14 Mayıs 2023 genel seçimlerini takiben etkisini daha da fazla hissettiren Yeniden Refah Partisi 31 Mart 2024 yerel seçimlerine de büyük umutlarla hazırlanmıştı. Bu umut kof bir hayalden ziyade sokakta emarelerinin görülebileceği bir beklentinin dışavurumuydu. Neticede 14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde %2.8 oy oranıyla meclise 4 vekil sokmayı başaran Yeniden Refah Partisi, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden en çok oy alan üçüncü parti olarak çıktı. 1 büyükşehir, 1 il belediyesi 37 ilçe belediyesi, 23 belde belediyesi ile 1000’in üzerinde belediye meclisi üyesi kazandı. Elbette etraflıca bir değerlendirmeyi hak eden bu tablodan hareketle Yeniden Refah Partisi’nin omurgasını ve seslendiği toplumsal tabanı seçim sonuçları ile birlikte değerlendirmeyi amaçlayacağız.
Omurga: Yine 94 Ruhu
Yeniden Refah Partisi, siyaset sahnesine Milli Görüş geleneğini temsil eden partilerden biri olarak çıktı. Yeniden Refah Partisi’nin kuruluşuna gelmeden evvel filmi biraz geriye sarmak gerek. Milli Görüş’ün hiç şüphesiz en etkili partilerinden biri olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından Fazilet Partisi kurulmuş ve bu partinin sonu da Refah Partisi’nden farklı olmamıştı. Fazilet Partisi’nin kapatılması ile birlikte Milli Görüş içinde etkileri epeydir hissedilen yeni bir yol ayrımı meydan gelmiş, bu yol ayrımı neticesinde Necmettin Erbakan ve beraberindeki “gelenekçiler” Saadet Partisi’ni meydana getirmiş; Recai Kutan’a karşı 14 Mayıs 2000 tarihli kongrede aday olan Abdullah Gül ve elbette Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte hareket eden “yenilikçiler” Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurarak yollarına devam etmişti. Her ne kadar AKP kanadı, Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ifade etse de bu süreç aslında Milli Görüş içindeki ilk ayrı partileşme faaliyeti olarak kabul edilebilir. Ardından, Saadet Partisi sonra bir kez daha bölünecek ve Numan Kurtulmuş öncülüğünde bir Halkın Sesi Partisi kurulacak ve neredeyse iki yıllık bir serüvenin ardından bu parti kurmay heyeti ile birlikte AKP’nin bünyesine katılacaktı.
Tüm bu koşullar altında Milli Görüş’ün çatı partisi olarak varlığını sürdüren Saadet Partisi içinde sonrasında yeniden çeşitli ayrılıklar baş gösterdi. Yeniden Refah Partisi’nin kuruluşuna giden sürecin iç nedenleri belki başka bir yazının konusu olabilir ancak bu nedenler kabaca şu başlıklarda toplanabilir: Necmettin Erbakan’ın şahsında somutlanan Milli Görüş çizgisinden uzaklaşma, parti içindeki liderlik krizi ve partinin istikametinin CHP öncülüğündeki muhalefet ile aynı yörüngeye girmesi. Bu nedenler, ayrılığı somutlayan nedenler olmakla birlikte Yeniden Refah Partisi’nin siyasi istikametini göstermesi bakımından da izler taşıyor.
En temelde bu üç başlığı bir nebze olsun açmak ve detaylandırmak gerekir. Milli Görüş’ün mazisi Necmettin Erbakan’ın siyaset sahnesine dahiliyeti ile vücut bulur desek yanlış olmaz. Bilhassa Milli Görüş’ün ortaya çıktığı dönemde İslamcı hareketlerin özellikle oy kullanmaya ve seçimlere bakışında bugünkü gibi bir uzlaşının varlığından söz etmek mümkün değil. Cüzi iradeye sahip beşerin oy kullanmasının veya başka bir deyişle Allah’ın düzeni ile yönetilmeyen bir ülkede karar verici olmanın şirk teşkil edeceği yönündeki anlayışın o dönem İslamcı kamuoyunda yerleşik bir temelinin bulunduğunu ifade etmek gerekir. Milli Görüş ve pek tabii Necmettin Erbakan ilk olarak, oy kullanmanın ve haliyle seçimlerin İslamcı hareketin elinde bir enstrümana dönüşebileceğini ve arzu edilen düzenin tesisi bakımından son derece işlevsel olabileceğini anlatmakla başlamıştır işe.
