Gençliğin Bedeni ve Ruhu

Berkan Duysak16 Nisan 2025

“Kalkın, uyanan aslanlar gibi,
Hiç de az değil sayınız!
Silkinip atın yere zincirlerinizi,
Uyurken üstünüze düşmüş çiy taneleri gibi,
Siz çoksunuz, onlarsa bir avuç kişi!”

İngiliz Romantik şair Percy Shelly.

Her bariyeri aştığımızda yeni engeller, düzlemler ve çözüme dair bilinçlerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Bu nedenle, kâhince öngörüler ve kaygılanmalara gerek kalmadan, özne, alacakaranlığın aydınlıkla tanışmasından önce kavgaya hazır ve nazır olmayı bilince çıkarmalıdır. Bu bilinç, nesnellikle gerekirse soğukkanlı, gerekirse sıcakkanlı ilişkilenme kurarak, ama mutlaka bağını gevşetmeden, özne olmanın siyasallığını kavrayarak hareket eder. Siyasal akılla donatılmamış irade, keşmekeşle dolu arızi sorunlarla cebelleşen kaygılı nesnelerdir. Kısacası, siyasette bunun adı koskocaman bir hiçtir!

Günlerdir yaptığımız analizler seli bize önemli bir gerçekliğin temeliyle hareket ettiğimizi gösteriyor: Siyasal özne, toplumsal hareketlerle pratik bir ilişkilenme kurmadan, toplumsal mücadeleyi ve zemini çözümleyip anlamlandıramaz. Siyasal özne, kendini gözlemci ve deneyimleyen konumunda tutmaz, hareketle birlikte devinir, hareketten dersler çıkartır, onun boşluklarını tespit eder. Toplumsal hareketin zaruri ne’liğini ortaya çıkaran siyasallaşmış öznedir. Zaruri diyorum çünkü muhtevanın kendini kapalı kılma, sesini bulamama, zırhını kuşanamama kırılganlığı, tabiri caizse huyu vardır. Elbette öznenin hakikatin karar merciliğine soyunup kitleselliğe kaftan biçtiği bir senaryodan bahsetmiyorum. Böyle düşünenler varsa şimdiden söylemek gerekir, nafile bir çaba olacaktır. Bahsetmek istediğim imkansızın içinde imkânın serpilip açıldığı “ilkenin” varlığıdır. Bu “ilke”, ülkenin bağrında biriken çelişkiler yumağını çözebilecek fiilî hareketin kendi formuna bürünebilmesinin taşıyıcısı, tarihsel hareketidir.

Gençliğin Devrimci Görevleri

19 Mart’ı nasıl tasavvur edersek edelim, şimdinin eskimiş bazı yargılarına meydan okuyan bir gerçekliği gün yüzüne çıkardığını söyleyebiliriz. Gençlik apolitikmiş, “devletçiymiş”, lümpenmiş gibi hatalı genellemelerden her daim uzak durmamız gerektiğini, hatta siyasallığımızı korumak istiyorsak bu söylemlere hiç prim vermememiz gerektiğini tekrar hatırladık. Bu vesileyle, kitlesel bir şekilde sadece polis barikatlarını değil, zihnimizde düzenin sürekli yeniden ürettiği barikatları da yıktık. Bu çoşkulu ânı, olayı, süreklileştirmek ve kalıcılaştırmak gibi görevlerle kuşanmak ve dert edinmek, dönemin gerçek devrimci ön koşuludur. Bu etkinlik: coşkuyu şenliğe çeviren, dağınık hıncı kolektif öfkeye dönüştüren, içten duygularımızı kaybetmeden bağı daha da güçlendiren stratejik akla sahip olmayı kapsamak zorundadır. Bu kapsamları açalım, zengin ve çeşitli olanaklara dair bazı hususları belirgin kılalım.

İdeolojik egemenliği tesis etmek: Hareket birçok sesten, notadan ve mırıldanmadan oluşsa bile amacını gerçekleştirebilen bir şarkı parçası görünümü vermiyor. Bir şarkıyı oluşturan notalar, gamlar vb. tek başlarına, kendilikleriyle, ahenksiz ve ritimsiz bir dans müziğini andırır. Böyle bir şeyi tahayyül etmek çok zor, bu sebeple hareketin dağınık esrarını bütünleyen, gerçek amaca ulaştıracak yöne ve rotaya ihtiyacımız var. Aynı zamanda “aksak ritimleri” tespit edip temizlememiz için de bütünsel bir imgenin, şarkının bize çağrıştırdığı ve kamçıladığı arzunun mevcut olması gerek.

