Belediye Kreşleri, Yurtları, Lokantaları: Yaşamı Yeniden Üretmenin (Zoraki) Kentsel Altyapısı

Deniz Ay4 Mart 2025

Yerel seçimler sonrasında hükümet kanadından gelen ve ana muhalefette de ılımlı bir karşılık bulan “normalleşme” çağrılarına kadar esen rüzgârın çarpıcı ifadelerinden biri “yerel iktidar” ve “merkezi iktidar” arasında yapılmaya başlanan ayrımdı. Bu, siyaseten bir özgüven göstergesi ve iktidara yönelik bir irade beyanı olmanın ötesinde, maliyetleri sürekli artan gündelik yaşamın idamesine yönelik farklı bir politik yaklaşım beklentisini de içeriyordu. Başta temel ihtiyaç kalemleri olan bakım (eğitim ve sağlık), barınma ve gıda olmak üzere, yüksek enflasyon baskısı altında gerçekleşen yerel seçimlerin ekonomik bağlamını ve bunun politik yansımasını merkeze almak bütünlüklü bir değerlendirme yapabilmek için önemli: Mart 2024’te halkın metropollerdeki belediyecilik tercihi, olmasa da olur mega projelerden yana değil, yaşamı idame etmenin zaruri altyapısını sağlayan somut hizmetlerden yana oldu.

Belediye seçimleri, emekçiler için yaşamsal bir tehdit haline gelmiş barınma, gıda ve bakım krizlerinin kentleşme bağlamında kesişen mekanlarına dair de bir seçimdi. Geçen bir yılda, emeğin üretimden aldığı payın azalmaya devam etmesi ve yoksulluğun kitleselleşmesi birer somut gerçeklik olarak ortada duruyor. Sermayenin, ücretli işgücünün (aktif çalışan, gelecek nesil yani çocukların ve bir önceki kuşak aktif işgücü olan yaşlıların) biyolojik ve toplumsal yeniden üretim maliyetini dışsallaştırıp piyasa bedelini ödemekten kaçındığı için ortaya çıkarttığı ve derinleştirdiği bakım açığını Nancy Fraser toplumsal yeniden üretim krizi olarak tanımlıyor[1].

Emeğini satarak ya da ücretli emekten dışlandığı için ücretsiz/enformel koşullarda çalışarak, kenti üretmeye devam eden kolektif emeğin[2] yeniden üretim koşullarına belediyeciliğin etkisi nedir? Metropollerde özellikle barınma ve gıdaya erişim üzerinden daha da yıkıcı olan toplumsal yeniden üretim krizine belediyelerin müdahaleleri nasıl değerlendirilmeli? Bu derinlikli soruların cevabının bir eskizini bakım, barınma ve gıdaya erişimin koşullarını dönüştürmeye dair “yerel iktidarın” izlediği politikalar üzerinden çizmek mümkün. Bu sorgulama aynı zamanda, yaşamın (yeniden) üretiminin idamesi için belediye ölçeğinde gelişen kamusallaşmanın devamında önümüze çıkması muhtemel politik mücadele hattına dair de önemli ipuçları sunuyor. Çünkü kapitalist kent, toplumsal yeniden üretim krizinin hem süreç hem de mekân olarak tam merkezinde duruyor.

Ücretli emeğin dezavantajlıları için de belediyecilik?

Yerel iktidar iddiasının siyaseten en belirgin şekilde taşındığı ve AKP iktidarının da yoğun saldırısı altında olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kapitalist kentin toplumsal yeniden üretim krizi bağlamında Türkiye için yeni bir belediyecilik modeli ortaya koydu. Kentin pek çok mahallesinde çocuklar için kreşler[3], öğrenciler için nitelikli ve güvenceli barınma koşulları sağlayan yurtlar[4] ve özellikle emekli ve ileri yaştaki bireylerin yoğun olarak yararlandığı ‘kent lokantaları’ açan İBB yönetiminin bu faaliyetleri çoğunlukla birbirinden ayrı değerlendiriliyor.