Hal böyle iken, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve ardından kurulan tüm siyasi partiler belli aşamalarda arzu edilen düzenin tesisi bakımından Milli Görüş için kimi somut kazanımlar tesis edebilmiştir. Bu yüzden de Necmettin Erbakan ve ona atfedilen çizgi gerektiğinde, CHP ile koalisyon kurmuş, dönemin etkili kuvvetlerinden biri olan ordu ile çeşitli müzakere süreçleri yürütmüş ancak kendi gündemini ve ajandasını da dönemin ikliminin elverdiği ölçüde yürürlüğe koymaya gayret göstermiştir. Bu yüzden Necmettin Erbakan ve ona atfedilen çizgi neyin nereden ve ne maksatla okunduğuna göre son derece değişebilmektedir. Burada özellikle hatırlatılması gereken husus, Saadet Partisi’nin Necmettin Erbakan’ın yaşamda olduğu sırada AKP’nin karşısında bir tutum aldığı ve bu tutumu Necmettin Erbakan sonrasında da devam ettirdiğidir. Necmettin Erbakan’ın vefatından sonra, arka kapıdan kaçanlar olarak tanımlanan Erbakan öğrencilerinin partisinin içinde erime korkusu ile Saadet Partisi, CHP’nin kendisinin sağına doğru büyük salvolar gerçekleştirdiği ve helalleşme naraları attığı bir dönemde kendisini CHP’nin yamacında buldu. Hal böyle olunca partinin kurmayları birden CHP-MSP koalisyonunu hatırladı ve kendi toplumsal tabanının bu birlikteliğe rızasını imal etmek üzere Necmettin Erbakan’ın o dönemki konuşmalarını dolaşıma sokmaya adadı. Özetle bu Saadet Partisi’nin kendi iç gündemine ziyadesiyle emek ve zaman ayırması sebebiyle de toplumsal bağlarını yitirmesi nihayetinde siyasetsizliğe mahkum olması anlamına geliyordu.
Sahiden de Saadet Partisi Necmettin Erbakan çizgisinden uzaklaşmış olabilirdi. Ancak bunun tespitinin yapılabilmesi Necmettin Erbakan’ın çizgisinin ne olduğunu ortaya koymakla ispat edilebilir. Fatih Erbakan’ın konuşmalarında yer alan ifadeler, liderlik mücadelesinin politik mahiyetini tesis etmek için bir çıkış arayışı olduğu kanaatimizi güçlendirmektedir. Fatih Erbakan’ın konuşmalarında ifade ettiği ayrılık nedenleri, Necmettin Erbakan’ın çizgisinden uzaklaşma ve CHP yörüngesine girme olarak özetlenebilir. Bununla birlikte, erken dönem konuşmalarında ayrılık nedenlerini 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında Recep Tayyip Erdoğan ve Saadet Partisi’nin gönlündeki çatı aday Abdullah Gül üzerinden okuyan Fatih Erbakan, Abdullah Gül’ün siyonizmin neferi olduğunu ve adil düzen karşısında liberal düzenin bir taşıyıcısı olduğunu ileri sürerek eleştiriyor. Adil düzenin, liberal düzenin dışında bir pozisyon olduğu iddiasını ilerleyen satırlarda tartışacak olmakla birlikte Fatih Erbakan’ın söz konusu ifadelerinin aslında parti içi çıkışı meşrulaştıracak bir politik hamle arayışından doğduğunu gösteriyor. Kaldı ki aynı konuşmada Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ü eşitleyen ve tabiri caizse bu adaylığın “tencere dibin kara, seninki benden kara” olduğunu ifade eden Fatih Erbakan, 14 Mayıs seçimleri öncesinde Cumhur İttifakı’na katılmakta bir beis görmemişti. Nitekim Cumhur İttifakı’na katılım sürecinde partinin büründüğü ikircikli tutum, Necmettin Erbakan’ın çizgisini savunmaktan ziyade Milli Görüş geleneğinin hamisi olacak bir siyasi parti var etmenin yollarının arandığını doğrulamaktadır. Bu nedenle de Necmettin Erbakan’ın çizgisi Mesnevi’de yer alan karanlıktaki fil hikayesini andırıyor. Politik bir fırsatı yaratacak hikayeye filin neresi imkan sağlıyorsa orası fil kabul ediliyor.
Bu itirazlar Yeniden Refah Partisi’nin yola çıkış hikayesinin dayanakları olarak kabul edilmekle birlikte partinin siyasi istikameti bakımından hala belirgin işaretler içeriyor. Temel sorun parti içindeki liderlik krizi de olsa bunun siyasi motivasyonunu ve kamuoyuna sunulan yönünün Necmettin Erbakan çizgisinden uzaklaşma ve CHP yörüngesine girmek olarak anlatma konusunda Yeniden Refah Partisi görece başarılı bir sınav vermiş görünüyor.
