Birkaç hafta öncesine kadar “tepkisiz” olarak etiketlenen gençlik, hakkındaki tüm apolitiklik söylemlerine inat, yeni bir tarih yazmak için harekete geçti. Gezi direnişinin hikâyeleriyle büyümüş nesil, yıllardır süregelen öfkesinin isyana dönüştüğü yeni bir hikâyeyi kendi elleriyle yazıyor. Öfke dolu ve korkusuz bir gençlik var. Korkunun sonuç getirmediğini kavramış ve el ele umuda yürüyerek Saray’daki bir avuç zorbayı tir tir titretiyor.
Her zaman apolitik olmakla suçlanan Z kuşağı, hiçbir zaman iktidar yanlısı olmakla suçlanmadı. Muhafazakâr ailelerin muhalif çocuklarından oluşan bir kuşak hep söz konusuydu. Fakat bu nesil, içindeki rejim nefretini siyasi bir çizgiye oturtmakta, “politik” olmakta zorlanıyordu. Politik olmasına belki de fırsat verilmiyordu. Fırsat çıktığındaysa gençliğin neler yapabildiği tarih sahnesinde bir kez daha gösterilmiş oldu.
Kapitalizm bireycilik ve konformizm yayarak gençleri politik bilinçten uzaklaştırmaktadır. Yani Z kuşağının “duyarsız” olması elbette bir tesadüf veya tercih değil, sistemin doğal bir sonucudur. Ses çıkartmaktan korkan, tepkisiz ve ümitsiz bir nesil yetiştirmek içinde yaşadığımız düzenin zaten hedefidir. Tüketim kültürü içinde şekillenen bir kimlik arayışına sürüklenen nesil için sosyal medyanın derinliksiz tartışmaları içinde kaybolmak politik bir mücadele yürütmekten daha cazip hale gelmiştir. Özgürlük talebini bir “trend” haline getirerek sisteme entegre etmeye çalışanlar, radikal ve marjinal her şeyden çekinir, örgütlülüğü dağıtmak için ellerinden geleni yapar. Fakat gördük ki zannedilenin aksine bu gençlik aslında aksiyon almaya, değiştirmeye, mücadele etmeye hazır ve kararlı. Geçtiğimiz haftalar bize net bir şekilde gösterdi ki bu “apolitik gençlik” düzenin bir başarısı değil, yalnızca geçici bir yansımasıydı. Kapitalizm rüyasında kendine yer edinmiş kayıtsızlık ve umutsuzluk, gençlik uyanana kadardı. Fitili ateşleyecek bir olay olduğunda gençlik oturduğu yerden kalktı ve direniş başladı. Bu olay bizim direnişimizde İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıydı. Fakat nasıl Gezi Direnişinde mesele ağaç kestirmekten çıkıp genel bir halk hareketine evrildiyse bugün de olay İmamoğlu’ndan çıkıp toplumsal bir direnişe dönüşmüştür. Kararlı gençliğin mücadelesi, halk hareketiyle birleşerek sokakları doldurmuş, değişimin mümkün olduğunu göstermiştir.
Tarihe baktığımızda Paris Komünü’nden 68 Kuşağı’na kadar ortaya çıkan her değişim mücadelesi, gençliğin lokomotifliğiyle olmuştur ve mücadelenin gençliğin sesiyle var olduğunu kanıtlamıştır. Öğrenci hareketleri; toplumsal adalet mücadelesinin en güçlü taşıyıcılarındandır, gençliğin sesidir. Bu sesin yankı bulabilmesi içinse bireysel öfkeyi kolektif bir bilince taşımak ve örgütlü bir güce dönüştürmek gerekir. Pasif gözlemciler olmaktan çıkıp harekete geçen gençlik, devrimci hareketin ve toplumsal değişimin en büyük öznesi olacaktır. Baskılar ve kriz arttıkça isyan büyür, gençlik yeniden mücadele sahnesine döner.
