Umut Cephesini İnşa Etmek: Ugo Palheta ile Fransa Hakkında Söyleşi

Ugo Palhetta4 Temmuz 2024

Fransa şu anda nasıl bir siyasi durumun içerisinde? Aşırı sağın karşı konulamayan yükselişini ve özellikle siyasi elitlerin ve egemen medyanın bu süreçte oynadığı rolü nasıl anlayabiliriz? FN/RN iktidara gelirse hangi adımları atacak? Onunla nasıl mücadele edilmeli ve zaferi nasıl önlenir? Faşizmin yeniden doğuşu üzerine bir dizi kitabın yazarı ve “Minuit dans le siècle” adlı podcast’in yapımcısı olan Ugo Palheta, burada bu sorulara bazı yanıtlar sunmaya çalışıyor.

Elsa Gaultier: Birkaç yıldır “neofaşizmin” dinamikleri üzerine gözlemlerinizi paylaşıyorsunuz ve 2018’den bu yana yayınlanan birçok kitabınızda Fransız toplumunun yüz yüze kaldığı “felaket gidişatı” konusunda uyarılarda bulunuyorsunuz. Cumhurbaşkanı Macron’un Meclis’i dağıtmasından bu yana yaşadığımız hızlanmış süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ugo Palheta: Fransa’da 15 yıldır süregelen siyasi kriz, artık gerçeklerin göz ardı edilemeyeceği ciddi bir aşamaya girdi. Sorun şu ki, Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki başarısı göz önüne alındığında aşırı sağ bu sürece bir adım önde giriyor, ancak Yeni Halk Cephesi partiler arasındaki kurumsal ilişkiler ile sınırlı kalmazsa; sosyal hareketler, sendikalar, yerel kolektifler, feminist dernekler, ekolojistler gibi son 10 yıldaki güçlü halk mücadelelerinin merkezinde yer alan tüm bireyler ve gruplar sürece aktif olarak müdahale edebilirse, alternatif bir seçim dinamiği oluşabilir.

Fransa’nın siyasi alanı 2017’den bu yana yaklaşık olarak eşit güce sahip üç kutup ile karakterize ediliyor (2022 başkanlık seçimlerinde bu durum aşikar hale gelmişti): Macron liderliğindeki neoliberal kutup, son birkaç yıldır LFI (Boyun Eğmeyen Fransa) tarafından domine edilen sol kutup ve RN (Ulusal Birlik)’nin net bir biçimde baskın güç olarak yer aldığı aşırı sağ kutup. Bu durum elbette ki sonsuza kadar süremezdi, çünkü hem Macron 2022’den bu yana Ulusal Meclis’te mutlak çoğunluğa sahip değil hem de neoliberal kutup Avrupa seçimlerinde önemli ölçüde gerilemiş durumda.

Macron zaten iktidara geldiği ilk günden itibaren anti-sosyal politik projesi nedeniyle dar bir toplumsal tabana sahipti, ancak söz konusu taban 2017’deki ilk seçimden bu yana daha da daraldı ve sadece daha önce LR (Cumhuriyetçiler)’e oy veren geleneksel merkez sağ seçmenlerin desteğiyle telafi edilebildi. Hatta iktisatçılar Julia Cagé ve Thomas Piketty, Fransız devriminden bu yana Fransa’daki seçimlere yönelik yaptıkları ampirik incelemelerine dayanarak, 2022’deki Macron oyunun “Fransa tarihinin en burjuva oyu” olduğunu belirttiler.

Buna ek olarak, ülkedeki siyasi elitlere -özellikle Macron yanlısı olanlara- karşı çok derin bir güvensizlik durumunu ve 2016’dan bu yana iktidarı giderek istikrarsızlaştıran önemli sosyal mücadeleleri (Sarı Yelekliler, emeklilik reformuna karşı protestolar, sağlık sektörü çalışanlarının mobilizasyonu vb.) dikkate alacak olursak, Macron yönetimi artık arkasına güç toplamakta tamamen yetersiz kalmış ve durum büyük ölçüde yönetilemez hale gelmişti.

Son 15 yıldır sandıklarda gözlemlenen aşırı sağın sürekli yükselişinin ana sebepleri sizce nelerdir?