Bilhassa AKP’nin varlığı ve yirmi yılı aşkın süredir hakim siyasi parti haline geldiği bir tabloda Milli Görüş hareketi ve özellikle Saadet Partisi kendi hikayesini yitireli epey olmuştu. Yeniden Refah Partisi’nin bu süreçte elini kolaylaştıran ve kendi deyimleri ile ifade etmek gerekirse “dil ile amel” birlikteliği yaratmaya imkan sağlayan belli avantajları bulunuyordu. Her şeyden evvel “AKP’nin günahlarına ortak olmamak” Yeniden Refah Partisi için önemli bir parametre olarak kabul edilebilir. Yirmi iki yıllık AKP iktidarı boyunca, AKP’nin günahları olarak tarif edilebilecek ve Milli Görüş için asla cevaz verilemeyecek işlerin sorumluluğunu taşımıyordu Yeniden Refah Partisi. Bu nedenle, temiz bir sayfadan söz edebilmek ve bu temiz sayfayı anlatabilmek bakımından AKP’ye kıyasen eli çok daha güçlüydü ki bu da çeşitli manevra imkanları sağladı Yeniden Refah Partisi’ne.
Özellikle 14 Mayıs seçimleri öncesinde pazarlık gücünü yükseltmek adına bu enkaza ortak olunmayacağına dair açıklamalar yapan Yeniden Refah Partisi, akabinde “sorumlu” bir tutum alarak “ülkenin bekası” için Cumhur İttifakı’na katıldığını açıklamış ve AKP ile “Adil Düzen”in ilkeleri bağlamında bir programda uzlaştıklarını açıklamıştı. Aradan geçen süreye rağmen bu programın ne olduğu hala muallak. Ayrıca 31 Mart seçimleri öncesinde de tüm ittifak sürecinin il ve ilçe pazarlıkları üzerinden yürümüş olması da Necmettin Erbakan çizgisine dair tezimizi doğrular nitelikte. Yeniden Refah Partisi’nin 14 Mayıs seçimleri öncesinde bir siyasi özne olarak varlık göstermesi ve son ana kadar bunu hissettirecek bir tutum içinde olması, sözünü ettiğimiz “sorumlu” tutumun etkisini artırdı. Yıllardır AKP’nin programından rahatsız olmasına karşın sığınılacak bir liman bulamayan Milli Görüş tabanı için şimdi yeni bir adres belirmişti. Kısmen veya tamamen aynı kulvarı temsil eden ama siyaset sahnesinde, vekil pazarlıklarında olduğu kadar maharetli olamayan partilerin aksine Yeniden Refah Partisi, 2000’li yıllarda AKP’nin seslendiği “Ekmek Teknesi” mahallesine seslenebilme hüviyetini haizdi. Bu hüviyetin başlı başına yeterli olduğunu söylemek doğru olmasa da bunun da belirgin olduğu bir stratejiyle Cumhur İttifakı listesi altında kendi adı ve adayları ile seçime giren Yeniden Refah Partisi etkisini ve gücünü hissettirecek bir netice aldı. Bu neticenin nedenlerini ikinci bölümde detaylı biçimde açıklamaya gayret edeceğiz.
31 Mart seçimleri öncesinde ise Yeniden Refah Partisi’nin önünde ciddi bir kulvar açılmıştı. Yeniden Refah Partisi’nin sorumlu tutumu kendi toplumsal tabanında yer etmiş ve aynı kulvarı temsil eden siyasi partilerin aksine parti ciddi bir seçmen desteği ile taltif edilmişti. Partinin üye sayısı gözle görülür biçimde artmış ve Erbakan soyadı ile birlikte Milli Görüş’ün hakim partisi algısı Yeniden Refah Partisi ile bağdaşım yakalamıştı. Milli Görüş tabanında tesis etmeye çaba gösterdikleri “bizim çocukların çamura bulanmamış olanları” hissi, “94 Ruhu” hikayesinin Yeniden Refah Partisi tarafından yeniden yazılmasına yarayacaktı. Bu hikayeyi yeniden inşa etmek adına siyasi bir tutum almak yerine ittifaklar eliyle kendi tabanını siyasetsizliğe mahkum eden Saadet Partisi karşısında Yeniden Refah Partisi, hem bu omurgadan hareketle hem de “94 Ruhu” olarak tarif edilen, nostaljinin güvenli kucağına ve ortak anlatı olarak kabul edilebilecek Refah Partisi belediyeciliğine yaslanan bir dil inşa etti: açlığın ve yoksulluğun sorumlusu olmayan ama “refahın, faziletin ve saadetin” hamisi bir dil.
