6-9 Haziran 2024 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri kıta genelinde görülen yeni siyasal eğilimlerin anlaşılması için kapsamlı bir rehber işlevi sunuyor. 2019 seçimlerinde AP’de bulunan 7 siyasal grup bu seçimlerde biraz daha farklılaşan alt gruplara bölünürken, toplamda merkezin daha sağa kaydığı, aşırı sağın ana muhalefet konumuna yükseldiği ve arayış içindeki sosyalist solun ise yeni alt-kümeler oluşturup birkaç bölge ve başlıkta göreli başarı sağlarken faşizan sağı dengeleyecek bir yükselişi kaydedemediği bir tablo sunuyor.
Seçimin en çarpıcı sonucu şüphesiz neofaşist partilerin yükselişinin birçok ülkede ciddi bir noktaya gelmiş olduğunun ortaya çıkması oldu. İtalya’da iktidar olan neofaşistleri takiben Fransa’da Le Pen’in yaygın bilinen adıyla Ulusal Cephesi (ya da yeni adlarıyla Rassemblement National) oyların %30’unu alarak birinci parti oldu. Almanya’da %16 alan AfD ikinci parti haline geldi, Avusturya’da aşırı sağ partiler oy artırdı. Aşırı sağın iki ana grubunun toplamda 130’un üzerinde sandalye ile sosyal demokratlarla ikincilik konusunda yarışacak noktaya ulaşmış olmalarının yanında, Avrupa merkez partilerinin tamamının aşırı sağ politika ve profillere yer vermeleri de toplamda faşizan eğilimin güç kazanması olarak değerlendirilmelidir.
Seçimin en çarpıcı sonuçlar çıkardığı ülke ise şüphesiz Fransa oldu. Macron’un Rönesans partisinin liderliğindeki sağ liberal Renew Europe grubunun kıta genelinde 20 sandalye kaybederek yarışı toplamda 82 sandalye ile kapattığı seçimin Fransa kısmında neofaşist Rassemblement National’ın aldığı %30luk oy oranıyla birincilik sırasına yerleşmesi Macron’a seçimleri yenileme kararı verdirtti. Aşırı sağın İtalya’dan sonra iktidara en yakın olduğu yer Fransa olarak tescillendi. Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya ve hatta İspanya gibi ülkelerdeki aşırı sağın toplamda ulaştığı oy oranları durumun kıta ölçeğinde ciddi bir noktada olduğunu gösteriyor.
Katılımın Avrupa genelinde %51 oranında gerçekleştiği seçimler bir önceki seçime oranla yaklaşık 1 puan artış söz konusu. Sandığa gitmeyen aşırı sağcı olmayan seçmenleri sandığa götürebilecek bir dinamizm ortaya koymak hem merkez hem de sol partilerin ortak sorunu olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Genel denklem açısından Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’in arkasında yer alan de facto geniş koalisyon (Merkez Sağ, Merkez sol ve “Liberaller”) 720 sandalyeli parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurmaya devam edecek. Von der Leyen’in Avrupa Halk Partisi grubu toplamda sandalye sayısında küçük bir artış gerçekleştirerek yine birinci grup olarak yarışı tamamladı. Leyen’in resmi olmayan sonuçların açıklanmasını takiben yaptığı “zafer” konuşması, aşırı sağın yükselişi karşısında merkez partilerin hala ipleri elinde bulundurduğu havasını yansıtıyor. Ancak son 10 yılda düzenli olarak artan aşırı sağ oylar merkez sağı kaygılandırmasa da geniş kamuoyunu, kadınları, göçmenleri ciddi ölçüde kaygılandıracak düzeye ulaştı.
AP Politik Grupları ve Yeni Dengeler
46 Avrupa ülkesinin temsil edildiği Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nden farklı olarak sadece 27 AB üyesi ülkenin nüfuslarına göre 6 ile 96 sandalye ile temsil edildiği Avrupa Parlamentosu 720 üyeli bir meclis niteliğinde. 1979’dan bu yana her 5 yılda bir yinelenen seçimlerde ülkelerinden doğrudan seçilen parlamenterler (Avrupa Milletvekili/MEP) birliğin temel yasama organında görev yapmaktalar. Ülkelerinden seçilen Avrupa Parlamenterleri bağımsız kalmak istemedikleri takdirde tıpkı ulusal parlamentolarda olduğu gibi siyasal eğilimlerine göre gruplar oluşturarak yasama sürecinde etkin olmaya çalışıyorlar. Bu çerçevede çoğu parti adaylarını seçim sürecinde bir ittifak ile tanımlayarak oy istiyor. Ancak seçim sürecince bir ittifakta olmak seçim sayım sürecini değiştiren bir konu değil ve isteyen parti ya da aday ittifak belirtmeksizin de yarışa katılabiliyor. Britanya’nın çekilmesi sonrası üye sayısı 705 olan 2019 seçimleri sonrasında oluşan AP’de gruplar şu şekilde idi:
Merkez Partiler Daha Sağ Söylemlere Teslim!