Öncelikle, aşırı sağın ulusal düzeydeki ilk atılımının 1984 Avrupa seçimlerine dayandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla FN/RN’nin eskiye dayanan bir tabanı var ve bu ulusal düzeydeki diğer iktidar deneyimleriyle bir türlü aşınmamıştır çünkü bu parti, sağ bir koalisyon çerçevesinde ikincil pozisyonda yönetmeyi her zaman reddetmiştir. Bu şekilde, çalışanlara zarar vermekten başka bir şey getirmeyecek olan liberal bir politikaya dayanan ekonomik programı son 40 yıldır iktidarda olan partilerle tamamen aynı doğrultuda olsa bile, son birkaç on yılda yönetimin bir parçası olmamış olmasının basit gerçeğine sığınarak, “sistem karşıtı” bir söylem ve tavrı basitlikle takınabiliyor.

Aşırı sağın başarılarının temelinde bana göre, toplumumuzda var olan korkuları (özellikle insanların kendileri veya çocukları için taşıdıkları statü kaybı korkusu, işsizlik, güvencesizlik, güvenlik korkusu vb.) göç, yabancılar, Müslümanlar gibi tehditler açısından politize etmeyi başarmış olması ve bu korkuları, göçü durdurursak, azınlıkları “dize getirirsek” daha iyi yaşayabileceğimiz umuduna dönüştürebilmiş olması yatmaktadır. Bu, aynı zamanda diğer bazı siyasi güçlerin de yabancı düşmanı, İslamofobik ve güvenlikçi söylemleri yayması nedeniyle mümkün oldu.

Diğer önemli bir neden, PS (Sosyalist Parti)’nin veya onun hegemonyası altında iktidara gelen sol koalisyonların (1980’lerde, 1997-2002 arasında, ardından 2012-2017 arasında), sağınkine çok benzer ekonomik politikalar izleyerek işçi sınıfı ve daha geniş anlamda çalışanlar arasında çok büyük bir hayal kırıklığı ve yönsüzlük yaratmış olmasıdır. Hem baba hem de kızı Le Pen’in 1990’lardan beri taşıdığı “ne sağ ne sol” söyleminin bu kadar iyi çalışmasının sebebi solun, özellikle Hollande döneminde, aslında sağ hükümetler olarak yönetmiş olmasıdır.

Ayrıca, yıllardır süregelen tüm siyasi ve medyatik propaganda nüfusun önemli bir kısmında, işçiler ve patronlar, zenginler ve fakirler arasında daha eşit bir servet paylaşımına ulaşmanın imkansız olduğu, toplumu gerçekten değiştiremeyeceğimiz, bir alternatif olmadığı fikrini dayatmıştır. Tüm bunlar, umut edilebilecek tek şeyin, yabancılardan alıp Fransızlara (veya ırkçıların bakış açısıyla “gerçek Fransızlara”) vermek ve çoğunluğu desteklemek için azınlıklara saldırmak olduğunu düşünme fikrini güçlendirdi.

1980’lerden itibaren bir tür sınıf kaderciliğinin yükselişi (mülkiyet sahipleri ve sermaye karşısında bir güç dengesi kurma imkanına giderek daha fazla şüpheyle bakılması) bir şekilde ırkçı bir irade ile telafi edildi. Aşırı sağın ve onun seçmen tabanının büyük bir kısmının tahayyülünde bir tür ırksal öncelik olarak işleyen FN/RN’nin mevcut retoriğindeki “ulusal öncelik” politikası kısaca budur.

Bugün RN seçmen kitlesini oluşturan farklı toplumsal gruplar nelerdir? Sosyal bilimler alanındaki son çalışmalar aşırı sağa oy verenlerin motivasyonları hakkında bize ne söylüyor?

Yaygın inanışın aksine, aşırı sağ homojen bir seçmen kitlesine sahip değildir; sadece işçilerden veya alt-orta sınıfa mensup insanlardan oluşmaktan uzaktır ve çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Son başkanlık seçiminde Eric Zemmour’un zengin mahallelerde ve semtlerde mükemmel sonuçlar aldığını gördük, ancak FN/RN de tarihinin çeşitli dönemlerinde ayrıcalıklı sınıflardan seçmenleri çekmeyi başarmıştır, özellikle de bugün Macronizmin çöküşüyle birlikte aşırı sağ, zenginler ve patronlar için sol cepheye alternatif olarak görülmeye başladıkça bu durum daha da belirginlik kazanıyor.