Toplumsal Taban: Yeni Adil Düzen
Yeniden Refah Partisi’nin Necmettin Erbakan’ın çizgisini temsil ettiği yönündeki iddiasını yukarıda aktarmıştık. Necmettin Erbakan ile özdeşleşen ve politik bir diskur halini alan “adil düzen” kavramı esasında Necmettin Erbakan tarafından kaleme alınan “Adil Ekonomik Düzen” başlıklı kitaba dayanıyor.[i] Necmettin Erbakan, bu çalışmada ekonomik düzeni tahlil etmekte ve “adil düzen” adı verilen bir program önermektedir. Başlıkta ifade edilen yeni adil düzen çerçevesi ise Yeniden Refah Partisi’nin söz konusu programı, bugüne ne ölçüde ve ne şekilde iktibas ettirebildiğine dairdir. Dolayısıyla bu tasniften muradımız, Yeniden Refah Partisi’nin yepyeni bir program ortaya koymasını izah etmek değil, mevcut koşullara söz konusu programı güncelleme gayesini somutlaştırmaktır.
Fatih Erbakan’ın Abdullah Gül’e dair eleştirilerini, kendisinin liberal bir ekonomi modelinin savunucusu olması üzerinden yönetmiş olmasının haklılık payı taşıdığı açık. Zira Abdullah Gül, uluslararası finans çevrelerinin ve sermaye sınıfının bir temsilcisi olarak farklı konumlarda uzun bir süre görev ifa etti. Görevi hala son bulmamış olacak ki her kritik dönemeçte, toplumsal muhalefeti hizaya çekmek; toplumsal muhalefetin ve onun taleplerinin düzenle uyumlulaştırılmasını, uysallaştırılmasını sağlamak için karabatak misali baş gösterip kayboluyor. Bu yüzden Yeniden Refah Partisi’nin Abdullah Gül’e ilişkin itirazlarının haklılığını kabul etmekle birlikte “adil düzen”in temelde ne söylediğini tarif etmek ve bu programın nasıl bir siyasi stratejiye kapı araladığını incelemek gerekir.
Adil düzen, mevcut ekonomik düzeni bir köle düzeni olarak tarif ediyor, bu düzenin ayaklarını ise emperyalizmin, siyonizmin ve modern müstemlekeciliğin oluşturduğunu teşhis ediyordu.[ii] Bu “teşhis” emperyalizm ve siyonizmin bir sömürü düzeni oluşturduğunu ve köleliğin de “faiz düzeni” eliyle gerçekleştirildiğini aktarırken bu düzenin beş mikroptan müteşekkil olduğunu aktarıyordu: faiz mikrobu, haksız vergi mikrobu, darphane mikrobu, kambiyo mikrobu, kredi sistemi mikrobu.[iii] Metin baştan ayağa emek-sermaye çatışmasını perdelemek amacıyla emek-faiz ikiliğini ortaya koymakta ve gelir dağılımını emeğin payı ile faizin payı olarak karşı karşıya getirmektedir. Bu kavramsallaştırmanın politik sahada elbette bir karşılığı bulunmaktadır. Bu sayede Milli Görüş, adil düzen derken adaletin emekten yoksun değerlendirilemeyeceğini kavramış ve hatta kabullenmiş olmakta ve düzenin temel çelişkisini tehdit etmeyecek bir şekilde sermayeye beş mikroptan vücutlarını arındırmayı salık vermektedir.
İşte tam da bu yüzden kapitalist sistemine dair yanıtı köle düzeni olarak doğru biçimde verirken Milli Görüş programının gidiş yolu ve çözüm yolu son derece isabetsizdir. Fatih Erbakan’ın ifadesinin aksine, esas alınan bu programın Abdullah Gül’ün paradigmasından farklı bir yere oturması mümkün olmadığı gibi bu yönde samimi bir niyet de pek tabii ki yoktur. Adil düzenin programının yaklaşımının İslamiyet’e uygun bir yaklaşım olduğu ileri sürülebilir. Nitekim İslamiyet ile birlikte de kölelik yasaklanmamış; köleliğin çerçevesi, sınırları ve koşulları belirlenmiş köle edinilmesi görece zorlaştırılmıştır. Adil düzenin önerdiği de esasında farklı değildir. Emeğin sermaye karşısındaki konumunu denkleme dahil etmeyen bir programın emeğe sunacağı yegane şey, bu sömürünün çerçevesini, sınırlarını ve koşullarını belirlemek olabilir. Dolayısıyla, adil düzen yaklaşımını liberal düzenin karşısında konumlandırıp Yeniden Refah Partisi’nin düzen dışı bir aktör olarak tarif edilmesi, seslenebildiği emekçi kesimlerde vuku bulan ve düzeni tehdit eden talepleri ve itirazları depolitize ederek düzenin sınırları içine hapseden hattını inkar etmek anlamına gelir.
