Türkiye’de gençlik, tarih boyunca yalnızca sayısal bir grup olmanın ötesinde, siyasal mücadelelerin seyrini belirleyen dinamik ve dönüştürücü bir özne olmuştur. Bu dinamik yapı içerisindeki liseli gençlik ise, hem yaşadığı baskıları en doğrudan hisseden kesim olmuş, hem de bu baskılara karşı en cesur ve kararlı duruşu sergileyen kitlelerden biri olmuştur. Liseliler iktidarların ideolojik tahakkümünü, zorbalığını ve dayattığı tek tipçi anlayışı kıran; toplumsal dönüşüm süreçlerinde aktif olan ve kamusal alanın sınırlarını yeniden çizen önemli bir güç olarak varlığını sürdürmektedir. Liseliler, başta sınıflarda, sıralarda; ardından sokaklarda, meydanlarda da sözünü söylemiş, devrimci mücadelelerin tarihinde iz bırakmıştır. Bu yüzden liseli gençlik, ne yalnızca “geleceğin potansiyeli” olarak görülmeli ne de edilgen bir toplumsal kategoriye indirgenmeli. Tam tersine, liseliler bugünün siyasal özneleridir.
Türkiye’de liseli gençlik, tarih boyunca yalnızca kendi gündeminde değil, memleketin siyasal ve toplumsal meselelerinde de belirleyici konumda olmuştur. 1960’lı yıllardan itibaren devrimci mücadele içinde yer alan liseliler, hem gençlik hareketinin büyümesine ve güçlenmesine hem de halk nezdinde daha meşru bir hareketin sokağa taşınmasında önemli roller üstlenmiştir. 1968 ve 1970’li yıllarda işçi grevleriyle dayanışmadan sokak direnişlerine kadar birçok başlıkta lise sıralarından yükselen ses, ülke siyasetini doğrudan etkilemiştir.
Bu tarihsel çizgi, 2013 Gezi Direnişi’nde de açık biçimde kendini göstermiştir. Gezi, yalnızca belirli çevrelerin değil, farklı yaş gruplarından, farklı toplumsal kesimlerden insanların bir araya gelerek kurduğu kitlesel ve çok yönlü bir halk hareketidir. Bu hareketin en dinamik parçalarından biri de liselilerdir. Gezi Direnişi döneminde okullarda başlayan boykotlar, sokakta kurulan barikatlar ve meydanlarda yükselen sesler, gençliğin siyasal süreçlerdeki etkisini bir kez daha görünür kılmıştır. Gezi süreci, özellikle devlet şiddetinin toplum üzerindeki etkisini ağır biçimde gösterdiği bir dönem oldu. Bu süreçte bir polis memurunun attığı gaz fişeği, 14 yaşındaki kardeşimiz Berkin Elvan’ı hedef aldı, onu hayattan kopardı. Berkin Elvan bizim kardeşimiz, sıra arkadaşımız, abimiz ve direnişimizin sembolü oldu. Onu katledenlerden hesap sormadan liselerin sesi dinmeyecek, bu mücadele bitmeyecektir.
İktidarlar, kendi ideolojilerine uygun bir toplum yaratmanın en etkili yolunun genç kuşakları, özellikle de liselileri şekillendirmek olduğunun bilincindedir. Bu nedenle, AKP iktidarı boyunca gençlik, “okullarda siyaset olmaz” söylemiyle pasifize edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu söylem, zamanla yalnızca bir söylem olmaktan çıkıp okul yönetmeliklerine, müfredata, öğretmen kadrolarına ve disiplin uygulamalarına kadar yansımıştır. Asıl amaç, gençliği siyasetten dışlamanın ötesinde belirli bir ideolojik çizgiye zorlamak ve itaat eden bireyler yetiştirmektir. AKP’nin eğitim politikaları, gençliği siyasetsizleştirme adı altında tek tipleştirmeyi ve iktidarın değerleri doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlamıştır. Her gelen Milli Eğitim Bakanı, bir öncekinden daha gerici bir çizgi dayatmış ve eğitim politikası yıllar içinde tutarsızlaşırken, bu değişkenliğin ardında sabit bir hedef hep var olmuştur: Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek. Eğitimi bilimsel ve laik temellerden uzaklaştırarak, gençliğin kimliğini yalnızca sınav başarıları ve itaate indirgemeyi hedeflemişlerdir.
AKP’nin eğitim politikaları, gençliğin eleştirel düşünme kapasitesini engellemeyi ve özgür düşünceyi bastırmayı amaçlamıştır. Eğitimdeki bu dönüşüm, öğrencilere yalnızca bireysel başarıyı ve rekabeti dayatmakla kalmamış, toplumsal adaletsizliklere karşı duyarsız bir gençlik profili oluşturmayı hedeflemiştir. Eğitim sistemine müdahaleler, özellikle imam hatip liselerinin sayısının artırılması, müfredatın dini ve muhafazakâr bir çizgiye çekilmesi ve karma eğitimin tartışmaya açılması gibi adımlarla gençliği, iktidarın ideolojik çizgisine göre şekillendirmeyi amaçlamıştır. Ancak bu müdahaleler, gençliğin sahip olduğu doğal sorgulama ve değişim arzusunu engellemeyi başaramamıştır. Tüm müdahalelere rağmen liseli gençlik, geçmişten bugüne süregelen onurlu duruşunu ve devrimci kimliğini korumuştur.