Belediyelerin işletmeye başladığı kreşler toplumsal cinsiyet eşitliğine; öğrenci yurtları eğitimde fırsat eşitliğine, kent lokantaları da en çok ihlal edilen insan haklarından biri olarak değerlendirilen gıdaya erişim hakkına[5] dair belediye ölçeğinde geliştirilen yerel sosyal politika araçları olarak değerlendirilebilir. Ancak feminist toplumsal yeniden üretim çerçevesi bize bu birbirinden farklı görünen sosyal politika alanlarını birbirine bağlayarak kavramsallaştırmanın gerekliliğini gösterip, yöntemini sunuyor.[6] Örneğin, belediye ölçeğinde izlenen bir sosyal politika olarak belediye kreşleri, kadının ücretli emeğe katılmasını kolaylaştırarak hane gelirini arttırıp yoksullukla mücadele etmeyi de hedefliyor. Sosyal politikanın ayni ve nakdi yardım yerine kadın emeğinin ücretlendirilmesi üzerine inşasının toplumsal cinsiyet eşitliğine olumlu katkısı olmakla birlikte birincil politika hedefinin bu olduğunu iddia etmek için bir dayanak yok.

Birincil yararlanıcılarını düşününce, kenti üreten ve üretecek kolektif emeğin çeperinde kalıp ücretten dışlananlara ulaşan belediyeciliğin üç farklı aracı birbirini tamamlıyor: Ücretli emeğe katılımda dezavantajlı konumda olup esnek işgücünü oluşturan kadınlar ve öğrenciler; eğitimlerine devam etmenin yoksullukla yüzleştirdiği gençler ve emekli maaşlarıyla geçinemeyen ancak aktif işgücünün de dışında kalan emekliler toplamında kreş, yurt ve lokantalar kapitalist kentin toplumsal yeniden üretim krizine birer müdahale. Çocukları kreşe giden kadınların belediyenin meslek edindirme kurslarına ve istihdam bürolarına yönlendirilmesi; kent lokantalarında kadın istihdamını desteklemek için bazı şubelerde personelin tamamının kadınlardan oluşturulması ve öğrenci yurtlarında kalan gençlerin yine bölgesel istihdam ofisleri kanalıyla yarı zamanlı işlere veya İBB bünyesinde staja yönlendirilmesi ücretli emeğin çeperindekiler için belediyeciliğin olgusal karşılığını temsil ediyor. Yeniden üretim maliyetleri düşürülürken kapitalist kentin esnek işgücü ihtiyacı da karşılanmış oluyor.

Özellikle belediye kreşlerinin ve kent lokantalarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni takip ederek ülke geneline yayılmaya başlaması krizden çıkışı mı, krizi yönetip idare etmeyi mi temsil ediyor sorusunun önemini arttırıyor. Üstelik bu yaygınlaşmanın siyasi partiler üzeri bir karşılığı olduğu görülüyor: AKP’li Gaziantep ve Altındağ Belediyelerince Millet Lokantaları, kayyum atamalarıyla gasp edilmeden önce DEM Partili Sii”rt ve Batman Belediyeleri’nde Halk Lokantaları açıldı. Belediye lokanta açıp esnafla rekabet eder mi, itirazına bir cevap olarak belediye lokantalarının toplumsal ve politik karşılığının yerel gastronomi esnafının rekabet koşullarından daha öncelikli olduğu ortada.

Benzer şekilde, 2024 seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mağlup adayı Murat Kurum’un seçim vaatleri arasına belediye kreşlerinin de girmiş olması, toplumsal yeniden üretimin kentsel altyapısına müdahalelerin yeni bir belediyecilik alanı olarak AKP rejiminde bile bir karşılığı olduğunu düşündürüyor.

Ancak bu müdahalelerin bir çözüm mü, idare etme yöntemi mi olduğu hem kavramsal hem de politik açıdan önemli bir tartışma konusu: Ücretli emeğin dezavantajlıları için belediyelerin kreşler ile bakım krizine, yurtlar ile barınma krizine, lokantalar ile gıda krizine birer çözüm yolu mu sunuyor, yoksa bu hizmetler çoklu krizler olarak tezahür eden toplumsal yeniden üretimin krizini idare eden birer ‘mekânsal düzenleme’[7] çabası mı?

tuf değil; kent hakkı. Ama nasıl?

