19 Mart’ta İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin Beyazıt’ta yıktığı barikat, 2025 Mart ayını bir direniş ayına, bir isyan ayına çevirdi. 19 Mart’tan bu yana başta üniversite öğrencileri olmak üzere memleketin her bir köşesinde meydanları dolduran halk, yıkılanın yalnızca bir polis barikatı olmadığını bizlere gösterdi. Yıkılan aynı zamanda Saray Rejimi’nin yıllardır halkın önüne dizdiği korku duvarıydı.
Nüvelerini Boğaziçi Direnişi’nden, Enes Kara ve Zeren eylemlerinden, en son Ayşegül İkbal eylemlerinden gördüğümüz öğrenci hareketi, 19 Mart’la birlikte siyaset sahnesine bir özne olarak tekrar dahil oldu. Geçtiğimiz yıllarda sürekli kendisinden “bir oy havuzu,” “telaşlı,” “kanı kaynıyor” olarak bahsedilen gençlik, 19 Mart günü itibariyle kendini meydanlarda tanımlamaya başladı. Özetle gençlik, telaşlı nesne değil politik bir özne gibi davranarak özgür geleceğini kampüslerinde ve sokaklarda yaratmaya girişti.
Gençliğin kendini Mart isyanında tanımlamaya başladığını gösteren birçok örnek bulmak mümkün. Bu yazıda Sunay Akın’a tepki gösteren öğrencilerin çok daha geniş bir perspektiften bize ne anlattığına değinmekle yetineceğim.
Gençlerin Sunay Akın’la Derdi Ne?
20 Mart’ta Saraçhane’den Taksim’e yürümek isteyen gençleri “uyarmak” adına eline megafonu alan Sunay Akın’a, meydandaki gençler müdahale etti. “Ben gençlerin yanındayım” diyerek Taksim’e yürümek isteyen gençleri vazgeçirmeye çalışan Sunay Akın’ın elinden megafon alındı. Gençler, Sunay Akın’ın elinden aldığı megafonla basına şöyle seslendi:
“Gençlerin yanında falan değil. Halk Tv burada, Tele1 burada. Gençleri göstermek yerine buraya gelen milletvekillerini gösteriyorlar. Bizler Denizler’in yolunda Taksim Meydanı’na yürüyeceğimizi söylüyoruz.”
Kısacası Sunay Akın’ın gençlere seslenmek istediği bir alanda öğrenciler, eylemin kendi iradelerinde olduğunu söyleyerek Akın’ı engelledi.
Telaşlı Nesnelerden Politik Öznelere: Gençlik, (yeniden) siyaset sahnesi
Türkiye’de gençliğin siyasetin kurucu öznesi haline geldiği 68 Kuşağı’ndan bu yana kampüslerde ve meydanlarda irili ufaklı öğrenci hareketi görmek mümkündü. 68 Kuşağı’ndan bugüne uzanan bu tarih diliminin bizlere öğrettiği ders açık: Gençler, salt üniversite sorunlarını kendi sorunu olarak algılamıyor, memleket meselesini kendi meselesi olarak görüyor.
Türkiye’de 80 Darbesi’nden bu yana egemenlerin geniş kitlelere dönük ideolojik saldırısı ise 68 Kuşağı’nın yarattığı bu enerjiden doğan politik özneliği de siyaset sahnesinden silmeye yönelikti. Sol-sosyalist devrimcilere dönük operasyonlar, siyasi partilerin kapatılması ve örgütlenmenin önüne koyulan engeller ve YÖK adı verilen bir aygıt ile üniversitelerin egemen rejimlere bağlanması işte tam da bu sebeple gençlik üzerinde yıkıcı etki uyandırmayı amaçladı. Türkiye’de bir kuşak, Gezi Direnişi’ne uzanan süreçte özörgütlenme aygıtlarından yoksun bırakılmış ve siyaset sahnesinden tasfiye edilmeye çalışılmıştı. 80 Darbesi’ni takip eden kuşak, irili ufaklı öğrenci hareketlerinde devinmesine rağmen siyaset sahnesinde kurucu bir öznelik kazanamadı.