Tüm bu kuşatma ve baskı ortamında, 19 Mart’ta İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle başlayan süreç, biriken öfkeyi yeniden sokağa taşıdı. Beyazıt’ta barikatın yıkılmasıyla üniversitelerde başlayan eylemlerin hemen ardından liseli gençlik de çeşitli yerlerde, çeşitli şekillerde sesini yükseltti. Eylemlerde en önlerde yürüdü, forumlar düzenledi, bildiriler hazırladı, sosyal medya kampanyaları örgütledi. Çeşitli şehirlerde okulların önünde toplanan öğrenciler “bizden çaldığını gençliğimizi geri alacağız” diyerek seslerini yükseltti. Bu hareketlenme yalnızca anlık bir tepki değil, yıllardır bastırılmaya çalışılan sözün bütünlüklü bir patlamasıydı. İlk günden itibaren okul idareleri, öğrencileri sindirmek için harekete geçti. Protestolara katılan öğrenciler disiplinle tehdit edildi, ailelerinize haber verilir denilerek korku yaratılmak istendi. Ancak liseliler biat etmedi. Geri adım atmadılar. Müdür odalarına değil, sokaklara kulak verdiler. Her afişte, her sloganda, her paylaşımda bu ülkede hala hakları için mücadele eden, ezberleri bozan bir gençliğin var olduğunu gösterdiler.
İçinde bulunduğumuz bu hareketli süreçte iktidar, halkın, öğrencilerin ve emekçilerin yükselen sesini bastırmak için çeşitli yöntemlere başvurdu. Direnişin önüne barikatlar kurarak, gözaltılar ve tutuklamalarla toplumu sindirmeye ve bir korku atmosferi yaratmaya çalışıldı. Bu baskı politikaları, doğrudan okulların içinde de kendini gösterdi. Birçok öğretmen, herhangi bir gerekçe sunulmadan görev yaptığı okullardan uzaklaştırılarak yer değişikliğine zorlandı. Elbette ki bu, ilk kez karşılaşılan bir durum değildi. Sürecin temelleri, 2014 yılında yayımlanan bir yönetmelikle atıldı. Bu yönetmelikle “başarı gösteren köklü ve nitelikli okullar” proje okul kapsamına alınmaya başlandı. Böylece bu okulların öğretmen ve idarecileri merkezi atama sisteminden çıkarılıp doğrudan bakanlık tarafından belirlenir hâle geldi. Başlangıçta “nitelikli eğitim” söylemiyle sunulan bu sistem, özellikle İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş, Galatasaray, Vefa Lisesi gibi tarihi ve köklü liseler başta olmak üzere birçok okulda muhalif ve sendikalı öğretmenlerin tasfiye edilmesi ve yönetimlerin iktidara yakın kadrolara teslim edilmesiyle devam etti. İçinde bulunduğumuz hafta itibarıyla ise onlarca okulda yüzlerce öğretmen mağdur edildi; nitelikli birçok okulda öğretmen kadroları tamamen yenilenerek, iktidarın ideolojik çizgisine uygun atamalar gerçekleştirildi. Bu olanlar elbette bir rastlantıdan ibaret değildir. İktidarın eğitim alanını dizayn etme hamlesinin açık bir göstergesidir. Öğrenciler bunu kabul etmiyor ve öğretmenlerine sahip çıkıyor. Uygulamanın hayata geçmesinin ilk gününden itibaren “Eğitimde torpilin ne işi var?” söylemini büyüterek kararı protesto ediyor, okulları birer direniş alanına çeviriyorlar.
Tüm bunlar yapılırken bir arada olmanın, ortak bir sesi büyütmenin ve birlikte düşünebilmenin önemi daha da belirginleşiyor. Çünkü biliyoruz ki bizleri susturmak isteyenlerin en çok korktuğu şey, yan yana duran ve ortak bir söz kurabilen örgütlü bir gençliğin varlığıdır. Karşımıza çıkarılan her engelin, yalnızca bireysel değil, politik ve toplumsal bir anlamı olduğunu görüyor; buna karşı tek başımıza değil, birlikte hareket etmenin, omuz omuza durmanın gücüyle cevap veriyoruz. Liseliler, yaşadıkları her sorun karşısında söz hakkı talep ediyor, sessiz kalmayı değil, çözüm üretmeyi ve dayanışmayı büyütmeyi tercih ediyor.
Bu dayanışmanın somutlaştığı en önemli alanlardan biri de İnat Dergi çatısı altında yürütülen, onlarca öğrencinin okulunun temsilcisi olmasıyla bir araya gelen “Lise Koordinasyonu” oldu. Farklı şehirlerden, farklı okullardan yüzlerce liseliyi bir araya getiren bu yapı; yalnızca ortak sorunların konuşulduğu değil, birlikte kararlar alınan, birlikte hareket edilen, ortak üretimler yapılan kolektif bir alan. Lise Koordinasyonu, liselilerin sözünü, itirazını ve önerisini taşıyan; birbirlerinden güç alarak büyüttükleri ortak bir zemin. Her okulda, her sırada başlayan itirazın, başka sıralara, başka sokaklara ve meydanlara taşınmasının önünü açıyor.
Forumlar düzenliyor, bildiriler yazıyor, sosyal medya kampanyaları örgütlüyor, okul önlerinde ve sokaklarda ses çıkarıyor, kent meydanlarında buluşuyorlar. Her yerde yalnız değiliz diyor, birbirlerine tutunarak güçleniyorlar. Çünkü biliyorlar ki bu memleketin gerçek sahipleri onlar ve gelecekleri hakkında söz söyleme haklarından asla vazgeçmeyecekler.
Her geçen gün daha fazla okuldan, daha fazla şehirden liselinin katılımıyla büyüyen bu ağ; bugünün karanlık tablosuna rağmen, içlerinde taşıdıkları birliktelik gücüyle bu düzenin karşısında dimdik duruyor, dayanışmayı yalnızca bir söz değil, günlük hayatlarının, mücadelelerinin en temel ilkesi haline getiriyorlar. Bugün burada yan yana olanlar, yarının özgür ve eşit ülkesini kuracak olanlardır.