Bu programın politik çıktılarından bahsetmek gerekir. Yeniden Refah Partisi programında adil ekonomik düzen vurgusu yer almakta ve parti politik istikametini buradan kurmaktadır. 14 Mayıs seçimleri öncesinde bu politik istikametin karşılık bulduğunu ve iktidar bloku içinde bir yarık meydana getirdiğini ilk elden söyleyebiliriz. Yazının ilk bölümünde vurgulamış olduğumuz Milli Görüş tabanına seslenme hüviyetini sahip Yeniden Refah Partisi’nin önünde çok ciddi bir imkan vardı: ekonomik tablo.[iv]
Adil düzenin anlatılabilmesi için yaratılacak ikilik öteden beri bellidir. Emek ve faiz ikiliğine yaslanan bu yaklaşım politik sahada iki ayrı toplumsal kümeye seslenme imkanı taşır. Yeniden Refah Partisi, sözünü AKP’nin seslendiği, temas edebildiği mahalle içindeki iki ayrı toplumsal kümeye doğru kurdu. İlki, mevcut ekonomik düzenin bedelini ödeyen emekçi kesimler, ikincisi de uluslararası finans çevrelerinin beklentisini taşıyan faiz politikasının olumsuz sonuçlarının muhatabı olan sermaye grupları. Milli Görüş’ün seslenebildiği tabanın içindeki bu iki ana aksa odaklanan Yeniden Refah Partisi, İslamcı bir programın gerektirdiği kimlik siyasetine dair unsurların yanı sıra sahadaki ve sokaktaki örgütlenme faaliyetini bu bağlamda inşa etti.
14 Mayıs seçimleri öncesi ekonomi yönetiminde çeşitli zikzakların yaşandığı malum. Uluslararası finans çevrelerinin beklentilerinin ifadesi olan “ortodoks” ekonomi yaklaşımı ile Külliye bünyesinde nihai halini alan “heterodoks” ekonomi yaklaşımı içeride bir mücadele içerisindeydi. Bu mücadele bakanların, merkez bankası başkanlarının görevden aflarını istemelerine neden oldu. Berat Albayrak’ın “değersiz Türk lirası, değerli ekonomi” yaklaşımının da ana akım ortodoks iktisat politikalarının da bir maliyeti vardı. Yeniden Refah Partisi ise her iki senaryoda da bu maliyeti tahsil edebilecek toplumsal kesimlere seslenmenin avantajını taşımaktaydı.
Berat Albayrak ve ardıllarının çizgisi ekonomik büyümeyi elbette sermaye karlılığı üzerinden merkezine almayı ve faiz politikasını da bu maksatla mümkün olduğunca düşük seviyelerde tutmayı amaçlıyordu. Faizlerin aşağı çekilmesinin ve döviz kurunun yarattığı yüksek enflasyon emekçi kesimlerde alım gücünün akıl almaz düzeyde düşmesine yol açtı ve özellikle emeklilerin yaşam koşullarının açlık sınırında bir mertebeye tutunmasına neden oldu. Bu Yeniden Refah Partisi için bir imkandı. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki hükümetin adil düzen yaklaşımının en somut çıktılarından biri olarak hatırlanan “emekli maaşlarına yüksek miktarda yapılan zam”, Yeniden Refah Partisi’nin emeklilere seslenmesine ve Refah ile AKP arasındaki mukayeseye imkan tanıyordu. Nitekim öyle oldu. Ayrıca kendilerini dindar olarak tanımlayan emekçiler için de yüksek enflasyon faiz düzeninin bir çıktısı olarak anlatılmaya müsaitti ve Yeniden Refah bu yönde bir politik diskur tutturdu. Bunun sermayenin üzerinde uzlaştığı yüksek karlılıkla ve ihracatla kaim düzenin yani emek-sermaye çelişkisinin bir çıktısı olduğunu anlatmak yerine topyekün “faiz mikrobu”nun bir çıktısı olduğunu aktarmak tercih edildi. Zira eşzamanlı olarak Yeniden Refah Partisi’nin hedefine aldığı bir diğer toplumsal küme olan belki de “Anadolu kaplanları” olarak ifade edilebilecek sermaye grupları için hayli karlı bir dönem yaşanmaktaydı. Düşük faiz ile kredi bulma imkanı vardı ve bu ekonomik tablonun faturasını emekçiler yüksek enflasyon ile öderken değersiz TL’nin imkanları ile ihracat yapan sermaye grupları için işler yolunda gidiyordu. Yeniden Refah Partisi, emekçi ve emekli kesimlere seslenirken, “dil ve amel” birliği konusunda da adil düzene uygun bir yaklaşımı tesis etmiş oldu.