Türkiye için yeni gibi görünse de toplumsal yeniden üretim krizine belediye ölçeğinde müdahaleler özellikle 2008 küresel finans krizinin ardından yükselen kent isyanlarından sonra şekillenmeye başlayan yeni/radikal belediyecilik hareketi olarak karşılık buldu. ABD’de mortgage balonunun patlamasıyla milyonlarca insanın evsiz ve işsiz kalmasına yol açan kriz, kentlerin finansallaşmasını ve mekânsal eşitsizlikleri de derinleştirdi. Bu süreçte, İspanya’da Los Indignados hareketi, ABD’de Occupy Wall Street, Brezilya’da Passe Livre protestolarının olduğu gibi Gezi Parkı direnişi de kent merkezli ayaklanmalar olarak aynı bağlamda ele alınıyor.

Barınma, kamusal mekan ve kentsel altyapı/kaynaklar üzerindeki neoliberal tahakküme karşı emeğin kolektif tepkisini, Marksist kent kuramcı David Harvey Asi Şehirler[8] kitabında kent hakkı çerçevesinde ele alır. Bu isyanlar halkın sadece kentsel hizmetlere erişim talebiyle sınırlı olmayıp, kent mekânının nasıl üreteceği, kullanacağı ve dönüştüreceği üzerinde hak sahibi olma iddiasıyla birleşti. Böylece, kent hakkı mücadelesi salt bir hak talebinin ötesine geçerek, kentsel ortak yaşamın nasıl örgütleneceğine dair emeğin kapitalist kentleşmeye karşı direnişi için de bir mücadele hattı belirler.

Bu mücadele hattı, toplumsal yeniden üretim krizine müdahale ölçeği olarak belediyeyi, karşı-hegemonik bir politik dalga olarak da ‘yeni belediyecilik’ hareketini ortaya çıkarttı[9]. Bu belediyecilik akımı yakınlığı siyasallaştırıp, toplumsal hareketlerle popülerleşen taleplerin yurttaş meclislerinde somut politikalara dönüşmesini; siyasetin feminist değerler etrafında şekillenmesi ve ekonominin ekolojik sınırlar içinde temel toplumsal ihtiyaçların tedariki için tabandan ve yeniden örgütlenmesi gündemleriyle ilişkilendiriliyor[10]. Farklı ülke bağlamlarında benzer eğilimleri temsil eden yeni belediyecilik akımı politik bir strateji ve toplumsal bir hareket olarak, kapitalist kentleşmenin yarattığı çoklu krizlerin kesişimindeki toplumsal yeniden üretim krizinden yerelde şekillenen bir çıkış olarak tartışılıyor.[11]

Kentsel ayaklanmalar ve sonrasında gelişen belediyecilik iddialarını birleştirince, yeni bir belediyecilik alanı olarak toplumsal yeniden üretimin kamusal altyapısı emeğin kapitalist kentleşmeden alacağı; kolektif kent hakkıdır. Bu kolektif hakkın icrası, özelleştirme ve mülksüzleştirme yoluyla sermayenin el koyup kapattığı kentsel ortak alanların kenti üreten emekçiler tarafından yeniden sahiplenilmesini; kapitalist kentleşmenin antitezi olarak kentsel müştereklerin inşasını gerektiriyor.

“Çift koldan siyasi taarruz”

Belediyenin tasarrufundaki kentsel arazilerin yaşamın yeniden üretimin temel koşulları olan barınma, bakım ve gıdaya erişimi iyileştirmek için de kullanılması, bu adacıkların kapitalist kentte yaratıldığı gerçeğini unutturmamalı. Kamu kaynakları kullanılarak yaratılan kentsel ortak/müşterek alanların önce üretilip, sonra sermaye tarafından el konulup kapatılması kapitalist kentin sürekli büyüme zorunluluğun bir parçası. Yerel iktidar iddiası da bu hizmetler de kapitalist kentleşmenin dışında/karşısında değil. Kreşler, yurtlar, kent lokantaları açan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Adalar’daki kararlı ve güçlü yerel itirazlara rağmen, yine kentsel müşterek olan taşıtsız ve yavaş sokakları hedef alan büyümeci otoriter politik tavrı da bu farkındalığı besliyor.

