşıya.[21] Hem Labour hem de Tory’ler, Farage’ın (Reform UK) göçmen-merkezci tutumunu 2015 dönemlerinde benimsedi -tanıdık geliyor olabilir- ve seçim kampanyasını “sınır dışı etme oranlarını artırma” vaatleriyle geçirdi. Bu konuda, -yine tanıdık geleceği üzere-, tek başarıları, Farage ve müttefiklerinin söylemlerini meşrulaştırmak, ana akımlaştırmak, yerleştirmek oldu: Aslı varken, kimse taklidine gitmiyor, yeni bir asıl doğuyordu. Finn, yazısını şöyle bitiriyor: “Öte yandan, İngiliz sol güçler son on yıldan doğru dersler alabiliyorsa, radikal sağın Starmerizm’e muhalefeti tekeline alması için hiçbir neden yok.”

4. Biz hep yenilmeye mahkûm muyuz?

En büyük tehlike ve en büyük fırsat, tüm batı demokrasilerinde olduğu gibi, Birleşik Krallık için de varlığını sürdürüyor: Birbirinden pek de farkı olmayan, iki partili, Amerikanvari bir “benzerler demokrasisi”. Bu, ABD’de olduğu üzere, solda sürekli Starmer gibi, düzeni kökten değiştirmekte gözü olmayan aktörlerin, sağda ise devletlu sağın ön plana çıktığı ve böylelikle sol söylemin siyasi atmosferden silindiği bir tabloyu yaratmaya müsait. Diğer yandan, “dünyanın çoktan bu iki “normal”, birbirinin tamamlayıcısı sağ ve görünüşte sol kutuplara teslim olduğu, dolayısıyla da anaakım partiler dışında asla başarı elde edilemeyeceği kaygısı, tarihin karşıtları yaşattığı gerçeğini göz ardı etmemizden ileri geliyor.

Düzenin sağ ve sol görünümlü, özünde basitçe sermayedar iki dostunun, benzer argümanları benimsediği bir “kurulu düzenimiz olmasa” siyasetinde, düzen dışı arayışlar, kafalarını çıkaracak, çatlaklara sızacak yer arıyor ve buluyorlar da. Radikal sağ, neomilliyetçilik, seküler milliyetçilik, neofaşizm, alternatif sağ, sağ popülizm, dümdüz faşizm veya ne derseniz deyin, bu rüzgârın trajik başarısı, bizzat sosyalistlerin “düzen dışı bir görüntünün yenilmeye mahkûm olduğu” yönündeki kaygılarını yanlışlayan ve bizi bir an önce harekete geçmeye zorlayan bir deneye dönüşüyor.

Fransa’nın istikrarsızlık ortamında, sağ tehdidin karşısına merkez-düzencilikle çıkarılan Macron, hiçbir çözüm sunamadı ve 2024 seçimleriyle Fransızlar, düzen dışı radikal sağ alternatifi, başka bir (kısmen) düzen dışı alternatifle savuşturmak zorunda kaldılar. Almanya’da düzenin mutlak sahibi Hristiyan Demokratların yetersizliğiyle, oralarda düzen dışı sanılan Yeşiller kazandı, fakat onların da muhteşem bir düzen içi aktör olduklarının ortaya çıkışı, geçirdikleri ilk seçimde AfD’nin yaptığı büyük sıçramayla sonuçlandı. ABD’de, iki partili sistemin tıkanmışlığının en güzel gösterisi, Trump ve Biden’ın münazarası oldu: “deli ve bunağın” kavgasına sıkışan sistemde, siyaset, tamamen bir “mizah” gösterisine dönüştü, her türden düzen dışı (görünümlü) arayış karşılık bulur hale geldi. Yukarıda aktarıldığı üzere, Birleşik Krallık’ta, Starmer kazanmadı, Tory’ler kaybetti ve Reform UK, düzen dışılığın adadaki potansiyelini açığa çıkardı.