Bununla birlikte, FN/RN’nin baskın bir biçimde güçlü olduğu bölgeler ve aşırı sağa oy vermeye zemin hazırlayan belirgin faktörler vardır. Sınıfsal bir perspektiften bakıldığında, aşırı sağ özellikle düşük eğitim seviyesine rağmen ekonomik olarak istikrarlı bir hayata sahip olmayı başaran bireyler arasında; özellikle küçük serbest meslek sahipleri (tüccarlar, zanaatkarlar, küçük işletme sahipleri) ve ayrıca işçi sınıfının sabit sözleşmeyle çalışan ve kendi evlerinin sahibi olan daha ayrıcalıklı kesimleri arasında (öncelikli olarak beyaz işçiler) güçlüdür. Bu toplumsal köken, küçük kasabalarda veya sosyolog Benoît Coquard’ın “gerileyen kırsal bölgeler” olarak adlandırdığı yerlerde (bu tüm kırsal bölgeleri kapsamaz), özellikle de tarihsel olarak sola karşı düşmanlık besleyen bölgelerde, daha da güçlüdür.

Öte yandan, FN/RN’yi yoksulların ve gençlerin partisi olarak tanımlayan yaygın ve basmakalıp yanılgıyı düzeltmek gerekir. 2022 başkanlık seçimlerinin ilk turunda, Jean-Luc Mélenchon, aylık net geliri 1250 eurodan az olan kişiler arasında Marine Le Pen ile aynı oy oranlarına sahipti ve 1250-2000 euro arasında kazananlar arasında onun önündeydi, buna karşılık RN, 2000-3000 euro seviyesinde kazananlar arasında öndeydi. Ve aşırı sağ, 1990’lara göre gençler arasında ilerlemiş olsa da 2022’de Marine Le Pen hem 25-34 yaş grubunda hem de 18-25 yaş grubunda Jean-Luc Mélenchon tarafından açıkça mağlup edildi.

Aşırı sağ seçmenlerinin motivasyonlarına gelince, bir yandan daha fazla alım gücüne sahip olma isteği ile diğer yandan göçü durdurma ve “göçmenler”, “yabancılar”, “azınlıklar” (tüm bu kategoriler aşırı sağ tarafından kasıtlı olarak belirsiz bir şekilde kullanılmaktadır) ile mücadele etme arzusu birlikte, uyum içinde çalışmaktadır. Dünyayı ırksallaştırılmış ve ırkçı bir bakış açısıyla algılama yönelimi – ki bu algının bizzat kendisi de ırksallaştırılmış  (mekan, okul, iş dünyası gibi alanlardaki ırksal ayrımcılıklar) ve ırkçı (sistematik ayrımcılıklar) bir dünya üzerinden şekillenmiştir- aşırı sağ seçmenler için ideolojik bir çimento işlevi görmektedir.

FN/RN’nin başarısı, “sosyal” motivasyonlar (maddi varoluş koşullarını iyileştirmek) ile “ırksal” motivasyonlar (ulusallığı savunmak ama bunu ırkçı bir anlayışla, yani “gerçek Fransızlar” ile “kâğıt üzerindeki Fransızlar”ı karşı karşıya getirerek, bu ikinci kategorideki Fransızların kültürel olarak yeterince Fransız olmadığını veya ülkelerini yeterince sevmediğini düşünmek) arasında sıkı bir bağ kurabilme kapasitesinde yatmaktadır.

Sizce, Vincent Bolloré gibi gerici fikirlere sahip girişimcilerin etkisi altındaki medya alanındaki son dönüşümlerin bu durumun ortaya çıkmasında etkisi nedir?

Anaakım medyanın, aşırı sağın ilerlemesine olanak tanıyan tüm bu siyasi sürecin her aşamasında etkili olduğunu ve oldukça önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.

Özetle, ilk dönemden (1980’ler ile 2000’ler arası) bahsedersek, bu dönemde aşırı sağ medyada çok az yer aldı (sadece partinin lideri Jean-Marie Le Pen kanallara davet ediliyordu ve bu bile nadirdi) ancak FN’nin takıntıları – özellikle güvenlik ve göç konularında – basında, televizyon haberlerinde, tartışma programlarında giderek daha fazla yer buldu. Bu giderek artan kaygı verici atmosfere, neoliberal kemer sıkma politikalarına (özelleştirmeler, çalışma haklarında ve emeklilik konusunda yaşanan gerilemeler vb.) alternatif olmadığı yönündeki aralıksız medyatik vurgu eklenerek, ekonomik ve sosyal konularda genel bir çaresizlik hissi yaratıldı.