Kitlelerin talepleriyle buluşabildiğimiz verili zeminin mümkün olduğunu günlerdir gözlemliyoruz. Ancak kitleler arasında kendini hiç küçümsenmeyecek şekilde gösteren, bazen suyu bulandıran “yeni” faşist unsurların varlığı, bizi daha özenli kılıyor. Bu unsurların en tehlikeli yanı, haklı ve ortaklaşılan talep ve değerleri kendi gündemlerine çekebilme yetenekleri ve zaman zaman sivrilebilecekleri hatları zorlamalarıdır. Her ne kadar bu unsurlar kendiliğinden, dağınık ve örgütsüz olarak zuhur etseler de önleyici duvarlar ve daha ilerisi olarak yeni toplumsal kimliği yaratmayı hedeflememiz mecburidir. Ayrıca, kitleyle sürekli etkileşimde kalmadan ve toplumsallaşmadan bu müdahaleyi gerçekleştiremeyeceğimizi aklımızın bir kenarına koyalım. Kitleyle beraber, bu ırkçı-etnikçi unsurlara müdahale edebilecek araç ve aygıtları yaratabilirsek, iradeyi cisimleştirirsek, eylemlerde ve forumlarda eşitsiz ilişkilenmeleri aşarsak bunu mümkün kılabiliriz. Gençlerin adalet, eşitlik ve özgürlük özlemlerine tutarlı, siyasal ve somut bir çerçeve sağlamanın ivediliği, inatçı ve hırçın öncüleri sahada olmayı zorluyor.

Araçlarımız ve aygıtlarımız: Hareketin ve isyanın kalıcılığı, ideolojik egemenliğe bağlıdır. Hegemonik olamayan bertaraf olmaya ve dağılmaya yüz tutar. Hareketin kurucu rotaya ilerlemesinde mühim bir uğraktır ama tek dayanak noktası burası değildir. Hakiki formuna, maddileşmesine her daim ihtiyaç duyar. Dünya toplumsal hareketler tarihi kendi “iktidarını” bulamamış kitlelerin trajedisiyle doludur. Başka bir tehlike ise kitle hareketlerinin kendi formunu bulacağına dair kendiliğindenci iyimserliktir. Çözüm net: Belirli çizgileri kalınlaştırmak, kitlenin en ileri talepleriyle buluşup daha da ileriye taşıyabilen yeniden üretim mekanizmaları ve geliştirici-yaratıcı atılımları devreye sokabilme kapasitemizi inşa edebilmek. Bunu başarabilecek öncü kadroların irade ve hırsına sahibiz. Kendinde iddia olarak değil, nesnellikle sınanabilen ve dışsallaşabilen (toplumsallaşabilen) belirli insan topluluğuyla zamanın eşiklerini aştık, şimdi de aşmaya talibiz.

Her ne kadar geçmişin enkazına melankolik bir yas hissiyatıyla, kırmızı, kızgın gözlerle bakıyorsak da tarihin bu ânlarıyla ortaklaşmak, buluşmak isteriz; ölülere yeni bir hayatı bahşeden öfkenin izinden giderek. Felaketlerin kol gezdiği şimdiyi, geçmişin yarım kalmış olasılıklarıyla işgal etmenin tam vakti olduğunu düşünüyorsak (düşünmeliyiz), nostaljik tekrarlara değil, geçmişe tarihsel bilinçle bakmaya ve geçmişin olgunlaşmış meyvelerini toplamaya başlamalıyız. O ânlardan kalma enkazı, ölüleri ve yitirilmiş olanları hayıflanan bir gelecekten söküp almak, ölüleri dirilten parlak güneşe yüzümüzü dönerek bu zamana sıçramak en içten dileğimizdir.

Gezi’nin ruhu, geçmişi ilkel fatihler gibi talan edip ganimetleri toplayan egemen sınıflara inat, mağlubun gözyaşının ve öfkesinin yaşam kuvvetine dönüştüğü şimdide özgürleşecektir.