Her şeyin çok zor ve her şeyin mümkün olduğu güzel ülkemizde bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bu bir yılda önceki yıllardan alışkın olduğumuz şekilde “büyük siyaset” sahnesinde türlü siyasi gelişmelere, sert dönüşlere, çatışmalara ve skandallara tanıklık ettik. Kimimiz için bu büyük siyasi olaylar erişilemez, müdahale edilemez hatta takibi bile zor olan şeyler olarak göründü. Bu yanılsamalı görüntünün aksine hemen yanı başımızda, işyerimizde, mahallemizde, her gün geçtiğimiz caddelerde, meydanlarda çok daha sahici ve yakın olan, başka türlü bir “siyaset” işlemeye; işçilerin, emekçilerin hikayesi, yani bizim hikayemiz aralıksız yazılmaya devam etti. Benzetme yaparsak, yerin yukarısında türlü hadiseler cereyan ederken aşağıda “yaşlı köstebek” en iyi bildiği işi yapmayı, kazmayı sürdürdü.
Bu yazıda kazıcıların toprakta yarattığı çatlakları görünür kılmaya, yani işçi direnişleri açısından geride bıraktığımız yılın kısa bir değerlendirmesini yapmaya, önemli gördüğüm noktaları aktarmaya ve önümüzdeki mücadele döneminde hangi hususlarda ısrarcı olmamız gerektiğini tartışmaya çalışacağım.
Geride Kalan Yılın Bilançosu
Yıl içerisinde gerçekleşen işçi eylemlerine ve direnişlere baktığımızda en fazla ücret talebinin öne çıktığını görüyoruz. İşten çıkarılan işçilerin işe iadesi, sendikanın yetki açısından tanınması ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması, işyerinde mobbing ve dayatmaların son bulması, yan hakların eksiksiz sağlanması gibi başlıkların ücret talebi kadar baskın olmasa da yine direnişe geçen işçiler tarafından sıkça dile getirildiğine tanık olduk. Bu yazının hazırlandığı günlerde Hazine ve Maliye Bakanlığına yürümekte olan Çayırhan maden işçilerinin özelleştirme saldırısı karşısında başlattıkları direnişin ise bu bağlamda ayrıca önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Benzer bir değerlendirmeyi örgütlülük açısından yaptığımızda ise bu yıl tanık olduğumuz grevlerin ve eylemlerin neredeyse tamamının sendikaların öncülüğünde gerçekleştirildiğini anlıyoruz. Örneğin, 2022 yılı başlarında motokuryelerle başlayan, hızla ülkenin geneline yayılan ve tekstil gibi farklı sektörlere de sıçrayan kendiliğinden eylemlere kıyasla geride bıraktığımız bu dönem örgütlü işçilerin sınıf hareketini sırtlandığını söyleyebiliriz. İşçiler açısından toplam sendika üyelik oranının son beş yılda neredeyse aynı düzeyde seyrettiğini yeri gelmişken not düşelim.
Türk-İş’in taban baskısı nedeniyle gündemine almak zorunda kaldığı ve uzun süredir görmediğimiz düzeyde bir kitlesellikle yapılan “geçinemiyoruz” temalı mitingini geçtiğimiz dönemin önemli eylemlerden birisi olarak görmek gerekir. Kimi zaman sendika yöneticilerine yönelik sloganların da atıldığı ve katılanların enerjisinin yüksek olduğu miting tabanda biriken öfkeyi göstermesi bakımından dikkate alınması gereken bir etkinlikti. Kamu emekçileri alanında da benzer bir eylemlilik sürecini yine geçtiğimiz aylarda yaşadık. İstanbul’da bir öğretmenin öğrencisi tarafından katledilmesinin ardından eğitim emekçileri ülke genelinde iş bıraktı ve son yılların en büyük öğretmen eylemleri gerçekleştirildi. Türk-İş mitinginde olduğu gibi taban baskısı eğitim işkolunda faaliyet yürüten sendikaları bu eylemleri ortak yapmaya mecbur bıraktı. Diğer bir deyişle, geçmişte benzer gündemlerde merkezi düzeyde sağlanamayan eylem birliği eğitim emekçileri tarafından bu sefer “aşağıdan” kurulmuş oldu. 10 Ekim’den bu yana KESK’in 30 Kasım’da ilk kez merkezi bir miting düzenliyor olması kamu emekçileri alanındaki hareketlenmenin bir başka göstergesi sayılabilir.
Epeydir denk gelmediğimiz kitlesel işçi buluşmalarının yanında 2024 yılı dirençli ve militan işçi eylemlerine de sahne oldu. 150 güne yaklaşan Polonez direnişi en önemlilerinden birisidir. Türlü zorluklara, polis şiddetine, grev kırıcılığına rağmen inadı ve dayanışmayı bir an olsun eksiltmeyen bu direniş şimdiden mücadele tarihimizde yerini aldı. Önceki yıl sonuna doğru başlayıp 2024’te de devam eden Agrobay ve benzer dönemlerde yaşanan Özak Tekstil direnişini aynı şekilde bu kategoriye dahil edebiliriz. Sadece iktidarın yasal ve fiili engelleriyle değil düzen muhalefetinin çeşitli unsurlarıyla da kavga etmek zorunda kalan bu iki direniş bu açıdan ayrıca üzerinde konuşulmayı hak ediyor. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının taban ücret başta olmak üzere özel sektör öğretmenlerine dair mücadele başlıklarında sürdürdüğü militan sendikal hattı atlamamak gerekir. Yakın zamanda Ankara Kurtuluş Parkı’nı günlerce eylem alanına çeviren Fernas işçilerini yine bu sınıflama içerisinde anabiliriz. Bahsedilen direnişlerde kadın işçilerin çok daha fazla öne çıkmasını cinsiyetli emek rejimi açısından ayrıca değerlendirmek faydalı olacaktır.