2010’larda başlayan ikinci dönemde, aşırı sağ medya alanını işgal etmeye başladı. Öncelikle, FN’nin önde gelen siyasi isimlerinin çeşitli programlara (devlet radyosu da dahil olmak üzere) çok daha fazla davet edildiğini gördük. Ancak asıl farkı yaratan, Bolloré imparatorluğunun kurulması ve Valeurs actuelles, Causeur, Boulevard Voltaire’den sahte gazetecilerin (ama gerçek ırkçı ve gerici ideologların) izleyici kitlesinin katlanarak artması ve sağ basının bazı eski kalemşörlerinin (Zemmour, Thréard vb.) cesaretlendirilmesi oldu.

Söz konusu bileşim oldukça korkunç çünkü yaklaşık on beş yıldır internette ve sosyal medyada güçlü olan “fachosphère”ye (aşırı sağcı medya ortamı) şimdi CNews, Europe 1, JDD gibi bazı geleneksel medya organları eklendi ve sürekli olarak aşırı sağın ortak aklını yaymaya devam ediyorlar.

Sol, sosyal açıdan dikkat çekici vaatlerine rağmen neden RN’ye bağlı bazı alt-orta sınıf kesimlerden ilgisizlik hatta düşmanlıkla karşılaşıyor?

Öncelikle, işçi sınıfının bir kısmının her zaman sağa oy verdiğini belirtmek gerekir (önemli bölgesel farklılıklarla birlikte): FN/RN’nin alt kesime mensup seçmenlerinin bir kısmı, 1980’lerden itibaren giderek daha da radikal hale gelmiş eski geleneksel sağ seçmen tabanından gelmektedir. Ancak sol ile işçi sınıfı arasında siyaset bilimcilerin “ayrışma” olarak adlandırdığı bir durum var ve bu birkaç aşamada gerçekleşti.

Sol neden alt-orta sınıfa seslenmekte daha fazla zorluk yaşıyor? Bana göre ilk neden, Sosyalist Parti’nin (Mitterrand’dan Jospin aracılığıyla Hollande’a kadar) hakim durumda olduğu tüm sol iktidar deneyimlerinin ve bu hükümetlerin kendilerine bağlanan umutlara ihanet etmesi ve başarısız olmasıdır.

Mitterrand “hayatı değiştirecekti”, ancak o zamana kadar görülmemiş sıkı maliye politikalarını başlattı. Jospin, kendisinden önceki Balladur ve Juppé hükümetleriyle bağlarını kopardığını iddia etti, ancak tüm sağ hükümetlerden daha fazla özelleştirme gerçekleştirdi. Hollande “düşmanım finanstır” dedi, ancak aşırı ölçüde zenginler ve sermaye lehine arz yönlü ekonomi politikaları uyguladı.

Tabii ki meselenin başka boyutları da var, örneğin ırkçı ve güvenlikçi fikirlerin medya tarafından ve önde gelen diğer politik liderler tarafından benimsenerek meşrulaştırılması, ancak öncelikle sol iktidarların ve özellikle Sosyalist Parti’nin sicili ile yüzleşmemiz gerekiyor.

Paradoks şu ki, yoksulların bir kısmı solun ve elitlerin kendilerini göçmenlerin ve azınlıkların yararına terk ettiğini düşünüyor, ancak göçmenler (ve genellikle onların çocukları) ve azınlıklar özellikle sosyal gerileme, işsizlik ve güvencesizlik politikalarından en çok acı çekenler (ve çekmeye devam edenler) oluyor.

Felaketin mümkün olduğunu ancak “karşı konulabileceğini” yazıyorsunuz. Fransa’da veya diğer ülkelerde aşırı sağda bir gerileme gözlemlediğimiz örnekler var mı? Başka bir deyişle aşırı sağa karşı etkili stratejiler var mı?