Son haftalar her ne kadar umut aşılayıcı olsa da bu apolitik görülen nesilden devrimci mücadele yürütebilecek bir nesil çıkarmak gerekliliği hala vardır. Apolitik kalmak güncel siyasi atmosferde insani duygulardan yoksun olmak demektir. Bugün hiçbir genç siyasetten korkmamalı, ses çıkarmalı ve aksiyon almalıdır. Çünkü Türkiye’de yaşadığımız neredeyse her olayın politik bir değeri vardır. Kadın cinayetleri, trans intiharları, diploma iptali, binemediğimiz taksi, başarısız olduğumuz üniversite… Önlenebilecek, değiştirilebilecek her şey politiktir ve böyle bir durumda apolitik kalmak zaten mümkün değildir. Değişimse her gün olduğu gibi bugün de gençlerin ve işçilerin elindedir.
Örgütlü mücadele yürütmek sadece bir seçenek değil, değişim isteyen herkes için bir zorunluluktur. Siyaset yapmaktan korkmayan partili bir kuşak yaratmak; umutsuzluğa itilmiş bir nesle kolektif bilinç aşılamak sosyalistlerin üzerine düşen görevdir. Bu görev vicdani bir sorumluluk, bir memleket meselesi gibi algılanmalıdır. Örgütlü bir kuşak tepkisel olmakla kalmaz; çözüm üreten, stratejik düşünen ve mücadelesinde emin adımlarla ilerleyen bir güç yaratır. Harekete geçmek sadece refleksif tepkiler vermekle değil, alternatifler ve çözümler üretince başarıya ulaşır. Yarını kazanmanın yolu bugün örgütlü ve bilinçli bir gençlik kuşağı yaratmaktan geçer.
Örgütlülük toplumsal değişim süreçlerinde her zaman belirleyici bir unsur olmuştur. Örgütlü bireyler haklarını daha etkili şekilde savunabilir ve seslerini ortak bir şekilde dışarıya duyurabilir, birlikten doğacak kuvveti kullanabilir. Örgütlülük, bireylerin ortak hedefler ve bir amaç doğrultusunda bir araya gelerek aynı yolda yürümesi, dayanışma içerisinde hareket etmesini sağlar. Bu kolektiflik hem mücadeleye gereken kuvveti sağlar hem de bireyleri daha güçlü hissettirir. Örgütlülük; demokratik, eşitlikçi ve adil bir toplum için elzemdir.
Bugün pek çok örgütlenme formu bulunmaktadır. Öğrenci toplulukları gençlerin sosyal ve kültürel alanlarda gelişimini desteklerken kuvvetli bir birlik bilinci oluşturarak kolektif çalışmayı önceler. Geçtiğimiz hafta başlayan topluluklarda ve fakültelerde yürütülen boykot örme çalışmaları da aslında bu kolektif bilincin en güzel örneklerindendir. Bölüm ve fakülte çatısı altında birleşen öğrenciler kendi dertlerinde ortaklaşarak birlikte hareket edebilir ve ortak çözümler üretebilir. Aynı derde sahip, aynı sıkıntıyı çeken bir kitlenin bir araya gelerek beraber bir yola baş koyması değişimin ilk ve en önemli adımıdır. Örgütlenmek sadece kendi fikrine sahip olan insanlarla bir araya gelmek değildir. Farklı ideolojilere sahip insanlarla bir araya gelerek kitlesel biçimde ortak bir amaca yürümek en etkili sonucu getirecektir. Bugün çevremizde bizim gibi düşünmeyen ama ortak hedefe sahip olduğumuz veya sistemin dayattıkları yüzünden gerçekleri yeterince göremeyen insanlarla bir araya gelebildiğimiz zaman, yani kitlesel bir örgütlenme faaliyeti yürütebildiğimiz zaman başarılı oluruz. Örgütsüz olan bir gençlik savrulmaya ve dağılmaya mahkumdur. Kapitalizmin dayattığı bireyci bakış açısından kurtulmak, örgütten alınan güçle doğru hedeflere yönelmek ve gerçekçi analizlerde bulunmak gerekmektedir. Günün sonunda başarıyı getirecek şey güvenilir bir politik odağın öncülüğü ve örgütlülüktür. Bu da ancak sosyalist gençlerin birikim ve çabasıyla mümkün olacaktır.