As Plastik, Filidea Tekstil, MKB Rondo, Elba Bant, Eti Krom, Alpagut, Befesa, Gratis, Sarar, Lezita, CarrefourSA, Eker… İsmini atladığımız, ülkenin dört bir tarafına yayılmış, birçok farklı sektörden ve bir kısmı hala devam eden onca grev, nöbet, eylem… Bir adım geri çekilip 2024’ün tamamına bu gözle baktığımızda işçi sınıfının geride bıraktığımız bu yılı sıklığı, yaygınlığı ve direnci azımsanmayacak ölçüde ve sayıda direnişle geçirdiğini anlıyoruz. Tüm bu direnişlerin adlı adınca bir sınıf hareketine dönüşememesinin nedenlerini ise bunların çoğunlukla parçalı ve dağınık yapısında aramak gerekiyor. Süreklileşmiş, güçlü taban örgütlenmelerine dayanan, eylem repertuarı genişlemiş, yasal engelleri fiili ve meşru mücadeleyle aşabilen, politik açıdan tutarlı bir sınıf mobilizasyonunun koşullarını tartışmadan ve araçlarını oluşturmaya başlamadan sanırım bu yapısal sorunları aşmak pek mümkün olmayacak.
Yeni Yılı Beklerken
Önümüzdeki yılın bütçe görüşmelerini geçtiğimiz günlerde hepimiz takip ettik. Aradan geçen yirmi küsür yılda iktidardan emekçiler lehine hiçbir şey beklenilmeyeceğini bildiğimiz için bu yılki bütçe görüşmeleri de bu gerçeğin yeniden teyit edilmesi oldu. Emekçilere yönelik topyekûn bir saldırı paketi olan “Orta Vadeli Program” çerçevesindeki uygulamalara hız kesmeden devam edilmek istendiğini anlıyoruz. Bu bakımdan 2025 yılının emekçiler açısından 2024’e benzer şekilde zorlu geçeceğini varsayabiliriz.
İşçiler açısından önümüzdeki diğer önemli gündem asgari ücret olacak şüphesiz. Asgari ücretin yıllar içerisinde nasıl ortalama ücret haline geldiği, ücret belirleme sürecinin çarpıklığı, açlık ve sefalet düzeyine indirilmesi gibi başlıklar çokça tartışıldığı için geçiyorum. Başta IMF olmak üzere uluslararası finans kuruluşları bir süredir azami artış oranı için “tavsiyelerde” bulunuyorlar. Benzer biçimde iktidar sözcüleri ve patronlar da fedakârlık ve sabır masallarıyla asgari ücret zammının mümkün olan en düşük seviyede tutulması için ortamı hazırlamaya çalışıyorlar. Asgari ücret başlığı da dahil sermayenin programı ve niyeti aşağı yukarı belli diyebiliriz.
Bizim cephede ise yukarıda aktarıldığı üzere gözle görülür bir hareketlilik olmasına rağmen henüz savunma pozisyonundan çıkabildiğimiz söylenemez. Bu hareketliliğin ve huzursuzluğun önümüzdeki yıl giderek artacağını öngörerek buna göre hazırlık yapmak gerekiyor. Bu konuda çok acayip, çok yeni bir şey söyleyecek değilim. Sadece mevcut dağınıklığı aşmak için ısrarcı ve sabırlı olmamız gereken, birçoğumuzun gayet iyi bildiği birkaç hususu hatırlatıp yazıyı sonlandıracağım.
Birincisi, süreklilik. Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın gündemi daha şimdiden oldukça hızlanmış durumda. Önümüzdeki yıl da muhtemelen bu tempoda devam edecek. Bu başlıklardaki gündemleri ıskalamadan veya demokratik görevleri unutmadan fakat bunların arasında savrulmayacak, koyduğu kısa ve orta vadeli hedeflere odaklanan, asgari düzeyde bile olsa faaliyetlerini belirli bir rutine oturtmuş bir sınıf çalışmasını kurmak. İkincisi, özgüven. İşçi sınıfındaki “ne yapsak olmuyor” hissiyatının dağıtılması, bunun için uygun hedeflerin ve yöntemin benimsenmesi. Dostlar alışverişte görsün tarzı eylemlerden ziyade öznesini güçlendiren, somut kazanımlarla ve kalıcı mevziler yaratarak ilerlemek. Bunun nasıl domino etkisi yaratabildiğini sadece yakın geçmişimizden bile biliyoruz. Üçüncüsü, koordinasyon. Direnişlerin birbirinden öğrenebildiği, deneyimlerin paylaşılabildiği, işyeri, işkolu/sektör ve ülke ölçeğine yayılmış örgütsel mekanizmaları yaratmak. Diğer bir deyişle, ayrı ayrı yürünse bile aynı anda aynı hedefe vurabilecek zeminleri çoğaltmak. Ama bunu yaparken “yeniyi” aramak uğruna geleneksel mücadele araçlarımızı dışlayan bir tutumdan uzak durmak, elimizdeki her türlü aracı en etkin şekilde kullanmak.
Dediğim gibi birçoğumuzun iyi bildiği, söylemesi kolay ama yapması zor olan şeyler bunlar. Zor ama mümkün, yeter ki kendimize güvenelim ve kazmaya devam edelim.