Belçika’nın Valon bölgesi gibi aşırı sağın seçimlerde bir atılım yapmayı başaramadığı yerler var. Bu durumun oluşmasında medyada aşırı sağ temsilcilerine ses verilmemesinin ve geleneksel işçi hareketinin (özellikle sendikaların) somut dayanışmalar yoluyla ağırlığını korumasının etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, aşırı sağın geriletilmesi için sihirli bir formül bulunmadığını ve siyasi sahada bir kere iyice yer edindiği zaman, iktidara gelip sonra terk etseler bile, kolayca kaybolmadıklarını anlamalıyız (bunu 1990’larda sağcı koalisyonların bir parçası olarak var oldukları İtalya veya Avusturya’da gördük). Bu nedenle, uzun vadeli bir çalışma gerekmektedir, en azından üç düzeyde:

Birincisi, özellikle solun ve toplumsal hareketlerin (özellikle sendikaların) pek mevcut olmadığı yerlerde (kırsal alanlar, küçük kasabalar, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yaygın olduğu bölgelerde) taban aktivizmine dayalı çalışmalar gereklidir; bu sadece aşırı sağın özellikle göç konusundaki yalanlarını çürütmek için değil, aynı zamanda eşitlik ve sosyal adalet söylemini hayata geçirmek, dayanışmayı inşa etmek, kolektif olarak daha iyi bir gelecek inşa etmenin göçmenlere veya azınlıklara saldırarak değil ancak mülk sahibi sınıflara karşı bir güç dengesi kurarak mümkün olabileceği fikrini savunabilmek için gerekli bir koşuldur.

İkinci olarak, söz konusu saha çalışmalarını içeren ancak aynı zamanda bağımsız medyanın inşası, eleştirel bilginin üretimi (sınıf eşitsizlikleri, ırkçı ayrımcılık, devlet şiddeti vb. hakkında) ve yayılması yoluyla gerçekleşecek kültürel-politik mücadele gereklidir.

Ve elbette son olarak siyasi alternatif sorunu vardır: Eğer sol bir hükümet, çoğunluğun yaşam koşullarının iyileştirilmesinin (maaş artışları, emeklilik yaşının düşürülmesi, çalışma saatlerinin azaltılması vb.), göçmenleri, mülteci statüsünde olsalar da olmasalar da, onurlu bir şekilde karşılama olgusuyla çelişkili olmadığını somut olarak gösteremezse uzun vadede aşırı sağı geriletmeyi başaramayacağız.

Günümüzdeki aşırı sağ iktidar deneyimleri göz önüne alındığında (İtalya, Macaristan, Arjantin), sizce olası bir Bardella hükümetinin ilk ayları nasıl bir tablo yaratacak?

Aşırı sağın iktidara gelmesi durumunda kendi seçmenlerini birtakım konularda rahatlatmaya çaba göstermenin yanı sıra patronların iktidarını da güvence altına almaya ve hakimiyetine karşı çıkabilecek militan sektörlere saldırmaya çalışacağını düşünüyorum.

Seçmenlerine vereceği güvenceler sosyal önlemleri içermeyecektir (Bardella’nın son zamanlardaki açıklamaları programlarındaki tüm ‘sosyal’ önlemleri terk ettiklerini gösteriyor). Bununla kastettiğim, yıllardır “iç düşman” olarak kabul edilen gruplara (mülteciler, Müslümanlar, Romanlar ve göçmen mahalleleri) yönelik ırkçı saldırıların yoğunlaşmasıdır ve bu saldırıların doğrudan sonuçları kağıtsız göçmenlerin takibi ve sınır dışı edilmesi, iltica hakkının, yabancıların haklarının ve azınlıkların (özellikle dini azınlıkların) ancak aynı zamanda birçok göçmen ailenin ve çocuğun halihazırda yetersiz olan kaynaklar üzerindeki haklarının sorgulanması olacaktır (sosyal yardımların, işlerin ve sosyal konutların Fransızlara ayrılmasını içeren “ulusal öncelik” politikası bu anlama geliyor).

Patronları rahatlatmak, kendilerinden önceki tüm hükümetler tarafından uygulanan arz yönlü politikayı sürdürmeyi gerektirecektir: özellikle şirketler ve zenginler için vergi indirimleri, Macron yönetimi tarafından başlatılan emeklilik ve işsizlik sigortası reformlarının uygulanması, vergi indirimlerinden kaynaklanan gelir azalmalarını telafi etmek için bütçe kesintileri vb.