Avrupa Halk Partisi (EPP) Merkez Sağ partilerin ittifakı olup 176 sandalyeye sahipti. Alman Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve müttefiki Bavyera Hristiyanları (CSU), Avusturya Halk Partisi (ÖVP), İspanya Halk Partisi (PP), Portekiz Sosyal Demokrat Partisi (PSD), İtalya’nın Forza İtalia’sı ve Yunanistan’ın Yeni Demokrasi’si merkez sağ ittifakın sürükleyici partileri. AKP bu grubun Avrupa düzeyindeki platformu olan Avrupa Halk Partisi’nin gözlemci üyesidir. AKP, 2013’ten 2018’e kadar Avrupa Muhafazakâr ve Reform Partisi üyesi idi. Avrupa Halk Partisi son seçimde sandalye sayısını toplamda 13 artırarak 189 milletvekili ile en büyük AP politik grubu oldu. Avrupa Komisyonu başkanının da bu gruptan çıkması bir bakıma garantilenmiş oldu.
Kısaca SD olarak anılan merkez sol ya da sosyal demokrat olarak adlandırılabilecek Sosyalist ve Demokratlar İlerici İttifakı (S&D) 139 sandalye ile ikinci büyük grubu oluşturuyordu. Türkiye’den CHP bu grubun üyesidir. HDP geleneği de keza bu oluşumun üyesidir. Yeni seçimde sosyal demokratlar 4 koltuk kaybederek 135 milletvekili ile ikinci büyük grup oldular. Ancak neo faşistlerin iki ayrı grupta toplanması nedeniyle bu durum yanıltıcı bir gösterge olabilir. Zira faşistlerin toplam milletvekili sayıları sosyal demokrat grupla başa baş bir noktada.
Merkez sağ liberal kanat ise daha ziyade Macron’un Rönesans partisi etrafında oluşmuş bir ittifak ve adları Yenilenen Avrupa (Renew Europe), AP’nin üçüncü büyük grubuydu ve toplam 102 sandalyeye sahipti. Sağ liberal Renew Europe grubu 22 sandalye kaybederek son seçimde en ciddi kayıp yaşayan politik grup oldu.
Bu 3 merkez sağ ve sol parti toplam 417 sandalye ile fiili koalisyon/ittifakını oluşturmakta iken yeni denklemde 3 partinin toplam sandalye sayısı 404’te kaldı. Bu sayı 720 sandalyeli parlamentoda 3 partinin de facto koalisyon olarak çoğunluğu koruduğunu gösteriyor. Ursula Von Der Leyen’in liderliğini yaptığı ve adına “Büyük Koalisyon” dediği bu 3 parti grubunun da gerek göç siyasetinde gerekse NATO genişlemesi ve savaş siyasetinde birbirlerini tamamlayan politikalarının giderek daha da sağ, daha muhafazakâr ve daha militarist bir seyir izlediğini kaydetmek zorundayız. Tam da bu nedenle iddia ettikleri gibi aşırı sağı merkeze çekmekten ziyade kendileri daha uçlara gittikleri için aşırı sağ onlara artık pek de aşırı gelmiyor olmalı.
Neofaşizm İki Kanadıyla Ana Muhalefet Konumuna Yükseldi!
Merkez sağ ile otoriter aşırı sağ arasında bir ortalamaya sahip Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Grubu (ECR) 69 sandalye ile altıncı büyük grup durumunda iken, 2024 seçimlerinde 1 sandalye daha ekleyerek grup milletvekili sayısını 70’e çıkardı. Polonya’nın otoriter sağcı Hukuk ve Adalet Partisi, neo-faşist Giorgia Meloni’nin İtalyan Kardeşler Partisi, İspanya’dan Vox ve Çekya’dan ODS’nin lokomotif partiler olduğu bu oluşumda hem aşırı sağcı, neofaşist partiler hem de otoriter popülist “merkez”-sağ partiler bir arada yer alıyor.