Mehmet Şimşek’in şahsında somutlaşan ancak 14 Mayıs seçimleri öncesinde de birkaç kez denenen ve serüveni kısa süren “ortodoks” yaklaşım da yine Yeniden Refah Partisi’nin seslendiği toplumsal kesimler bakımından başka fırsatlar sunuyordu. İktidarın ekonomideki manevra kabiliyetini son derece daraldığı bir dönemde iktidarı almaya hazırlanan muhalefetin ekonomi programı da Şimşek programından bariz farklar içermedi. İçerdiyse de ekonomi yaklaşımının sözcüleri ve vitrindeki yüzleri farklı bir intiba uyandırmadı. 14 Mayıs seçimleri ertesinde Şimşek ekonomi dümeninin başına geçti ve programını uygulamaya koydu. Bu sayede, Yeniden Refah Partisi’nin 31 Mart yerel seçimleri öncesinde dayandığı her iki toplumsal kümeyi de konsolide edebileceği bir tablo ortaya çıktı.
Şimşek programı, enflasyonu düşürmek saikiyle bir ekonomi reçetesi sunuyordu ve hala sunuyor. Bu reçete pek tabii uluslararası finans çevrelerinin programı ile uyumlu, yurtdışından gelecek sıcak paraya yaslanan, ücretlerin baskılanmasını, faizlerin de “heterodoks” yaklaşımın aksine mümkün olduğunca yükselmesini amaçlıyordu. Her iki yaklaşımın da bedelini emekçilerin ödediğini söylememize lüzum yok. Öte yandan bu program önceki programın aksine “Anadolu Kaplanları” için de belli riskler ve tehditler taşıyordu. Nitekim Yeniden Refah Partisi için bulunmaz bir nimet oldu Mehmet Şimşek’in varlığı. Zira hem uluslararası finans çevrelerinin programını uygulaması itibariyle “köle düzeni” olarak tanımlanan düzeni oluşturan çevreleri temsil ediyordu hem de “faiz mikrobu”nun tecessüm edebileceği bir başat figürlerden biri olarak görülüyordu. 31 Mart seçimleri öncesinde emeklilere ve asgari ücretlilere ilişkin iyileşme taleplerine de sert biçimde kapıyı kapatan Mehmet Şimşek, faizlerin ve haliyle kredilerin maliyetinin artışı ile birlikte “Anadolu Kaplanları” için de rahatsızlık yaratıyordu. Böylelikle Mehmet Şimşek, Yeniden Refah Partisi’nin 31 Mart’ta hasadını toplayacağı toprağa tohumları çoktan atmıştı.
Netice: Yeniden Refah
Yazının ilk bölümünde Yeniden Refah Partisi’ni meydana getiren koşulları, itirazları ve partinin omurgasını tarif etmeye çalıştık. Elbette bunlar bir siyasi partinin toplumsal karşılık bulması için yeterli gelmeyebilir. Bu nedenle ikinci bölümde Yeniden Refah Partisi’nin dayandığı ve seslendiği toplumsal tabanı ortaya koyma ihtiyacı hissettik. Bu son bölümde ise 31 Mart seçimleri ekseninde Yeniden Refah Partisi’nin elde ettiği neticenin seçim süreci bağlamında tahlilini yapmaya gayret edeceğiz.
Yerel seçim dinamiklerinin genel seçim dinamiklerinden farklı olduğu pek çok kez yazıldı, çizildi. Bu yüzden işin bu tarafını uzun uzadıya anlatmak gayesi taşımamakla birlikte, birkaç noktanın altını çizme ihtiyacı duyuyoruz.