Gençlik direnişleri birbirine benzese de birebir aynı olması beklenemez. Nasıl devrimci mücadele birikimli ilerliyorsa, gençlik hareketleri de birikimli ilerler ve tarihten dersler çıkarır. Gençlik bu sefer sadece sokakta değil; onları apolitik yetiştirmeye çalışan her şeye karşı mücadele ediyor, hayatı durduruyor. Analiz yapmayı ve derinlikli düşünmeyi engelleyen sosyal medyada tutuklu sıra arkadaşlarının haklarını savunuyor, eylem örüyor, politik bilinç yaymak için faaliyetlerde bulunuyor. Şu an adını duyduğumuz hemen her sosyal medya platformu neredeyse sadece gündemin nabzını tutar halde. Bugün gençlik, kapitalist düzende bir kontrol mekanizması olarak görülen sosyal medyanın işleyişini tersine çevirip mücadelesine katkı sağlayacak bir araç haline getiriyor. Politik bir nesil yetiştirmekten çok uzak kalan ve tek odağı iş gücü piyasasına eleman yetiştirmek olan üniversitelerden boykot çağrılarını yükseltiyor, kayyumların eline geçmiş kampüslerin tekrardan öğrencilerin olması için mücadele ediyor.
Günümüzde ekonomik kaygılar ve gelecek endişesiyle şekillenmiş akademik baskı bireysel kurtuluş yollarına yönlendiriyor. CEO olma hayalleriyle okuyan gençler mezun olduklarında düşük maaşlarla, güvencesiz çalışma koşullarıyla, borç yüküyle, işsizlikle karşılaşıyor. Kariyerist hedeflerle okuyan öğrenciler, siyasetten uzak durmak ve geleceğini riske atmamak için çabalıyor. Fakat diplomanın dahi garantisinin olmadığı, CEO olmanın sadece sektördeki “dayılardan” geçtiği günümüz siyasi atmosferinde kariyerizm yalnızca çıkmaza sürükleyen bir yanılsamadır. Kapitalizm insan emeğini metalaştırır ve umut sömürüsünden beslenir. Bugün bir kurtuluş reçetesi gibi sunulan “CEO”luk yalnızca bir avuç insanın sisteme daha fazla entegre olmasını sağlar ve kalan çoğunluğu daha çok sömürerek vahşi bireyci rekabetin içine sürükler. Bu düzen gençleri, kendilerini kurtarırken diğerlerini geride bırakmak gerektiği illüzyonuna sürüklemektedir. Oysa kurtuluş ancak dayanışarak gelecektir.
Örgütlülük, gençliğin bu kısır döngüden çıkmasını sağlayabilecek tek alternatiftir. Ücretli kölelik düzeni içinde bir “başarı hikâyesi” yazmaya çalışmak toplumsal dönüşümün önüne büyük bir engel koymaktadır. Bunun farkında olan öğrenciler, yıllardır üzerlerinde sallanan bir kılıç gibi hissettikleri akademik baskıdan kurtulmak istiyor. Kaderci anlayıştan koparak memleketine sahip çıkan, bencillikten uzak, kaçış yolu değil mücadele yolu arayan bir öğrenci kitlesi oluşuyor. Vakıf üniversitelerinde öğrenciler burslarıyla tehdit ediliyor, boykot durumunda sınıfta bırakacağını söyleyen akademisyenlerle mücadele ediyor. Boykotun önüne maddi ve manevi engeller koyulmaya çalışılıyor. Tüm zorluklara rağmen, hiç ummadığımız üniversitelerden boykot çağrıları yükseliyor, kolektif bir mücadele alanı oluşturuluyor. Çünkü gençlik birlikten doğacak kuvvetin farkında, inat ediyor, tüm riskleri göze alarak kavgasını sürdürüyor.
Gençlik bugün verdiği mücadeleyi hukuksuzca tutuklanan sıra arkadaşları için, seçilmiş Hatay milletvekili Can Atalay ve tüm siyasi tutsaklar için veriyor. Gençliğin isteği aslında sadece insanca bir yaşam. Bugün gençlik; kampüslere polis girmesini, kapılarında tomaların beklemesini, sıra arkadaşlarının bayram tatillerini dört duvar arasında geçirmesini, kayyum rektörleri reddediyor. Değişim için, yaşamak için mücadele veriyor. İnşa etmeye çalıştığımız gençlik, sadece kendini değil toplumu da kaybetmekten kurtaracak. Çünkü kurtuluşun kendi ellerinde olduğunu fark eden ve işçilerle ele ele yürüyen örgütlü bir gençliğin karşısında durabilecek hiçbir güç yoktur.