Avrupa Parlamentosu’nun adlı adınca aşırı sağcı ya da neofaşist kanadı Kimlik ve Demokrasi Grubu (ID) 49 sandalye ile 2019’da elde ettiği etkili temsili her seçimde daha da yukarı taşıdı ve 2024 seçimlerinde 58 milletvekili ile temsil gücüne ulaştı. Almanya’dan AfD, Fransa’dan Le Pen’in Ulusal Cephe’si ve İtalya’dan Matteo Salvini’nin Liga partisinin taşıcı olduğu bu grup göçmen karşıtlığı başta olmak üzere neofaşist politikaların AP içindeki başlıca savunucusu durumunda. Avusturya Özgürlük Partisi (ÖVP) ve Belçika’nın Flaman Çıkarı (Fİ) Partisi diğer adı anılması gereken neofaşist partiler. Neofaşist Kimlik ve Demokrasi Grubu 2024 seçimlerinde en ciddi oranda vekil sayısını artıran grup oldu ve toplam vekil sayısı 58’e ulaştı.
AP’nin iki neofaşist grubu yani Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Grubu ve Kimlik ve Demokrasi Grubu Ukrayna Savaşı konusunda ABD’yi harfiyen izlemeye karşı bir yaklaşımı temsil ediyor. Öte yandan her iki grup da kadın ve Lgbti+ karşıtı muhafazakâr değerleri şiddetle savunuyorlar. Düzen karşıtı söylemleri muhalefetten iktidara geldiklerinde kayboluyor ve hızla düzen içi hale geliyorlar ancak toplumsal eşitlik ve özgürlükler konusunda izledikleri faşist tutumu ise geride bırakmıyorlar. Tam da bu nedenle neofaşistlerin merkez partilerden farkı yok, düzenin farklı fraksiyonları diye yaklaşmanın toplumsal maliyeti hiç de küçük olmuyor.
Liberalleşen ve Militaristleşen Yeşiller Ciddi Güç Kaybetti
Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı (Greens/EFA) liberal ekolojist bir grup olarak tanımlanabilir. İçlerinde sol liberallerin de yer aldığı grup son yıllarda daha sağ neoliberal ve militarist politikalara imza attı. Alman Yeşilleri bu oluşumun tek başına üçte birlik kısmını oluşturuyor ve onun kendi ülkesindeki iktidarının başarısız performansı genel grubun da toplam güç kaybetmesinin başlıca nedeni. Alman Yeşilleri dışında İsveç, İrlanda ve Avusturya Yeşilleri ile Çekya Korsan Partisi, Avrupa Yeşiller grubunun diğer önemli bileşenleri. Yeşiller Grubu sahip oldukları 71 sandalyeden 19’unu kaybederek 52 vekilli bir grup haline geldiler. Macroncu liberallerle birlikte en sert düşüş yaşayan iki gruptan biri olan yeşillerin tabanından sol, sosyalist ve sosyal demokrat üyelerin büyük tartışmalar açacaklarını şimdiden söyleyebiliriz.
Sosyalist Sol Yol Arayışında ve Ayrımında
Avrupa Birleşik Solu – İskandinav Yeşil Solu (GUE/NGL) sosyalist/komünist partilerin AP düzeyindeki ittifak grubunu temsil ediyor. Bu grupta yer almayıp bağımsız kategorisinde yer alan komünist parti milletvekilleri de mevcuttur.
Sosyalist solun toplamda sandalye sayısını koruduğu ve grupsuzlar arasından girenler de sayıldığında oyunu çok az da olsa yukarı çektiği söylenebilir: Avrupa Sol Partisi grubunun 37 olan vekil sayısı 1 azalarak 36 oldu. Ancak örneğin Almanya Sol Partisi vekil kaybederken bu gruptan ayrılan başka bir sosyalist grup hatırı sayılır bir oy alarak toplamda sosyalist sol vekil sayısını bir parça yukarı çıkardı.
Ancak sosyalist sol, aşırı sağın belirgin yükselişi karşında sandalye sayısını korusa bile kendisini krizde sayıyor. Bu doğal ve kaçınılmaz bir sorgulama alanı açıyor. Yoksul emekçi sınıflar sosyalist sol yerine neden aşırı sağın yörüngesine giriyor, bu eğilim tersine nasıl çevrilebilir?