“Klâsik anayasa hukukunu bilen, fakat partilerin rolünden bihaber olan bir kimse, çağdaş siyasî rejimler hakkında yanlış bir fikre sahiptir; partilerin rolünü bilen, fakat klâsik anayasa hukukundan malûmattar bulunmayan bir kimse ise, çağdaş siyasî rejimler hakkında eksik, fakat doğru bir fikre sahip olur.”[v]
Bu ifadelerin sahibi Fransız Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukukçusu Maurice Duverger de eksik fakat doğru bir fikre sahiptir. Zira çağdaş siyasi rejimleri anlamının yolu siyasi partileri anlamaktan geçmekteyse de siyasi partileri anlamanın yolu da seçim sistemini anlamaktan geçer. Seçim sistemi, günün sonunda, siyasi partilerin örgütlenmelerini de seçmen davranışlarını da doğrudan belirleyici bir öz taşır. Kamuoyunda yapıldığı biçimiyle seçimlere mutlak, aşkın ve tarih dışı anlamlar yüklemek çağdaş siyasi rejimleri anlamak bakımından doğru bir yöntem sunmaz. Doğru yöntem, tarihsel koşulları ve bağlamları merkeze alan ve seçim sistemi de dahil olmak üzere seçimleri bu bağlam üzerinden okumaktır. Seçim sistemleri bizatihi bu yüzden üstlendikleri işlev ile seçimleri manipüle edebilme vasfı taşır. Bu yol ile seçmen davranışı doğrudan yönlendirilir, kimi seçenekler daha makul, tutarlı ve gerçekçi kılınır.
Yerel seçim sisteminin Türkiye’nin en anti-demokratik seçim sistemlerinden biri olduğu konusunda hiçbir şüphe yok. İşin belki de tuhaf yanı bu hususun asla ve kata gündeme gelmiyor olması. AKP’nin en büyük muratlarından biri olan ancak bir türlü arzu ettikleri düzeyde toplumsal rızayı sağlayamadıkları dar bölge seçim sisteminin bir başka formu olarak tarif edebiliriz yerel seçim sistemini. Bu sayede bir seçim çevresinde en çok oyu alan aday seçimi kazanıyor, belediye meclis üyelikleri ise o seçim çevresinde %10’dan fazla oy alan siyasi partilerin oylarından %10’luk kısım çıkarılarak dağıtılıyor. Hem en çok oyu alan siyasi parti kontenjan belediye meclis üyeliklerini kazanıyor hem de ikinci olan siyasi partiye karşı katsayısı artırıldığı için daha fazla meclis üyesi çıkarabiliyor. İlçe belediye meclisinden büyükşehir belediye meclisine gidecek üyelerin belirlenmesi ise apayrı bir garabet olarak karşımızda duruyor. Peki tüm bunlar neye yarıyor? O seçim çevresinde seçimi kazanabilecek en güçlü partinin veya adayın etrafında seçmenlerin kümelenmesine. Dolayısıyla ilk elden şunu söylemek mümkün, bu “adil olmayan” sistem değiştirilmedikçe bu tablonun münferit örnekler dışında farklı bir tablo sunması çok güç. Toplumun tercihlerini, iradesini yansıtması ise neredeyse imkansız. Bu durum, yerel seçim dinamiklerinin seçim sistemine dair kısmına ilişkin bir özet olarak kabul edilebilir. Bir de bu duruma ilişkin olarak yerel seçimin kendine özgü dinamiklerinden söz etmek gerekir.
Yerel seçimler, aday unsurunun belki de en belirleyici olduğu seçimler olarak kabul edilebilir. Siyasi partiler arası geçişlerin veya bağımsız adaylaşmanın karşılık bulduğu, yerel güç ilişkilerinin ve dağıtım ağlarının seçim sonuçlarına tesir edebildiği bir süreçten söz ediyoruz. Belediye meclisi üye listelerinin, belediyelerin maddi imkanlarını bölüşmek için pay edildiği bu seçimlerde merkezi müdahaleler sanıldığı kadar belirleyici bir rol oynamayabiliyor. Hal böyle iken, tam da bu ahval ve şerait içinde 31 Mart seçimlerine gidildi.
Yeniden Refah Partisi’nin dayandığı toplumsal tabandan hareketle nasıl bir örgütlenme stratejisi yürüttüğünden bahsetmiştik. 4 Nisan 2021 tarihinde 120 bin 736 üyesi olan Yeniden Refah Partisi 3 Ocak 2024 tarihi itibariyle üye sayısını 365 bin 767’ye çıkarmış ve Saadet Partisi ile arasındaki üye sayısı makasını açmıştı. Siyasi partilerin üye sayıları da istatistikler gibi her şeyi anlatmasalar da çoğu şeyi anlatırlar. Bu tablo Milli Görüş geleneği içinde Yeniden Refah Partisi’nin hatırı sayılır bir üyeye ulaştığını ve yerel seçimlerde bu kitleyi harekete geçirebilmesi bakımından önemli bir kuvvet taşıdığını göstermekteydi.