Şimdi, kaygılarımızı, bir mekanizmayı görerek yeniden ele almamız ve tarihin fırsatlarını aramamız gerekiyor. Siyasi söyleme tamamen düzenci sağın egemen olduğu bir kurulumda, düzen siyasetleri çözüm sunamazken, halkların duygu dünyasında sol hislerin yoksunluğu, düzen dışılığın en verimli topraklarını işleyecek çiftçileri işbaşına çağırıyor. Milliyetçi rüzgârın tüm dünyada esmesi, sosyalistlerin düzen dışı (görünümlü) sağdan bile daha büyük bir fırsat yakalamasını sağlıyor: eksenin diğer tarafına, bir karşıt olarak yalnız başına yerleşme fırsatını. Corbyn, Islington’da Labour’u ciddi bir mağlubiyete uğrattı, dolayısıyla sosyalistlerin İngiliz siyaseti için bir mevzi olmayı sürdürmesini sağladı. Corbyn’in küçük kazanımı, gerçek başarının kime ait olabileceğini gösteriyor.

Labour ve dünya çapındaki muadilleri, bir şekilde zafer kazanırlarsa, bunu partilerinin kritik odaklarını sağa, sermayeye teslim ederek yapıyorlar ve bu, sosyalistlerin yerleşebileceği en güzel ekseni çiziyor; çünkü önünde sonunda, teslim olduklarının ajandalarını uygulamak zorunda kalıyorlar. Başarısız oldukları olasılıkta, zaten düzen dışı, sol ve popüler/halkçı alternatifler için bulunmaz bir fırsat ortaya çıkıyor. Tarih, asla, tek bir tarafı yaşatmıyor, fakat taraflara ödevler yüklemekten de geri durmuyor. Bu ödevlerden ibaret, çok daha fazla düşünce üretilmesi gerekiyor, böyle de olacak. Yine de, kıssadan hisse, kaygılarımızdan kurtulup, tarihin sapmalarını lehimize çalıştırmamız, hep birlikte mahallemizden kurtulup, irademizi kullanmamız gerekiyor. Tüm dünyada sosyalistlerin bağımsız ve düzeni kökten değiştirmekte ısrarcı bir seçenek olarak, dışarı, en geniş alanlara taarruz etmesi gerekiyor. Hepi topu altmış yıl olmuş, daha yeni başlıyoruz. Tarih, asla, tek bir tarafı yaşatmıyor.

[1] Eagleton, O. (2022). The Starmer Project: A Journey to the Right. Verso Books, s. 44. [“Eagleton”]
[2] Starmer’ın savcılık karnesi için bkz.: Morgan Paulett, Keir Starmer: Riots and Spycops, Medium, 4 Haziran 2020. Erişim: https://lewdeptyl.medium.com/keir-starmer-riots-and-spycops-c562f420efae. Akt: Eagleton, s. 44.
[3] https://www.declassifieduk.org/cps-has-destroyed-all-records-of-keir-starmers-four-trips-to-washington/
[4] Eagleton, s. 131.
[5] https://www.politico.eu/article/meet-the-think-tank-secretly-shaping-keir-starmers-labour
[6] Chinn’in her görüşten kabarık bağış listesi için bkz.: Eagleton, s. 103.
[7] Eagleton, s. 124 vd.
[8] https://www.bbc.com/news/articles/cw4y9evzzppo
[9] https://www.pressreader.com/uk/featsures/20240116/281878713226993
[10] Lenin, V. I., (1913). ‘Debates in Britain on Liberal Labour Policy’, Prosveshcheniye No. 4, Erişim:  https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1912/oct/00b.htm
[11] Lenin, V. I., (1915). ‘On the London Conference’, Sotstal-Demokrat, No. 40, Erişim: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/mar/29b.htm
[12] Hardie, K. (28 Kasım 1914). Merthyr Pioneer. https://newspapers.library.wales/view/4000667/4000668
[13] https://www.birgun.net/haber/corbyn-isci-partisi-nin-sahip-oldugu-en-sol-lider-90072
[14] https://pollingreport.uk/articles/left-vs-right
[15] Eagleton, s. 125-126.
[16] Eagleton, s. 122.
[17] Eagleton, s. 113.
[18] https://www.birgun.net/makale/corbyn-ve-unutulan-secim-469627
[19] https://en.wikipedia.org/wiki/2024_United_Kingdom_general_election.
[20] https://medyascope.tv/2022/10/20/sadece-45-gun-dayandi-ingiltere-basbakani-liz-truss-istifa-etti/
[21] https://jacobin.com/2024/07/starmer-election-labour-gaza-greens