Bu sorgulama Avrupa düzeyinde önemli yeni arayış mecralarını ortaya çıkardı. Bunlardan en önemlisi Almanya Sol Partisinden (Die Linke) ayrılan Sahra Wagenknecht liderliğindeki BSW Bloku’dur. AFD tabanına kayan oyları yeniden solda toparlayacak bir dinamizmle 2024 başlarında ortaya çıkan Sahra Wagenknecht Bloku (BSW) ilk önemli sınavını 2024 AP seçimlerinde verdi ve yaklaşık %6 oy alarak Almanya sosyalist solunun en büyük partisi haline geldi ve AP’ye 6 vekil göndermeyi başardı. Die Linke ise 2.7 oy oranıyla 3 vekil kazandı.
Avrupa Sol Partisi’nin baş adayı (lead candidate) Walter Baier kabaca sandalye sayısını küçük bir düşüşle de olsa koruduklarını ve mücadelelerine aynı şekilde devam edeceklerini söylerken, seçim gecesi kendisine sorulan Sahra Wagenknecht Bloku (BSW) ile birleşip birleşmeyecekleri sorusuna cevaben BSW’nin hem sağ hem soldan oy alan bir parti iddiasında olduğu ve dolayısıyla bu konuda şu anda yorum yapamayacağını söyleyerek Die Linke’deki taze bölünmenin Avrupa solundaki etkilerinin devam ettiğini ortaya koymuş oldu.
2019’da 61 olan bağımsız, daha doğrusu grupsuz AP milletvekilleri kategorisinde ise söz konusu gruplara yakın olmakla birlikte tam olarak bu gruplara angaje olmamayı tercih etmiş farklı eğilimlerden vekiller yer alıyordu. Bu sayı 2024 seçimlerinde 52’de kaldı. Bunlar içerisinde Yunan Komünist Partisi (KKE) 2 vekile sahip, Litvanyalı Rus Bloku ve Katalanlar gibi etnik temsiliyeti ön planda olan vekiller de grupsuz çalışmayı tercih edenler arasında.
Sonuç
Son 10 yılda artan göçmen dalgası mı, merkez partilerin Ukrayna savaşını takiben artan yaşam maliyetlerine, temel iç ve dış siyaset başlıklarına kitleleri ikna etmekten uzak tutumları mı, yoksa neoliberal güvencesizlikler çağında konspiratif kolaycı popülist aşırı sağ siyasetin etkili hamleleri mi mevcut sonucu ortaya çıkardı tartışılabilir. Muhtemelen hepsi bir arada. Buna mutlaka sosyalist solun tarihsel rolünü oynamaktan uzak stratejik eksiklikleri de eklenmeli. Ülke ülke, yaş kuşakları ve sınıfsal konumlar açısından seçmen davranışı detaylıca çalışılacaktır muhakkak. Ancak ister aşırı sağ diyelim ister neofaşist, Avrupa’da yükselen muhafazakâr, ırkçı ve otoriter dalga ciddiye alınmayacak gibi değil.
Avrupa merkez partilerinin “aşırı sağın artık eskisi gibi aşırı olmadığı, aşırılıklarının budandığı” söylemi tam da bu noktada reddedilmelidir. Elbette koşullar birebir aynı değil ama Hitler’in yükselişi sürecinde Batılı merkez “demokratik” ülke ve partilerin izlediği yatıştırma (“appeasement”) politikası bir kez daha ısıtılarak karşımıza çıkartılıyor.
Faşistlere faşist dememek, onları meşrulaştırarak merkeze çekme politikası bir kez daha çökmeye mahkum. Faşistlere faşist demeye, faşistlerle nasıl mücadele edilecekse öyle mücadele etmeye çağırmak gerekiyor.
Sosyalist solun geniş cepheler kurmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı var ancak bu düzen partilerinin “aşırılığı” arındırılmış ırkçı-muhafazakâr-sağ politikalarıyla müttefik olmak anlamında olmamalı. Zira krizler çağında geniş halk yığınları tam da “düzen” siyasetinde çıkış bulamadıkları ölçüde faşizan eğilimlere açık hale geliyorlar. Düzen dışı, gerçekçi ve radikal bir sosyal siyaset ile halkın temel sorunlarına aşağıdan yanıtlar üretebilecek en geniş toplumsal-siyasal cephelere ihtiyacımız dünden daha da yakıcı hale gelmiştir.