Necmettin Erbakan’ın çizgisine tekrar dönecek olursak, Milli Görüş geleneğinin seçmen davranışı muhalif kamuoyunun seçmen davranışından farklılık taşıyor. Bunun ilk nedeni sözünü ettiğimiz üzere İslamiyet ile seçimler arasındaki ilişki. Bir diğer nedeni ise muhalif kamuoyundaki “Yeter ki AKP kazanmasın” halinin Milli Görüş geleneği içerisinde hakim bir anlatı olmaması. Nitekim 31 Mart seçimleri öncesi, “CHP’ye kazandıracaksınız” söyleminin Yeniden Refah Partisi’nin seslendiği kitleler nezdinde çok da hatırı sayılır bir karşılık bulmadığı seçim sonuçları ile ortaya kondu. “Beka” söylemi üzerinden gelen eleştirilere, genel seçimler ile yerel seçimler arasındaki farkı anlatarak bir yanıt üreten Yeniden Refah Partisi’nin bu farkı kendi tabanına anlatma konusunda başarılı bir sınav verdiğini söyleyebiliriz.
Öte yandan yerel seçimlerin Yeniden Refah Partisi’nin etki alanını genişletmek için sunduğu başka imkanlar da vardı. Özellikle yeniden aday gösterilmeyen AKP’li belediye başkanları, Yeniden Refah Partisi’nin politik imgesi ile bir nevi yuvaya dönerek “ahlaklı belediyecilik” anlayışlarına devam edebileceklerdi. Bu fırsat Yeniden Refah Partisi’nin, dayandığı ve seslendiği toplumsal tabana sınıfsal konumundan bağımsız yeni bir öbeğin daha dahil olması demekti: AKP küskünleri. AKP küskünlerini kazanarak ve onların yereldeki ilişkilerini Yeniden Refah Partisi adına sahaya sürmelerini sağlamak yerelde yeni bir sayfa açma hikayesini güçlendiriyordu. Ekonominin rüzgarının yelkenleri doldurması yerel seçime özgü kimi dinamiklerle buluşunca Yeniden Refah Partisi beklediğinin ötesinde bir mesafe kat etti.
Yeniden Refah Partisi, kapladığı alan ve hareket imkanı bakımından Erdoğan sonrası dönem için yakından takip edilmesi gereken bir siyasi parti olarak önümüzde duruyor. Bu yazı tam da böyle bir noktadan, Yeniden Refah Partisi’nin sınırlarını ve imkanlarını göstermeyi amaçlarken tekil, münferit bir hadise olarak Yeniden Refah Partisi’ni biricikleştirmek yerine, partinin gelişim sürecini izleyerek politik imgesinin emekçi kesimlerin taleplerinin soğurulmasına yarayan enstrümanlarını faş etmeyi dert ediniyor.
Sosyalist siyasetin önündeki görev, Yeniden Refah Partisi’nin seslenebildiği ve iletişim kurabildiği emekçi kesimleri kendi kaderlerine terk ederek bunun neticesinde iktidar bloku içinde meydana gelecek krizi Yeniden Refah Partisi lehine değiştirmek değil; aksine sözü edilen emekçi kesimlerle buluşabileceği kanalları yaratarak duygudaşlık kurabilmek, emekçi kesimlerin karşı karşıya bırakıldığı “köle düzeni”ne Şimşek Programı’nın soslu başka bir sunumu aracılığıyla rıza vermelerinin önüne geçmek olmalı.
[i] “Adil Ekonomik Düzen”, Necmettin Erbakan, Refah Partisi Yayını, 1991. [ii] “Adil Ekonomik Düzen”, Necmettin Erbakan, Refah Partisi Yayını, 1991 sf. 1-14 [iii] “Adil Ekonomik Düzen”, Necmettin Erbakan, Refah Partisi Yayını, 1991 sf. 3-4 [iv] Özgür Orhangazi’nin yazısı, tüm süreci etraflıca izah etmek ve Yeniden Refah’ı doğru konumlandırabilmek için açıklayıcı bir özet sunuyor: https://ayrim.org/dosya/simsek-programi-ve-bizi-bekleyenler/ [v] "Partiler ve Siyasi Rejimler", Maurice Duverger, (çev: Ergun Özbudun), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (1962) sf. 96