Özellikle son 10 yılda AKP iktidarının üniversitelere dönük müdahaleleri ise gençlik hareketinin politik özneliğini kırmaya dönük en sert adımlar olarak önümüze çıktı. Bir yandan kampüslerdeki kamusal alanlar tasfiye edilerek öğrencilerin üniversiteleri ile bağları koparılmak amaçlandı. Öbür yandan YÖK adı verilen bir aygıt ile üniversitelere kayyum atamaları hızlandı. Saray Rejimi’nin sermayeyi besleyen ekonomi politikaları ile gençlik “part-time öğrenci, full-time çalışan” konumuna getirildi. Gençliğin siyaset sahnesindeki politik özneliğini kırmayı amaçlayan bu adımlara karşı öğrenciler ise Boğaziçi Direnişi’nden bu yana daha kuvvetli bir hareketin nüvelerini oluşturdu.
19 Mart’ta Beyazıt’ta barikatların yıkılmasına giden süreçte öğrenci hareketliliğinin serencamına baktığımızda önümüze şu resmin apaçık bir şekilde serildiğini görebiliriz: Saray Rejimi, öğrencileri “telaşlı nesneler” haline getirmeyi amaçlıyor. Öğrenciler, siyasetin bizzat öznesi olacak hareketin nüvelerini oluşturacak bir öfkeye sahip. Ancak bu hareketliliğin kendisi ise bir “kuşak” tarafından irade gaspına uğruyor, bu kuşak “gençler bir hata yaptı, biz gençlere en uygun yolu çizeriz” diyor.
Bugün bile barikatı yıkan, korku duvarlarını aşan öğrencilere “adı üstünde kanları deli” diyerek siyaset sahnesinde gençliği bir “nesne” olarak sunan kuşak, öbür yandan gençliğin kendi iradesiyle ördüğü mücadelelerde öncülük alarak gençlere “en doğru yolu” göstermeyi de amaçlıyor. Hiç şüphesiz bu gibi çıkışları yapan tüm herkesin niyeti kötü değildir, kimisi gerçekten de en doğru yolun kendi çizdiği siyaset yolu olduğunu düşünüyordur. Ama gençliğin tepkisi de Sunay Akın’a müdahale eden gençlerin yanıtında somutlaşıyor: Biz siyaseti, kendi irademizle ördüğümüz meydanlarda kuruyoruz.
Gençliğin Öfkesinden Doğan Kuruculuk
Bu yazı Sunay Akın’ın megafonu eline alarak gençlere “abilik” yapmasını kişisel anlamda eleştirmiyor. Aksine bu gibi müdahalelerin geniş bir pencereden Türkiye’de gençlik siyasetine yönelik ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyor.
Bugünün üniversite gençliği, önünde büyük bir geleceksizlik görüyor. Başta İstanbul Üniversitesi öğrencileri olmak üzere tüm gençlik, mezun olduktan sonra aldıkları diplomanın anlamını sorguluyor. Bir önceki kuşağın kurduğu hayallerin yarısını bile kuramadığının farkında olarak yaşamaya çalışıyor. Türkiye’de gençler, bir önceki kuşaktan daha fakir ilk kuşak olacağının bilinciyle mücadeleye devam ediyor. Tüm bunları yaşarken en ufak bir gündemde dahi “kendisi adına konuşan bir kuşağı” medyada izleyerek öfkeleniyor.
İşte tam da bu yüzden 19 Mart’ta yıkılan barikat ne yalnızca polis barikatı ne de bir korku duvarıdır. 19 Mart’ta aynı zamanda her vesileyle gençliğin önüne dizilip mikrofonları kapan kimi profesyonel siyasetçilerden ya da yıllardır durdurak bilmeden konuşan sözcülerden oluşan bir “kuşak barikatının” da yıkılışıdır. ODTÜ’de gençlerin CHP milletvekilleri ile olan kavgasından Sunay Akın’a dönük müdahalelere dek bu iradenin gözlendiği her yerde somutlaşan tek hakikât, gençliğin tekrardan siyasetin sahnesinde bir özne olarak kendini var etmesidir.
Gençlerin “kendi adına” konuştuğu bir geleceğin ilk adımı atılmıştır. Gençlik, önüne dizilen “kuşak barikatını” yıkmış ve kendi iradesiyle ördüğü bir geleceğin ilk adımını atmıştır.