Ve unutmamak gerekir ki, iktidara geldiklerinde aşırı sağ polis kurumunu kontrol edecektir; bu kurumun üyeleri zaten büyük ölçüde onların fikirlerine bağlıdır ve büyük bir “temizlik” için sabırsızlanmaktadır. Son yıllarda önemli halk mücadelelerinin yaşandığı güçlü bir sivil toplumla karşı karşıya kalacak olan FN/RN, mevcut yasaları ve sahte gerekçeleri kullanarak direnişleri zayıflatmak için şüphesiz ki mevcut içişleri bakanı Darmanin’den çok daha ileri gidecektir: çok sayıda kolektifin dağıtılması, muhalif fikirlerin ve hareketlerin kriminalize edilmesi, hedefe yönelik tutuklamalar, sendikal eylemlere engel olunması (özellikle grev hakkının kısıtlanması) vb.

Bu aniden ilan edilen seçim sürecinin sonunda Yeni Halk Cephesi’nin zafer şansına inanıyor musunuz?

Benim inancım, kaybedilen tek savaşın vazgeçtiğimiz savaş olduğu ve 1990’larda Ras l’Front’un dediği gibi, aşırı sağın ilerlemelerinin bizim geri çekilmelerimizden kaynaklandığı yönündedir. Korkmamız doğal olabilir ancak panik yapmamak önemlidir; bunun en iyi yolu kolektif bir biçimde örgütlenmek ve harekete geçmektir, özellikle de geleceğimiz için kritik bir dönemde.

Sol partilerin oldukça kısa bir süre içinde ittifak oluşturabilmeleri kritikti, bu da solun bölünmesini ümit eden Macron’un kendisi ile aşırı sağ arasında bir kez daha sahte bir düello yaratma planlarını bir ölçüde boşa çıkardı. Ancak sadece birlik yeterli değildir, Contretemps dergisinin bir başyazısında belirtildiği gibi, birlik aynı zamanda mücadele demektir.

Bunun pek çok anlamı vardır: Birlik aynı zamanda bir mücadeledir çünkü seçimleri kazanmak ve sonrasında ilerlemeler kaydetmek için, birlik yalnızca toplumla zayıf bağlara sahip siyasi örgütler arasındaki geçici bir ittifakla sınırlı olmamalıdır. Bu nedenle halkın geniş kesimlerinin, özellikle de işçi sınıfı ve ezilen grupların, kendi örgütleri aracılığıyla kampanyaya aktif bir şekilde katılmaları gerekmektedir (sendikalar, mahalle kolektifleri, ırkçılık karşıtı ve feminist hareketler, insan hakları savunucuları gibi), böylece kendi taleplerini dayatıp bu cepheyi sadece basit bir örgütler karteli olmanın ötesine taşıyabilirler. Bu, 1936’daki orijinal Halk Cephesi’nin en iyi yönlerinden biridir.

Yine aynı şekilde birlik aynı zamanda bir mücadeledir çünkü mevcut siyasi sol güçlerin birliği içinde bile farklılıklar ve dolayısıyla siyasi yönelim üzerine gerekli tartışmalara ihtiyacımız vardır. Zaferden bahsedebilmek için, seçim sürecinde ve sonrasında özellikle Hollande’cılık deneyiminin bir muhasebesi gerekmekte ve halkın çıkarlarına bir ihanet deneyiminin tekrarlanmaması gerekmektedir.

Somut olarak bu, Yeni Halk Cephesi’nin sol kanadından mümkün olduğu kadar çok milletvekilinin seçilmesini, özellikle de Boyun Eğmeyen Fransa’dan maksimum düzeyde ve onun listelerinden seçime giren son dönemin toplumsal mücadelelerde öne çıkan bazı isimlerin seçilmesini gerektirir: 2022’de zaten seçilen Rachel Kéké, polis suçlarına karşı durmak bilmeksizin mücadele eden Amal Bentounsi, işçi hareketi aktivisti ve NPA (Yeni Antikapitalist Parti) sözcüsü Philippe Poutou, işçi mahallelerinin tanınmış aktivisti Adel Amara veya son yıllardaki antifaşist hareketlenmelerde oldukça aktif rol olan Raphaël Arnault gibi.

Aşırı sağla mücadele sadece korkuları harekete geçirerek kazanılamaz (her ne kadar bu, FN/RN’nin ırkçı, gerici projesi göz önünde bulundurulduğunda doğal olsa da). Bu halk cephesi, sosyal gerileme politikalarına ve mevcut dünya düzenine, kapitalist, ırkçı, ataerkil, prodüktivist bir topluma karşı gerçek bir alternatif olmalı ve bir umut cephesi olarak algılanmalıdır.

Contretemps/28 Haziran 2024/Çeviren: Hakan Özbilen