Belediye hizmeti olarak sunulan kreşler, yurtlar ve kent lokantaları emeğin kolektif çıkarları gereği sahiplenilmesi elzem olan kentsel müştereklerdir. Kenti üreten emeğin kendini gündelik ve kuşaklararası yeniden üretebilmesinin maliyetinin kamusallaştırılması için de bunlar zorunlu mücadele alanlarımızdır. Nitekim, İstanbul’da belediye kreşlerinin özel okul sahiplerinin çıkarları doğrultusunda soruşturma konusu yapılması da bu el koyarak ortak olanı kapatma eğilimine dahil, kayyumlarla demokratik iradenin gasp edilmesi de.

Kapitalist kentleşmenin el koyduğu, kapattığı veya kapatmak için fırsat kolladığı yaşamı yeniden üretmenin altyapısı olan ortak alanların sahiplenilmesi için ikili bir mücadele gerekiyor. Harvey bunu “çift koldan siyasi taarruz” olarak tanımlıyor: Bir yandan kamucu hizmetleri arttırmaya zorlayacak iddiayı örgütlemek, bir yandan da bu hizmetleri sahiplenip kullanarak bu alanların genişletilmesi için mücadele vermek. Bakım krizinin feminist ve emek hareketlerinin gündemlerine ne ölçüde girdiği krize kamusal müdahalenin güçlü bir toplumsal talebe dönüşüp dönüşmeyeceğini de etkileyecek.

[1] Nancy Fraser (2017). Crisis of Care? On the Social-Reproductive Contradictions of Contemporary Capitalism. Tithi Bhattacharya (Ed.), Social reproduction Theory: remapping class, recentring oppression içinde (s.21-36). London: Pluto Press.
[2] Müştereklerin Geleceği (Future of the Commons) makalesinde David Harvey, kolektif emek kavramını kolektif mülkiyet tanımına ulaşmak için kullanır. Fabrikadaki, kapitalist kenti üreten ve yeniden üreten emek kolektif olarak örgütlenmiştir; Lock’un özel mülkiyeti açıklamak için kurduğu misalinde olduğu gibi işgücü tekil, özel bir ‘birey’den ibaret değildir. Mülkiyet emekten doğan bir hak olarak tanımlanacaksa, kolektif olarak üreten emeğin karşılığı da ‘ortak olan’; kolektif bir mülkiyettir.
[3] Yuvamız İstanbul Projesi kapsamında 2019 yılında koyulan hedef 150 kreş iken faaliyet gösteren kreş sayısının bu koyulan hedefe yaklaştığı görülüyor: https://yuvamiz.ibb.istanbul/yerleskeler
[4] İBB öğrenci yurtları 2021 yılından itibaren açılmaya başlıyor; Mart 2025 itibariyle hizmet veren faklı kapasitelerde toplam 14 öğrenci yurdu var: https://yurt.ibb.istanbul
[5] https://www.tesev.org.tr/wp-content/uploads/rapor_dunyada_ve_turkiyede_gida_hakki_ve_gida_guvencesi-1.pdf
[6] Silvia Federici, 2011. Women, land struggles and the reconstruction of the commons.
[7] David Harvey’nin ‘spatial fix’ olarak tanımladığı, kapitalist kentleşmenin kendi yarattığı krizlerini çözmeden yerlerini değiştirerek idare etmesi anlamında kullanılan bir kavram.
[8] David Harvey, 2013. Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru. Metis Yayınları.
[9] İspanya’da Barcelona en Comú öncülüğünde Barselona, Madrid ve Zaragoza şehirlerinde; Fransa’da Grenoble, İtalya’da Napoli’de kamusal varlıkların özelleştirilmesine karşı belediyelerin geliştriği halkçı politikalar kent isyanları sonrasında şekillenen yeni belediyecilik hareketi olarak tartışılıyor.
[10] Angelina Kussy, David Palomera ve Daniel Silver, 2022. The caring city? A critical reflection on Barcelona’s municipal experiments in care and the commons. Urban Studies.
[11] Laura Roth ve Matthew Thompson, 2023. Politicising proximity: Radical municipalism as a strategy in crisis. Urban Studies.